5.03.2012

Resmi İdeolojinin Mantığına Dair



 Bu konu daha önce de tarafımızdan işlenmişti...
Tekrar gibi görülecek ama hatırlatmakta fayda mülahaza edilmiştir zamana ve zemine göre...

Bugün gündemin dışına taşarak 28 Şubat süreci tartışılmaya devam ederken bu süreç ve bu nev’i postmodern(!) ve sair darbelere zemin teşkil eden anlayışın aklına ve oluşumunu mercek altına alalım…

Bakalım başarabilecek miyiz???!!!

Herkesin ve her kesimin tartışmaya ucundan, kıyısından köşesinden başladıkları meselede halen asla taalluk eden meselelerde söz söylemeye çekinilen ve dokunursam yanar diye uluhiyet atfettikleri korumalı alanların varlığını bizim sağır sultan bile biliyor…

Biz de korumalı alanlara girmeyeceğiz… Zaten buna gerek de yok…
Zamanı geldikçe eski defterleri karıştıranlar yakın tarihin bir yerlerinde farklı görüntülere büründürülen, farklı gösterilen ve gizlenmeye çalışılanları bir bir ifşa ediyor…

Gelelim sadede…

Ülkemizde sistemin diğer bir deyişle rejimin mantığı -bilenler bilir- pozitivist akıl üzerine bina edilmiştir...

Pozitivizmin metafizik algıları reddeden ve manevi ve soyut yapıya karşı duruşu göz önünde bulundurulduğunda içinde serpildiği ve geliştiği zaman dilimi ve şartlar çerçevesinde diğer ideolojiler ve ideolojilere öncülük eden akımlar arasında bizim ülkemizde sisteme temel teşkil etmesinin nasıl akıllıca olduğu dikkatli gözlemciler tarafından hemen fark edilir...

Dönemin şartları içerisinde, dini duyguların güçlü olduğu bir iklimde, komünizm gibi ideolojilerin dine savaş açan yaklaşımının kabul görmeyeceği kabul edilirse, dini yaşamayı vicdanlara ve bireysel daireye hapsetmenin yolu elbette ki doğrudan bir ideoloji olmayan bir akıma tutunmaktır...

Osmanlı bakiyesi topraklar üzerine bina edilen genç cumhuriyeti kuran Osmanlı Paşaları da temeli pozitivizm olan ama din dışı her türlü ideolojiden biraz biraz alarak oluşturdukları anlayışla bugün rejime temel teşkil eden resmi ideolojiyi oluşturmuşlardır...

Mevcut ideoloji sistem yapıcıları tarafından ustalıkla şekillendirilmiş dini olmayan her rengi bünyesinde barındırabilmiştir...

Bunu yapan kurucu babalar dini ritüelleri ve kavramları ve dini olan her şeyi aynı ustalıkla ve rahatlıkla kullanmıştır...

Dini hayat ve bu hayata müteallik her husus müessese olarak bir başkanlık bünyesinde kontrol altına alınırken sufi hareketler tarikatların kapatılması suretiyle yeraltına girmeye zorlanmış ve legal yapılar illegalite haline getirilmiştir...

Bir yandan din ve dine dair her şey kişilerin vicdanına vatandaş nezdinde hapsedilirken bir yandan devlet bürokrasisinde görev alanların vicdanına müdahale edilmiş ve dini hassasiyetlere sahip olma asgariye indirilmiş hatta bu yapıda görev alanların dini hassasiyetlere sahip olmaları engellenmiştir...

Bundan başka başkanlık vasıtasıyla camilere tayin edilen imamlar devletin memuru haline getirilmiş ve cuma hutbelerinde ne okuyacakları kendilerine dikte edilmiştir...

Bugün de bu böyledir...

İşin garip tarafı din manen kontrol edilmeye çalışılır ve maaşları devlet tarafından karşılanırken geriye kalan maddi her şey halk tarafından karşılanmaya cebredilmiştir...

Bugün de hal böyledir...

Diyanet İşleri Başkanlığı ile eş zamanlı sayılabilecek zaman diliminde Harbiye Nazırlığı yerine ikame edilen diğer başkanlık vasıtasıyla da ikinci bir kontrol sistemi koruma ve kollama mekanizması harekete geçirilmiştir…

Diğer kurumlar bu ikisinin yanında sade suya tirit mesabesindedir…

Yıllara sari yaşananlar bunun böyle olduğunun göstergesidir…

Hani şu adına demokrasi dedikleri şeyin askıya(!) alınma süreçlerinin her tekrar edilişinde yardımcı unsurlar olarak devreye sokulmalarında kendini göstermesi gibi…

Bundan sonrası ise ideoloji yapıcıların zaman ve zemine göre hayatiyetlerini sürdürebilmek için meseleleri yorumlama kabiliyetlerine kalıyor…

Tabiî ki bir de bunu kalıcı ve toplumun bir kesimine öyle algılatabilme becerisine…

Toplumda ki çok kültürlülük, azınlıklar meselesi daha önce Müslim, gayri müslim kavramları ile karşılanırken etnik isimlendirmeler ön plana çıkmaya başlamış ve tek bir ulus bilinci yaklaşımı farklı etnik yapılara sahip ülkemiz insanı üzerinde bir baskı unsuru gibi rüzgar estirmeye başlamıştır...

Bir yandan müslim teba vatandaş olmaya zorlanırken bir kısmına tek bir etnik yapı dayatılmış ve dağa taşa yazılan yazılarla hem etnik kimlikleri hatırlatılmış hem de bundan vazgeçmeleri dayatılmıştır...

Bu dayatma birlik yerine ayrıştırmanın sembolü olmuştur...

Millet kavramına hayat veren dini algı yerini ulus algısına bırakmış, görünürde herkes tek millet kavramını dillendirirken içten içe etnik dayanışma ve azınlık psikolojisi baskın çıkmış ve kan bağı ve ırki dayanışma zaman içinde toplumun her kesiminde ve devlet idaresinde dahi kendini göstermeye başlamıştır...

Bugün en basit şekliyle hemşericilik şemsiyesi altında tezahür eden yapılanmalar özellikle devletin bürokrasi kesiminde dahi çok rahat gözlemlenebilir...

En basiti hemşericilik olan bu yaklaşım duruma ve konunun, mevkiin hassasiyetine göre daha dar ve geniş kapsamlı yaklaşımlara kendini bırakır...

Dolayısıyla bugün toplumun her kesiminde dokunsan patlayacak olan ve yer yer artık patlayan ve patlamaya namzet bir yapının temelleri böyle oluşmuştur...

Bu hususta liste uzayıp gider...

Bugün sorun olarak karşımıza çıkan ve çıkarılan her mesele bu anlayış neticesinde büyüyüp serpilmiş ve geliştirilmiştir...

Toplumu bir arada tutan sacayakları bir bir kırılırken sadra şifa bir yapının oluşturulması için gerekli adımlar atılması yönünde bir gayret bu yapıyı oluşturanlar cenahında pek görülmez...

Sınıfsız bir toplum yaratmak için yola çıkanlar oluşturdukları elitist bürokratik bir yapıya sahip oligarklarla yollarına bugün de devam etmektedirler...

Bu oligarklar ekonomiye müdahale eden bir burjuvaziye benzer bir yapı oluşturmayı da başarmışlar ve medya camiasından kurdukları bir yapıyı sistemlerine entegre ederek kendi yapılarının sacayaklarını meydana getirmişlerdir...

Siyaset dünyasındaki temsilciler ile yargı ve akademik camia ise bu yapının lojistik ve müdahaleci kanadını oluşturmaktadır...

Oluşan bu yapı sürekli olarak dönüşüme müsait halk kanadından gelen katılımcılarla sağlamlaştırılmaya çalışılmakta ve buna devam edilmektedir...

Bugün tartışılan bir çok meselenin özünde bu yapı vardır...

İlk zamanlarda pek sorun yaşanmayan mevcut yapının sürekliliğinde son zamanlarda katılımcıların geldikleri mahallelerden dolayı zaman zaman sıkıntı yaşansa da, bu alan medya dünyası ile göze çarpan kesim olarak tebarüz etse de vaziyet idare edilmeye çalışılmaktadır...

Halkı asimile etmeye çalışanlar kendi içlerine kabul ettiklerini de asimile etmeye devam etmektedirler...

Dönüşüm ve değişimin zor hale geldiği bir ortamı yaşasalar da iktidar makamında olanların muktedir olmak için ellerinde her türlü argüman mevcuttur...

Zira sırtlarını dayadıkları ve güçlerini aldıkları yegane kesim yine halk ve onların alın teridir...

12 Eylül darbesinden sonra 28 Şubat sürecinin de mahkeme kapılarına davet edilmeye hazırlanıldığı şu günlerde mevcut siyaset ortamına ve siyasilere çok iş düşüyor ve işleri çok zor...

Zira eski dizayn ediciler ve onların şurekası henüz hiç de zayıflamış değiller…

Dolayısıyla “Hani Bin yıl sürerdi on yıl bile sürmedi” sözünü sarf edenler bir yanılsama ve kendilerini kandırmaca ile karşı karşıyadırlar…

Sürekli istim üstünde olan ve gündemi en ufak bir sarsıntıyla dahi allak bullak olan bir ortamda yaşadığımızdan belli olmuyor mu bu???

Bilim ve teknoloji dünyasının duvarlarını aşarak güvenliği sarsan hackerlar gibi sürekli bir ya da iki adım önde gitmeye devam ediyorlar...

Bunu da tartışılan konuları sürekli kendileri belirleyerek yapıyorlar...

Mahalle Baskısı gibi nice meseleyi ortaya atarak tartışma konusu yapmaları ve son olarak servise sundukları mecburi eğitimin kademeli olarak 12 yıla çıkarılması meselesinde olduğu gibi üstelik TÜSİAD destekli gündem oluşturmalarından belli olmuyor mu???

Moda tabirle; söz konusu olan sistemin sahibi bizleriz anlayışına sahip olanlar olunca gerisi onlara göre teferruattır...

Tekrar etmekte fayda var hükümet edenlerin işi çok zor...

Gergef gibi işlemeleri lazım...

Yapı halen çok kırılgan...


Hiç yorum yok: