Yıl 1995, Genel Seçimlerin hemen öncesi, vekil aday adayları ortalarda dolaşıyor. Kulis faaliyetleri yoğun bir şekilde sürüyor. Türkiye ’nin her tarafında hummalı bir çalışma. Bütün partilerde harıl harıl aday tespit etme, aday tespit edilme çalışmaları var. Haliyle bu çalışmalar sürerken bazı aday adaylarının yolu TBMM ’ne de düşüyor.
Malum aday olmanın şartları var. Nedir bunlar? Her Türk vatandaşı seçme ve seçilme hakkına sahip. Seçmek kolay adaylar belli olur gider sandığa oyunuzu istediğiniz partiye haliyle onun vekil listesine kullanırsınız.
Ama seçilmek için durum öyle değildir. Öncelikle siyasetin içinde yoğrulmalısınız. Yetmedi. Öyle ya da böyle ağırlığınız olmalı. Kıvrak olmalısınız. Ondan sonra maddi gücünüz olmalı. Yanı sıra Genel Merkeze veya o merkezde ağırlığı olanlara yakınlığınız olmalı. Anlayacağınız bir çok meziyeti ve artıyı bünyenizde barındırmalısınız. Ne için? Vekil olmak için. Milleti temsil etmek için. Nüfuz sahibi olmak için.
Cafe Siyasetin Bursa İl Milli Eğitim Müdürlüğü ile ilgili yaptığı haberi görünce hatıralar canlandı ve geçmişin koridorlarında bir gezinti yapma ihtiyacı hasıl oldu.
Girizgahta demiştik 1995 yılı diye. Seçim öncesi son rötuşlar atılıyor. Vekil adayları kulis faaliyetlerini Meclise taşımış. Bursa ’dan da ziyaretçiler var. Refah Partisinin yıldızının parladığı yıllar. Aday bolluğu yaşanıyor. Herkes dağarcığındaki bütün malzemeyi kullanıyor. Haliyle yol Ankara ’ya daha çok düşüyor.
İki tane vekil adayı vekil ziyaretindeler. Bölgelerinden sorumlu vekilleri ve üst düzey yöneticileri ziyaret ediyorlar yerlerini sağlamlaştırmak için. Rivayet o ki bu adaylar genç dinamik ve o bölgeden Erbakan Hoca ’nın en sadık bendeleri. Nitekim listeler belli oluyor ve isimler listelere duhul ediyor.
O günlerde aday adayı iken ki halleriyle daha sonra ki halleri format değiştiriyor. Çekingen ve ürkek tavırlar yerini daha sonra rahatlığa ve kendinden eminliğe bırakıyor.
Tabi bölgelerinde nasıl bir tavır sergiliyorlar onu bilemeyiz.
Bizim gözlemlerimiz bu. Ne de olsa herkes kişilere gazeteci gözüyle bakamaz. Prensler seçim sonrası gerçekten de prens olduklarını belli ediyorlar ve Parti yönetiminde görev alıyorlar. Yıldızın parladığı anlar. Gel zaman git zaman konumlar güçleniyor. Birisi Grup Başkanvekilliğine kadar yükseliyor.
Yine gel zaman git zaman. Malum olaylar 28 Şubat süreci, RP ’nin katılma süreci. Ardından FP ’nin kuruluşu. Yeniden seçimler. Yeniden vekillik. Gelenler gidenler, yenilikçiler gelenekçiler derken FP ’nin de kapatılma süreci ve yol ayrımı . AK Parti ’nin yıldızının parladığı anlar. Ortalıkta izler birbirine karışmış.
Milli Görüş çizgisinde herkes yol ayrımında. Herkes vekiller üzerinde yorum yapıyor. Kim gidecek kim kalacak diye?
FP ’nin kapatılma sürecinde bağımsız kalanlar tercihlerini yavaş yavaş yapıyorlar. Bazıları belli onlar tercihlerini çoktan yapmış. Millet sürprizlere bakıyor.
Gitmez denilen prensler bu arada sürpriz yapıyor. En büyük sürprizi Hocanın Meclisteki temsilcileri olan Grup Başkanvekilleri yapıyor. Üstelik son dakikada. Kim olduklarını söylemeye gerek var mı?
Gerçi en şaşırtıcı olanı Fazilet Partisinin Kurucu Genel Başkanı idi. Fakat ayrılmaz dedikleri Grup Başkanvekili asıl sürprizi yapmıştı. Son anda kulvar değiştirirken tercihler meğerse önceden yapılmış. Şimdi ki fotoğrafa bakıldığında şimdi ki Genel Başkanla olan hukuk asılmış ve geçmişi daha eskiymiş.
Sonradan öğrenilenlere göre prens diye bilinenlerin sadakat adresleri farklı imiş. Tercihlerde bunlar etkili olmuş. Vekil seçildikleri yer farklı olsa da asıl memleket dürtüsü daha etkin bir rol oynarmış.
Nitekim bölge siyaseti ve bürokratik yapısı yeniden şekillendirilirken bu bölgecilik bariz bir şekilde kendini gösterirmiş. Hatta etnisite dahi etkili olurmuş .
Görevden alınan il müdürünün kökeni yazılınca beynime bu tür çağrışımlar üşüşüverdi.
1995 yılında vekil olanlardan birisi mevcut konumunu terk etmedi. Hocanın gemisinde kaldı. Ama diğer Sayın vekil o bölgede ve yeni partisi içinde gerçekten de güçlü bir konuma sahip oldu. Yükseldi de yükseldi.
O günlerde acaba diyorum adı böyle haberlerle anılacak olsaydı ne derdi?
Yeniden yapılanmada çevre faktörünü o zamandan beri böyle düşünüyor muydu?
Bugün geldiğimiz noktada gelen rivayetlere göre bölgesinde öncelik Vekilin kendi memleketinden olmak ve daha dar bölgede kendi etnisitesinden olmak etkin rol oynuyormuş.
Hatta yakınlardan aynı yolla belediye başkanı bile yapılmış.
Büyük vilayetlerin temel sorunudur. Göç almışsa göçle gelenler daha etkin rol oynarlarmış.
Mesela Samsun ’da Samsunlunun siyasette daha az yer aldığını kim bilir? Ya da Karadenizin güzide illerinden birisinin bu il siyasetini şekillendirdiğini?
Bursa da böyle işte. Azınlık psikoloji midir bunun adı?
Artvin nire Bursa nire?
Ne olacak bu memleketin hali?
Ne olacak bu memleketimizin hali? Herkes bu mantıkla hareket ederse.
Adı yolsuzlukla anılan yakınlar memleketin başını mı daha çok ağrıtır. Bu şahısları o makamlara getirenlerin mi? Yoksa yaptıkları yanına kar mı kalır. Pazarlıklarla; "Tamam Kumbasar görevinden alınacak ama yerine getirilecek isim geçmiş 5 yılın hesaplarını kesinlikle karıştırmayacak..." gibilerden söylentilerle kapı kapatacak olursak.
“Bir iddiaya göre; Bursa İl Milli Eğitim Müdürlüğü bünyesinde birkaç trilyon liralık yolsuzluk dosyaları vardı..” İfadeleri kimin hanesine yazılır. Siyaset acaba ona soyunanlar için millete hizmetin ötesi midir?
Benim gibi düşünenlerin en hassas olduğu konu galiba bu.
Meraka mucib bir durum.
Acaba o günlerde aday olmak için çırpınan ve bugün önemli bir devlet makamında görev yapan o günün çiçeği burnunda taze vekil adayı bugünler için ne düşünür?
Akrabanın akrabaya ettiğini akrep etmez derler.
“İnsanoğlu hilebazdır kimse bilmez fendini, Her kime iyilik yaparsan andan sakın kendini” der bir büyüğümüz .
Başka söze gerek var mı?
İŞTE YAZARIMIZ MEHMET NATIK `A İLHAM OLAN O HABER
cafesiyaset.com (özel)
2007-11-05 Cafe Siyaset
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder