22.03.2012

Nevruz ve Demir Perdeye Özlem(!)


Eskiden beri dillendirdiğimiz bazı şeylerin bir kısmı aşağıda tekrarlanmış olacak ama yaşananlar değişmeyince örnekler de tazeliğini koruyor…

Nevruz meselesi ve nevruzun mana ve önemine(!) binaen PKK, Siz bunu KKP diye okuyun KCK ve uzantısı BDP tarafından yapılan kutlamalar(!) eski demir perde ülkelerinde yıllardır yapılan kutlamaların ülkemiz gündemine girmesi ile bize özgü olmak üzere hangi şartlar altında nasıl yapıldığını da hatırlattı…

Demir perde ülkelerinde ki bayram algısı ile demir perde yönetimlerini örnek almaya çalışan bizdeki bir takım çevrelerin algısı bir hayli farklı…

Malumunuz soğuk savaş döneminin iki kutuplu(!) dünyasında SSCB tahakkümü altında olan ülkeler baskı, kasvet ve korkuyu çağrıştırdığı için demir perde ülkeleri diye anılırdı...

Adının başında Demokratik veya Halk olan cumhuriyetler silsilesi...

Sanırsınız ki sınırsız özgürlükler her taraftan püfür püfür esiyordu...

Yansıtılan cazibeye nice canlar kapıldı gitti...

Perde yıkılınca da cazibenin enkazdan müteşekkil olduğu anlaşıldı...

Yugoslavya ise bambaşka bir örnektir...

Demir perdenin farklı bir versiyonu olarak Tito'nun ölümüyle rejimin anatomik yapısı deşifre oldu...

Ambalaj hikaye imiş...

Gelinen noktada parçalanmışlık, kan, gözyaşı ve yıllara sari mazisi travma ve tedavisi güç yaralarla dolu ülkecikler...

Ve Bosna'da yaşanan trajedi ve yaşatanlar unutulmazlar arasında yerini almıştır......

Gelelim sadede...

Biz eski zamanlarda yani soğuk savaşın hüküm(!) sürdüğü yıllarda demir perde ülkeleri olarak bu saydıklarımızı biliyorduk...

Ta ki onlar yıkılıncaya kadar...

Perde kalkınca içinde yaşadığımız halkı barındıran güzide ülkemizin demir perde ülkeleri zincirinden bir zincir olduğunu fark ettik... 

Demir perde ülkelerinde halka karşı uygulanan politikaların aslında bizde de birebir uygulandığını, sistemin esnek görüntü altında demir bir yumruk gibi çalıştığını görmek için yakın zaman kadar bakmak yeterli imiş meğerse...

Bugün yaşananların bir kısmına baktığımızda ve geldiğimiz noktada devlet adına hareket ettiğini iddia eden bir takım kurumlar ve kurumları temsil ettiğini iddia eden bürokratların tavırlarına baktığınızda bunu el'an ve dahi halen hissedebiliyorsunuz...

Sadece onların tavırlarında değil onların da katkısıyla güçlerine güç katan iş dünyası, esnaf dünyası ve odalar ile sarı sendikalarda da yansımalar görülüyor...

Onca değişime ve söylenemeyen bir çok hususun söylenebildiği günlere gelmemize rağmen bugün gelinen noktada değişimi korku imparatorluğuna benzetenler var...

Korku imparatorluğunun mirasçıları algıları zorluyor ve halen korku üretmeye çalışıyorlar...

Halk yerse tabii ki!!!

Geçmişin hayaliyle yaşayanlar ve her türlü olumlu isimle güzelliği çağrıştıran görüntülerin altında kanıksanmış hayatlar sürdürmeye zorladıkları idare olarak Hitler Almanyasından tutun da, Mussolini İtalyasını çağrıştıran ve Demir Perde ülkelerinde ki baskıyı hiç aratmayan bir idareyi tanımlamaktan kaçınıyorlar...

Düşünsenize yıllarca Meclis vardı ama vekiller seçilmiyor, atanıyordu..

Bir partiden fazlasına ihtiyaç duyulmuyordu...

Kurulan her parti emirle kuruluyor ve muhalifleri tasfiye için zemin teşkili sağlanıyordu...

Çok partili sisteme geçiliyor ama rakip parti kurucuları tek partinin parti içi muhalefetine kurduruluyordu...

Diğer partiler de parti içi muhalefetin unsurları olmaktan öteye gidemiyordu...

Meclis sisteme meşruluk kazandırmanın ötesinde bir anlam ifade etmiyordu...

Genel Kurula gelen kanunları onaylamanın ve resmi gazeteye göndermenin ötesinde bir görev ifa etmiyordu...

Ama her ne kadar tek parti muhalefetinden yeni partiler doğsa da insan unsuru bu...

Değişimin ve eşyanın tabiatına uygun olan yapısal değişiklerin de önüne geçilemiyor...

Yıllara sari bir süreç bu sorgulanamaz, dokunulamaz, hesap sorulamaz bir süreç bu...

Hesap sorulanın nasıl bize nasıl hesap sorarlar şaşkınlığını yaşadığı ve travma haline dönüşen karışık duyguları içinde barındıran bir ruh hali bu...

Hesap soranın ise hesap sorarken hala kendisine inanamadığı ve bazılarının sakin bir ruh halini muhafaza ederken bazılarının da geçti o günler diye uçtuğu bir ruh hali bu...

Çok az insan ve idareci dışında herkes halen çalıyı dolaşmayı tercih ediyor...

Ama hiç kimse yaşananları unutmuyor ve değişimin ne denli güçlü bir şekilde geliştiğini gözden kaçırmıyor...

Sorunlar, problemler ve meseleler kolayına çözülmüyor...

Özellikle son zamanlarda atılan olumlu adımlar saymakla bitmez…

Eskiden hak olarak dahi zikredilemeyen bir çok husus bugün hak olarak dillendiriliyor ardından da ya iktidar kanalıyla veriliyor ya da çeşitli STK’lar vasıtasıyla veya doğrudan ortak akılla kamuoyu yoklamaları vasıtasıyla halkın kendisi tarafından alınıyor…

Güzide ülkemiz enkaz haline gelmiş bir yapı üzerinden her açıdan her alanı ile şantiyeyi çağrıştıran bir ülke...

Ama gelin görün ki bu yapı değişime direniyor ve eski alışkanlıkları depreşiyor…

Demir perdenin ürünü oldukları artık gözden kaçmayan dar kalıplar içinde siyaset yapan çevreler demir perde içinde kalmaya, adına siyaset yaptıklarını iddia ettikleri halkın bir kısmını da demir perde altında demir yumrukla yönetmeye  devam etmek istediklerini ifşa etmekten kaçınmıyorlar…

Nevruz bahane edilerek  kutlamaların şenliğe değil de gerginliğe dönüştürülmesi başka şekil izah edilemiyor…

Ne işimiz var Afganistan’da diyenlerin zihinlerindeki algılama, anlama ve algı dünyamızda bir karşılık bulmuyor…

Irkçı, etnik kökene dayalı siyaset ve kör bir ideolojik yaklaşımla her şeye muhalefet eden, alternatif bir öneri sunmaktan aciz anlayışlar toplumda kamplaşma sendromlarını tetiklemekten öte bir anlam taşımıyor…

Yeniden imarı bekleyen ülke zorlanıyor ve adına derin denilen sığ yapılar tarafından zorlanmaya devam ediyor...

Yeniden imar o kadar zor ki...

Her yerden engeller çıkıyor ve çıkmaya devam ediyor...

Ve bütün bunların altından kalkmaya çalışan zorlanıyor...

Yeniden imara devam...

Katkıda bulunmaya devam...

Altın vuruşu vuracak olanı gözlemeye devam...

Hiç yorum yok: