29.03.2012

Yeni CHP Dedikleri Ve Cesaret Sahipleri


Eğitimde yeni düzenlemeyle ilgili CHP’nin hali ve tavrı Meclis koridorları dar gelince Tandoğan Meydanına taşındı…

Taşındı ama ne taşınma eğitim için yapılan açık hava grup toplantısı(!) koca koca adamlar tarafından eğitim adına ağza biber sürülecek cinsinden sözlerle protesto edildi…

Hem de ağza biber sürülecek sözler yeni (!) CHP’nin Genel Başkanı tarafından dillendirildi..
Ama bu Genel Başkana ne söylese yakışıyor…

Yeni diye cilalanıp piyasaya servis edilen CHP ile ilgili malumunuz medya dünyasında her şeye rağmen iyiniyetli yaklaşımlarla yapılan güzellemeler var…

Bu güzellemeleri yapanların bir kısmı bir yanılsama içinde olduklarını bilmelerine rağmen acaba şerhiyle “yar ülkedeki değişime bir katkı!” söylemi çerçevesinde hareket ediyorlar…

Bir kısmı ise ciddi ciddi tüm samimi duygularıyla Yeni Genel Başkanın yakıştırdığı yeni CHP ifadesinin rüzgarına kapılıyorlar…

Bu arkadaşlara şunu sormak gerekiyor…

Siz hiç katranı kaynatarak şeker elde edildiğini gördünüz mü???

Eskisi ile yenisi ile CHP’nin bu ülkede yaptığı en güzel(!) şey hayatın her alanına sorun ekmek, sorun üretmek, mayınlı arazi oluşturmak ve bu hali korumak üzere olabildiğince yüksek perdeden muhalefet etmek olmuştur…

Tek parti döneminde önceden muhalif sesleri kıstıkları için zaten her şeyi yapıyorlar ve kimseye söz hakkı tanımıyorlardı…

Çok partili döneme geçilince kurumsal hali tamamladıkları için tecrübelerini konuşturdular…

Sonrasında ise sahiplenme duygusu ile yerleştirdikleri bir takım tabular seslerinin gür perdeden çıkması için yetti de arttı…

Bu zihniyetin ürünleri hayatın her alanına damga vurduğu için seslerinin gür çıkmasını halen sağlayabiliyorlar…

Bunu devam eden Ergenekon ve benzeri davalarda yargılananların ve onları destekleyenlerin cesaretli tavırlarında da görmek mümkün…

Mahkeme heyetlerini çok rahat tehdit edebiliyorlar…
Zira kendilerini yargılayan mahkemelerin zemini yargılananların dayandıkları kurucu zihniyetin ürünü…

Yasalar hakeza aynı mantığın ürünü…

Aslında bu süreci yönetenlerin işi zor… Lakin zor oyunu bozar…

26.03.2012

Devlet Yolsuzluklar ve Hatırşinaslık


Malumunuz Türk Ticaret Kanunu (TTK) yeni haliyle Temmuz 2012 de yürürlüğe girecek…
Ama gizli açık ciddi bir direniş söz konusu… Direnenlerin gerekçeleri Prof. Şükrü Kızılot başta olmak üzere merkez medya(!)nın bazı ekonomi yazarları takip edilerek öğrenilebilir, yeni TTK’nun neden olması gerektiği ile ilgili de sadece ve sadece Süleyman Yaşar’ı okumak sizlere belli bir fikri çok rahat verir…

TTK’nun temel esprisi ekonomik alt yapıdaki yanlışlıkları ve eksiklikleri asgariye indirerek ticari hayata her kesimde oluşan mağduriyetleri önlemek amacıyla düzgün bir rota verebilmektir…

Lakin gelin görün ki ellerinde nalıncı keseri ile ticaret yapan kesimler paylarının azalmaması için ciddi dirençler göstererek yeni kanunu kuşa çevirmek için çaba sarfetmektedir…

Burada mesele yeni TTK aleyhine lobi faaliyeti yürütenlerin TBMM’ni ve özellikle iktidar cenahını etki alanına alarak değişiklik yapmalarına meydan vermemektedir…

Geçtiğimiz günlerde Ak Parti Grup Başkanvekillerinden birisi gözden geçirilebilir mahiyetinde bir ifade kullanmıştı… Yeni Sayıştay yasasında da son anda yapılan değişiklik benzer ifadelerle aynı adres tarafından şu an ki haliyle karşımızda duruyor…

Dikkatlerden kaçırılmaması gereken bir durum olarak kayıtlara geçirilmelidir…

Yasal boşlukları doğru ve katı kurallarla halkın lehine siz doldurmazsanız onu başkaları farklı lobiler adına üstelik halk adına(!) dolduruverir…

Halk adına dedik de aklımıza geldi…

Malumunuz halk adına yetkiler seçilmişler eliyle kullanılırken atanmışlar eliyle de bu yetki yanına devlet adına da denilerek kullanılır…

Bunun en bariz örneği mahkemelerin verdiği kararlarda görülür…

Hakimler kararı bağlarken en başa Yüce Türk Milleti Adına ibaresini kondururlar ve akan suları durdururlar…

Askeri ve mülki erkan da işlerini yaparken ve devlet ve millet için, devlet ve millet adına icra makamlarında bulunduklarını hissettirirler…

Yasaların kendilerine verdikleri yetkileri bu çerçevede kullanırken kendilerine bazıları devlet demekten çekinmez…

Ama bu yetkiler bazen size kamunun yükünü ağırlaştırmak veya devletin ali menfaatleri yerine kişilerin ali menfaatleri olarak dönüverir…

Ya da devleti kendisi sana anlayışlar olarak dönüverir…

Bunun bariz örneği de geçmişte terörist bir saldırıya maruz kalarak yara almadan kurtulan Eski Van Valimizin söylediği sözde saklıdır…

Saldırı sonrası basına beyanat vermiş ve “Devlet dimdik ayakta” demişti…

Allah muhafaza saldırı sonrası ölseydi Devlet upuzun yerlerde mi olacaktı???

Algı ve idrak meselesi işte!!!

Bu algılama  nedeniyle bu makamlar bazen enteresan uygulamalara sahne oluyor…

Gün oluyor bir vali yaşlı bir vatandaşa yaşına hürmeten “buyur baba” diyeceği yerde Devlet her daim babadır mantığıyla “Buyur evladım” diyebiliyor…

Gün oluyor yetkili makamda ki bir atanmış trafikte veya herhangi bir yerde bir vatandaşı gözaltına aldırabiliyor… Örnekleri halen vardır…

Örnek deyince çok eskilerden bir örnek verelim güncellere değinmeden zaman aşımı olsun!!!

Yıl 1978 yer Diyarbakır Bismil genç iki nakliyeci orta Anadolu’da bir ilden taa oralara yük götürmüşler ve Akdeniz sahiline yakın bir yere de yük almışlar, onu yüklemek için şehre gelmişler cadde sokak aralarından geçmişler ve bir yere park etmişler..

Biraz sonra birkaç polis memuru gelmiş ve kamyonun şoförü kim diye sormuşlar ve bu iki gencin bizlerin beyanatı ile apar topar sorgusuz sualsiz gözaltına almışlar…

Suçumuz ne? Ne yaptık? demeleri de fayda etmemiş…

Nezarethanede beklerken karakol amiri gelmiş ve bunları nezarethanede  görünce sormuş siz kimsiniz diye bunlar durumu izah edince polisleri çağırmış sebebini öğrenince daha da kızmış zira gözaltı sebebi kamyonla geçtikleri yol güzergahında  Kaymakamın evinin olması ve ortalığı tozu dumana kattıkları için evin ve balkondaki çiçeklerin toza bulanması imiş…

Hikaye uzun ama o amirin verdiği akılla nezarethaneden çıkmayı başarmışlar, araya ilçenin hatırşinas insanlarını koymayı başararak…

Şoförler Bismil’den ayrılırken “Bir daha da Bismil’e gelmeyiz” demişler…

Hatırşinaslık deyince nereden nereye geliyorsunuz…

Yakın zamanlarda bu sefer doğu illerimizden birinin mülki amiri yaşadığı sıkıntıyı yine hatırşinaslık vasıtasıyla atlatmış…

Malumunuz Özel İdarelerin bütçeleri var ve bütçedeki para da bankalarda vadeli hesaplarda tutulur…

Bu amirimiz ile atandıktan sonra ile yönelik icraatları arasına özel idarenin parasını paranın olduğu bankada vadeli hesaptan vadesiz hesaba çevirme işini de katmış…

Öncelikli masum gerekçe devletin parası devletin bankasında vadeli hesapta mı dururmuş şeklinde imiş…

Gel zaman git zaman devletin bir denetim kurumunun denetçisinin incelemesinde bu durum ortaya çıkmış…

Denetçi ilgililere bunun nedenini sormuş…

Aldığı cevap ise bankanın kendilerine devletin hizmetlerinde kullanmak üzere birkaç araba tahsis ettiği ve bu minval üzere yapılan bazı harcamaları bankanın tahsisatı mesturesinden karşıladığı şeklinde olmuş…

Denetçi bunun üzerine incelemelerine devam ederek geçen süre zarfında vadeli de olması gereken zamanda epey yüklü bir miktar bu işlem neticesinde devletin kaybını tespit etmiş ve raporuna bunu yazmış…

Sonra ne mi olmuş???

Bu mülki amir söz konusu raporu yazan ilgili kurumun koridorlarında epey bir gezindikten sonra söz konusu rapor sonucunun tatlıya bağlanmasını hatırşinas üyeler kanalıyla sağlamış…

Mülki amirin devleti zarara uğratması iyi niyetle yola çıkılma şeklinde ilginç bir gerekçeyle halledilmiş… Ve mesele halledilmek suretiyle mülki amire rahat bir nefes aldırılmış…

İlgili kurumun koridorlarında ve duvarlarında “Canım devletin mülki amiri böyle para pul işlerinden ne anlar? Vadeli hesap vadesiz hesap nedir, nereden bilsin?” cümleleri söz konusu rapora düzeltme yazanların dillerinden yankılanıyormuş…

O mülki amir şimdilerde ise başka bir ilde doğunun güneyinde gönül rahatlığıyla(!) aşkla ve dahi şevkle devletin hizmetinde bulunmaya devam ediyormuş…

Siz cehenneme giden yolun iyi niyet taşları ile örülü olduğunu biliyor musunuz???

Bu tip mülki amirlerden birisi de DMO kanalıyla makamına oldukça pahalı bir tefrişat yaptırmış ama aynı denetçi kurumun incelemesine takılması sonucu o tefrişatı kullanmak kendisine nasip olmamış…

Kendisi şimdilerde merkezde hizmetine devam ediyormuş…

Şereful makam bil mekin…

Bu sözü kendisi de bir mülki amir olan Rahmetli Recep Yazıcıoğlu söylemişti…

Makamı iyi doldurmak lazım… Yoksa halk rahat edemez…

22.03.2012

Nevruz ve Demir Perdeye Özlem(!)


Eskiden beri dillendirdiğimiz bazı şeylerin bir kısmı aşağıda tekrarlanmış olacak ama yaşananlar değişmeyince örnekler de tazeliğini koruyor…

Nevruz meselesi ve nevruzun mana ve önemine(!) binaen PKK, Siz bunu KKP diye okuyun KCK ve uzantısı BDP tarafından yapılan kutlamalar(!) eski demir perde ülkelerinde yıllardır yapılan kutlamaların ülkemiz gündemine girmesi ile bize özgü olmak üzere hangi şartlar altında nasıl yapıldığını da hatırlattı…

Demir perde ülkelerinde ki bayram algısı ile demir perde yönetimlerini örnek almaya çalışan bizdeki bir takım çevrelerin algısı bir hayli farklı…

Malumunuz soğuk savaş döneminin iki kutuplu(!) dünyasında SSCB tahakkümü altında olan ülkeler baskı, kasvet ve korkuyu çağrıştırdığı için demir perde ülkeleri diye anılırdı...

Adının başında Demokratik veya Halk olan cumhuriyetler silsilesi...

Sanırsınız ki sınırsız özgürlükler her taraftan püfür püfür esiyordu...

Yansıtılan cazibeye nice canlar kapıldı gitti...

Perde yıkılınca da cazibenin enkazdan müteşekkil olduğu anlaşıldı...

Yugoslavya ise bambaşka bir örnektir...

Demir perdenin farklı bir versiyonu olarak Tito'nun ölümüyle rejimin anatomik yapısı deşifre oldu...

Ambalaj hikaye imiş...

Gelinen noktada parçalanmışlık, kan, gözyaşı ve yıllara sari mazisi travma ve tedavisi güç yaralarla dolu ülkecikler...

Ve Bosna'da yaşanan trajedi ve yaşatanlar unutulmazlar arasında yerini almıştır......

Gelelim sadede...

Biz eski zamanlarda yani soğuk savaşın hüküm(!) sürdüğü yıllarda demir perde ülkeleri olarak bu saydıklarımızı biliyorduk...

Ta ki onlar yıkılıncaya kadar...

Perde kalkınca içinde yaşadığımız halkı barındıran güzide ülkemizin demir perde ülkeleri zincirinden bir zincir olduğunu fark ettik... 

Demir perde ülkelerinde halka karşı uygulanan politikaların aslında bizde de birebir uygulandığını, sistemin esnek görüntü altında demir bir yumruk gibi çalıştığını görmek için yakın zaman kadar bakmak yeterli imiş meğerse...

Bugün yaşananların bir kısmına baktığımızda ve geldiğimiz noktada devlet adına hareket ettiğini iddia eden bir takım kurumlar ve kurumları temsil ettiğini iddia eden bürokratların tavırlarına baktığınızda bunu el'an ve dahi halen hissedebiliyorsunuz...

Sadece onların tavırlarında değil onların da katkısıyla güçlerine güç katan iş dünyası, esnaf dünyası ve odalar ile sarı sendikalarda da yansımalar görülüyor...

Onca değişime ve söylenemeyen bir çok hususun söylenebildiği günlere gelmemize rağmen bugün gelinen noktada değişimi korku imparatorluğuna benzetenler var...

Korku imparatorluğunun mirasçıları algıları zorluyor ve halen korku üretmeye çalışıyorlar...

Halk yerse tabii ki!!!

Geçmişin hayaliyle yaşayanlar ve her türlü olumlu isimle güzelliği çağrıştıran görüntülerin altında kanıksanmış hayatlar sürdürmeye zorladıkları idare olarak Hitler Almanyasından tutun da, Mussolini İtalyasını çağrıştıran ve Demir Perde ülkelerinde ki baskıyı hiç aratmayan bir idareyi tanımlamaktan kaçınıyorlar...

Düşünsenize yıllarca Meclis vardı ama vekiller seçilmiyor, atanıyordu..

Bir partiden fazlasına ihtiyaç duyulmuyordu...

Kurulan her parti emirle kuruluyor ve muhalifleri tasfiye için zemin teşkili sağlanıyordu...

Çok partili sisteme geçiliyor ama rakip parti kurucuları tek partinin parti içi muhalefetine kurduruluyordu...

Diğer partiler de parti içi muhalefetin unsurları olmaktan öteye gidemiyordu...

Meclis sisteme meşruluk kazandırmanın ötesinde bir anlam ifade etmiyordu...

Genel Kurula gelen kanunları onaylamanın ve resmi gazeteye göndermenin ötesinde bir görev ifa etmiyordu...

Ama her ne kadar tek parti muhalefetinden yeni partiler doğsa da insan unsuru bu...

Değişimin ve eşyanın tabiatına uygun olan yapısal değişiklerin de önüne geçilemiyor...

Yıllara sari bir süreç bu sorgulanamaz, dokunulamaz, hesap sorulamaz bir süreç bu...

Hesap sorulanın nasıl bize nasıl hesap sorarlar şaşkınlığını yaşadığı ve travma haline dönüşen karışık duyguları içinde barındıran bir ruh hali bu...

Hesap soranın ise hesap sorarken hala kendisine inanamadığı ve bazılarının sakin bir ruh halini muhafaza ederken bazılarının da geçti o günler diye uçtuğu bir ruh hali bu...

Çok az insan ve idareci dışında herkes halen çalıyı dolaşmayı tercih ediyor...

Ama hiç kimse yaşananları unutmuyor ve değişimin ne denli güçlü bir şekilde geliştiğini gözden kaçırmıyor...

Sorunlar, problemler ve meseleler kolayına çözülmüyor...

Özellikle son zamanlarda atılan olumlu adımlar saymakla bitmez…

Eskiden hak olarak dahi zikredilemeyen bir çok husus bugün hak olarak dillendiriliyor ardından da ya iktidar kanalıyla veriliyor ya da çeşitli STK’lar vasıtasıyla veya doğrudan ortak akılla kamuoyu yoklamaları vasıtasıyla halkın kendisi tarafından alınıyor…

Güzide ülkemiz enkaz haline gelmiş bir yapı üzerinden her açıdan her alanı ile şantiyeyi çağrıştıran bir ülke...

Ama gelin görün ki bu yapı değişime direniyor ve eski alışkanlıkları depreşiyor…

Demir perdenin ürünü oldukları artık gözden kaçmayan dar kalıplar içinde siyaset yapan çevreler demir perde içinde kalmaya, adına siyaset yaptıklarını iddia ettikleri halkın bir kısmını da demir perde altında demir yumrukla yönetmeye  devam etmek istediklerini ifşa etmekten kaçınmıyorlar…

Nevruz bahane edilerek  kutlamaların şenliğe değil de gerginliğe dönüştürülmesi başka şekil izah edilemiyor…

Ne işimiz var Afganistan’da diyenlerin zihinlerindeki algılama, anlama ve algı dünyamızda bir karşılık bulmuyor…

Irkçı, etnik kökene dayalı siyaset ve kör bir ideolojik yaklaşımla her şeye muhalefet eden, alternatif bir öneri sunmaktan aciz anlayışlar toplumda kamplaşma sendromlarını tetiklemekten öte bir anlam taşımıyor…

Yeniden imarı bekleyen ülke zorlanıyor ve adına derin denilen sığ yapılar tarafından zorlanmaya devam ediyor...

Yeniden imar o kadar zor ki...

Her yerden engeller çıkıyor ve çıkmaya devam ediyor...

Ve bütün bunların altından kalkmaya çalışan zorlanıyor...

Yeniden imara devam...

Katkıda bulunmaya devam...

Altın vuruşu vuracak olanı gözlemeye devam...

19.03.2012

Laik Düzene Darbe!!!


Biraz ironi yapalım istedik…

Almanya dün itibariyle kendine yeni bir cumhurbaşkanı seçti…

Ve Almanlar bunu da yaptı… Yazılı basından konu ile ilgili bir alıntı:

Almanya Federal Meclis’te yapılan seçimde ülkenin 11.cumhurbaşkanı  Joachim Gauck seçildi. 1240 delegenin oy kullandığı seçimde Hristiyan Demokrat Partisi, Sosyal Birlik Partisi, Demokrat Parti ve Yeşiller Partisi’nin ortak adayı Joachim Gauck’un ülkenin yeni cumhurbaşkanı oldu. Eski Cumhurbaşkanı Christian Wulff hakkında yolsuzluk iddiaları nedeniyle başlatılan soruşturmadan sonra istifa etmek zorunda kalması nedeniyle Gauck, bu sembolik koltuğa aday olarak gösterilmişti.  Eski bir papaz olan Joachim Gauck, daha çok Doğu Almanya’da komünizme karşı verdiği mücadele tanındı. Wulff’dan önceki Alman Cumhurbaşkanı Hörst Köhler de Almanya’nın Afganistan’daki misyonuyla ilgili sarfettiği sözlerden dolayı istifa etmişti.

Sembolik de olsa bir cumhurbaşkanlığı makamı var Almanya’da ve haliyle bir cumhurbaşkanı seçiliyor…

Yeni cumhurbaşkanı ile ilgili olarak Dünyanın çeşitli ülkelerinden tebrik ve kutlama mesajları yağarken en değişik tepki Türkiye’den, laik ve ideolojik kaygılarla rejim sahiplenen Kemalist çevrelerden geldi…

Türkiye’deki laik çevreler öncelikli olarak bir bildiri yayınlayarak “geçmişi papaz olan dini kimliğe sahip birisinin sembolik de olsa Almanya’da cumhurbaşkanlık makamına oturması laikliğe vurulan en büyük darbedir” diyerek rahatsızlıklarını dile getirdiler…

Bildiride özetle  “Bu durum apaçık şekilde laik düzenle alay etmektir” şeklinde tepkilerini dillendirdiler…

Atatürkçü Düşünce Derneği başta olmak üzere Türk Solu ve Laikliğin yılmaz savunucusu olan diğer STK’lar bu durumu protesto etmek için Almanya Büyükelçiliği önünde bir gösteri düzenlemeyi ve büyükelçilik önüne üzerinde “Laiklik elden gitmemeli” yazılı bir siyah çelenk koymayı planladıklarını ifade ettiler…

Siyasi arenadan başta CeHaPe olmak üzere diğer Kemalist ve bilumum solcu, salon sosyalisti ve komünist partilerin de desteğini alarak daha büyük bir protesto mitingini de yurdun çeşitli bölgelerinde düzenlemeyi düşündüklerini ifade ettiler…

Katılımın daha geniş olması için laikliğe gönül vermiş marjinal görünümlü olan partilere ve KKP (Komünist Kürt Partisi) -yanlışlık oldu- PKK’nin sonrasında KCK’nin TBMM’deki uzantısı olan partiye de çağrıda bulunacaklarını ifade ettiler…

Bildirinin can alıcı noktası:

Muasır medeniyet seviyesine yükselmek için yüzünü daima batıya dönen bir ülke olarak Avrupai hayat tarzını her fırsatta toplumumuza dayatırken Avrupa ülkelerinin şimdiye kadar ki icraatlarını ve yönetimdeki bir takım uygulamalarını her zaman görmezlikten gelmemize rağmen Avrupa ülkeleri bizim bu hassasiyetimizi görmezden gelmiştir… Bizim kendi ülkemizde halkımıza dayattığımız meselelerde hep esnek bir tavır sergileyerek kendi geçmişlerindeki gelenekleri yaşatmaya devam etmişlerdir…

Monarşik yapılarını muhafaza etmeleri, dini kurumlara ve kiliselere geniş tasarruf hakkı vermeleri, dini okulların serbestçe geniş imkanlarla halkın hizmetinde bulunması ve devlet adamlarının ve parlamenterlerin seçimler sonrası Kutsal Kitaplarına el basarak yemin etmeleri bir nebze de(!) olsa anlaşılabilir, bunları görmezden gelebiliriz ama bir din adamının en ileri ve çağdaş bir Avrupa ülkesi olan Almanya’da Cumhurbaşkanı olması kabul edilebilir bir durum değildir…

Şeklinde özetlenebilir…

Bu çevreler değişik platformlarda yarın biz de bir imamı cumhurbaşkanlığına aday göstermeye kalkışırlarsa bize kötü bir örnekten başka bir şey olmamış olursunuz …

Zaten İHL kökenli bir başbakan var…

Diyanet kadrolarından imamlar devletin diğer idari birimlerine geçmek için çaba sarf ediyorlardı, şimdi buna siz emsal oluyorsunuz…

Sui misal emsal değildir ama yaptığınız da pek yakışık alacak bir durum değildir… şeklinde konuşmaya ve kamuoyu oluşturmaya çalışacaklarını söylüyorlarmış…

Hatta ve hatta CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na ABD’nin etkili yayın organlarında bu hususun yanlışlığıyla ilgili ABD makamları nezdinde AB ülkelerini ve özelde Almanya’yı şikayet eden bir makale yazdırmak için medya aracılığıyla ve çeşitli kulislerle baskı yapmayı bile düşünüyorlarmış…

Gaza getirmek için Kılıçdaroğlu’na da yakışır hani diyorlarmış…

En çok da ülkemizin görsel ve yazılı basınında yeni Alman cumhurbaşkanı ile ilgili övgüler zorlarına gidiyormuş… Adamın din adamı olması, bir papaz olması görmezden geliniyor diyorlarmış…

Bir madalya takmadıkları kaldı diyorlarmış…

Adamın din adamı kimliğinden ziyade insan hakları alanındaki ve eski Doğu Almanya’da komünizme karşı mücadelesinin ön plana çıkarılmasına kızıyorlarmış…

Bir din adamının kızının Almanya’da Şansölye olması halkımızın dikkatlerinden kaçırılmıştı ama bunu nasıl izah ederiz diye sızlanıyorlarmış…

Daha başka bir sürü mazeret…

Zaten AB ülkelerinde ve ABD’den ülkemize her geldiklerinde dinden, diyanetten, dini azınlıklardan, insan haklarından bahsedip duruyorlar, yarın bir gün halkın çoğunluğunun dini ile ilgili baskıları daha çok gündeme getirirlerse bunu kimselere izah edemeyiz diyorlarmış…

Çok rahatsızız çok diyorlarmış…

Durmak yok yola devam…

17.03.2012

Kendilerini Ötekileştirenler



Geçmişten beri dile getirdiğimiz bir husus var…
Ülke meselelerine sebepler üzerinden değil sonuçlar üzerinden bakılıyor…
Hal böyle olunca da tartıştığınız konuları da bu minval üzere tartışılıyor...

Bugüne kadar sürekli gündem oluşturan konuları biraz geriye bakarak tekrar gözden geçirirseniz ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılır...

Eğitimdeki yeni düzenleme ve üzerinde yapılan tartışmalar buna bir örnektir…
28 Şubat ürünü olan kesintisiz eğitime karşı bir rövanş duygusuyla hareket ediliyor izlenimi uyandırılmaya çalışılıyor zihinlerde…
Birileri de buna teşne oluyor…

Çetevari yapılanmanın eşi bulunmaz örneklerini bünyesinde barındıran Ergenekon davası ve benzeri davalarda tutuklu olan zevat üzerinden yürütülen psikolojik harekât…

Adaleti sağlamak yerine yaralamayı kendine ilke edinen icraatlara imza atmaya devam eden yargı konusunda mevcut iktidara getirilen eleştiriler aynı izlenimin verilmeye çalışıldığı başka kulvarlar…

Saymakla bitecek gibi görünmeyen daha nice mesele...

Bu konuların hepsinde tartışmalar özde değil sözde yapılmakta ve sonu gelmez söz ve laf kalabalığında asıl tartışılması gereken husus kaybolup gitmektedir...

Adına ne derseniz deyin ister sistem ister statüko; her daim önce hastalığı icad edip sonra hastayı oluşturmuş; ardında da hekimler(!) bırakın hastalığı tartışmak; hastaya bakmak ve çare üzerinde bile sağlıklı fikir geliştirmemiştir...

Biz yaptık oldu mantığı ile hareket eden bu yapı aynı mantıkla bugün dün destek oldukları her şeye karşı çıkabilmektedir...

Uzun tutukluluk hali ve bu duruma cevaz veren özel yetkili mahkemeler böyledir ve geçmişin DGM’lerinin biraz değişikliğe uğramış halidir. Eskiden de bugün yaşanan bir takım sıkıntılar yaşanıyordu ama tek farkla, o günlerin yargılananları görmezden gelinen kimliklere sahip olanlardı…

Bu ülkenin en büyük eksiği ortak bir akıl çerçevesinde sesin gür çıkması gereken alanların ötekileştirilmesidir…

Buna zemin hazırlayanlar da bugün sesini en üst perdeden çıkaran ve halkın bir kısmını ötekileştirenlerdir…

Geçmişte ötekileştirilenleri temsil edenlerin samimiyetini ve iyi niyetini ve bunun dışında halkımızın her kesiminden yanlışları görerek düzeltme mücadelesi verenlerin yoğun gayretlerini, çabalarını, söylenemeyenleri söyleyerek Korku İmparatorluğu kuranların ezberlerini bozma girişimleri bugün kendini ötekileştirilen konumuna düşürenleri daha da çılgına çevirmektedir…

Bir aralar mezar ziyaretleri, ağlaşmalar, tepkilerin aracı idi…
Bugün ise tehditler gırla gidiyor, kamyoncu Şerifin oğlu sokaklara dökülmekten söz ediyor…

Bütün bunları tezgâhlayan el her ne ise asalet sahibi bu ülkenin tabii reflekslerine sürekli ket vuruyor.

Birileri bölgesinde güç olan bir ülkenin enerjisini içerde kısır çekişmelere kurban eden küçük insanlar rolüne bürünüyor.

Ne bitmez tükenmez bir enerjiymiş bu.
Her gün farklı bir gündem ile cömertçe harcanıyor.
Her şeyi ucuzlattılar, enerjimizi bile.
Halbuki en değerli şeylerimizden birisi enerjimiz.
Gençliğin kıymetini bilemeyen yaşlı bir ruh haline bürünmüş herkes.
Devasa meseleler kısır polemiklere kurban ediliyor.

Bu ülkenin gerçeklerine ters hareket edenler ancak iki şeyle itham edilebilirler.
Bunlar ya bilgi yoksunu ya da art niyetli.
TBMM’nin en kilit en hayati makamlarını ellerinde bulunduran bazı zevat halen hangi amaca hizmet ettiği malum bir zihniyetle halk ile ters düşmeye devam ediyor.
Halkı temsil makamında en tepedeki insanlar savundukları şeyin bile cahili olarak gerginbaz rolüne soyunuyorlar.

Onlara sormak lazım bulunduğunuz makamlara insan eliyle bulaşan şaibelere karşı da bu kadar celalli misiniz?
Korumak istediğiniz küçük olsun benim olsun mantığı ile sizin can damarınız olan halka rağmen kendi bencilliğiniz mi yoksa bütün toplumu kuşatan ve birbirinin ne dediğini anlamaya çalışan bir toplum mu?
Bugün ortamı 
geren açıklamaların sahiplerinin kişi ya da kurum olarak her birisin adı bir şaibe ile anılır hale gelmiş.
Sormak lazım tavrınız herkes için mi yoksa bir kesim için mi diye?

Sivil faşizm türü kavramları literatüre kazandıranlar; eğer her alanda ve herkes için adalet istiyorsanız Adalet bir nalıncı keseri değildir.


13.03.2012

Herkese Yakışan Neyse O


Wikileaks belgeleri ve bu vasıtayla Stratfor gibi gölge CİA olarak anılan kuruluşlardan sızan bilgilerle gündemi belirleyen bir medyamız var artık…

Bu da oldu… Doğum sakattı zaten prematüre olunca gelişimi de haliyle sağlıklı olmadı…

Öteden beri dışarıdan gelen her şeyi tatlı gören bir alt yapı her zaman vardı hep var olacak…

Dolayısıyla Medyanın bir kısmı pek sevilen dedikoducu tarzlı bu işten kendine pay çıkararak kendine yakışanı yapıyor…

Mesela Ahmet Altan Başbakana zavallı derken ve her türlü nahoş sıfatlarla onu tavsif ederken aslında kendisine yakışanı yapıyor…

Bulunduğu yer itibarıyla yazdıklarına ve eleştiri getirdiği konularda serdettiği fikirlere bakıldığında yine kendisine yakışanı yaptığını görebilirsiniz…

Kimseye olduğundan fazla değer vermeyin…

Birileri tarafından yandaş, candaş medya diye tabir edilen kulvarda at koşturan bazı kalemlere iyi bakın öteki mahallenin medyatörlerine eleştiri getirirken pek bir sizi severiz ama böyle olursa değilli cümleler kuruyorlar…

Alttan almaya pek bir özen gösteriyorlar... Duruşları bu olduğu için ancak o kadarını sergileyebiliyorlar…

Bu tipler de kendilerine yakışanı yapıyorlar…
Kimisi eleştirilerini getiriyor ve doğruluğunu kendi planyasından geçirerek Zaten biz de bunun için onları çok sevdik, çok saygı duyduk. İstiyoruz ki hep böyle kalsınlar. Diyor ve kendisine yakışanı yapıyor…
Kimisi de birilerinin ve kendisine laf yetiştirenlerin meziyetlerini sıralayarak tepki çekmemenin en mutena kıyılarında dolaşıyor…
Bu tip zatı muhteremler de kendisine yakışanı yapıyor…
Mesela Demirel siyasi hayatımızın en renkli simasıdır…
O da kendisine yakışanı en güzel şekilde yapıyor…

CHP Genel Başkanını ele alın mesela “Eşkıya Parlamentoda” derken kendine yakışanı yapıyor…
Birileri durumdan vazife çıkarırken kendine yakışanı yapıyor…
Kem sözü sarfedenleri ele alın mesela kendilerine yakışanı yapıyorlar…

Bir de duruşu harbi olan kalemler var lafı sözü eğip bükmüyorlar…
Sahip oldukları değerleri muhafaza ediyorlar ve onlar da kendilerine yakışanı yapıyorlar…
Mesela sürekli olarak farklı görünmeye çalışan ve kendi etrafındakilere evin danası muamelesi yapan aşağılık kompleksini bir türlü üzerinden atamayan tipler vardır…
Bunlar da kendilerine yakışanı yapıyor…
TBMM’deki gruplara bakın herkesin kendisine yakışanı yaptığını görebilirsiniz…
Kabine üyelerine bakın onlarda da aynı şeyi görebilirsiniz…
Yani sözün özü… Eldeki malzeme ne ise o…
Herkes kendine yakışanı yapıyor…
Mesela iftira atmak bir mahareti gerektirir…
Yalan söylemek her babayiğidin harcı değildir…
İkiyüzlülük de öyle…
Adam satmayı herkes beceremez…
Asalet de rezalet de durması gereken yeri bilir…
Yeter ki iki arada bir derede kalmayın…

10.03.2012

Muhalefetiniz Müzmin Olsun!!!


Geçmişte adı Maarif Vekaleti iken vekaletin başındaki  Maarif Vekiline atfedilen  “şu okullar olmasa bu vekaleti ne kadar rahat yönetirdim” sözü darbı mesel gibidir…

Gerçekten de okullar olmasa en kolay yönetilecek bakanlık o günün Maarif Vekaleti şimdinin Milli Eğitim Bakanlığıdır…

Adının başına neden sonradan Milli ibaresinin eklendiği ve neden buna ihtiyaç duyulduğu sorusu da ayrıca hem cevaba ve izaha muhtaçdır…

Bu da ayrı bir mesele ya her neyse… Mayınlı tarla misali bir alan işte geçelim…

Milli Eğitim ve Milli Savunma!!!

Genelkurmay Başkanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı gibi…

İkisinin de başka örneği yok…

Gelelim meselemize…

Şu 4+4+4 kademeli mecburi eğitim meselesi gündeme geldi ve muhalefet muhalefetliğini yapmaya başladı ya…

Siyasileriyle ve siyasi olmayanlarıyla.
Tüsiad’ıyla ve sair STK’yla…
Her türlü muhalif sendikalarıyla...

Benim aklıma 8 yıllık kesintisiz eğitimin yasalaştırıldığı 28 Şubat sonrası kurulan 55. Mesut Yılmaz Hükümeti döneminin Plan ve Bütçe Komisyonu görüşmeleri geldi…

Tasarı o dönemde doğrudan Plan Bütçe Komisyonunda görüşülmüştü hafızam beni yanıltmıyorsa…

Milli Eğitim Bakanı DSP’li Hikmet Uluğbay’dı...

O günlerde tasarının görüşmeleri esnasında da sert tartışmalar olmuştu ama şimdi yaşananlara bakıyorum da o günün muhalefeti gerçekten de çok nezih ve mehabetli bir tavır sergilemiş…

Zira tartışmalar şimdi ki gibi kavga şeklinde olmamış bir değişiklik önergesi mücadelesi şeklinde geçmişti…

Refahyol Hükümetinin ve geçmiş hükümetlerin bazılarının da programında olan zorunlu eğitimin beş yıldan sekiz yıla çıkarılması yönlendirmeli ve hemen hemen planlanmış ve şekillenmişti 5+3 olarak…

54. hükümet olan Refahyol’un  programında  "Zorunlu Eğitim 8 yıla çıkarılacak, öğrencilerin ilgi ve kabiliyetlerine göre çeşitli meslek alanlarında eğitim görebilmeleri için ilköğretimin 2. kademesinde yönlendirme sistemine işlerlik kazandırılacaktır" denilmek suretiyle son şeklini almış gibiydi... 

Sonra ne oldu???

Milli Görüş çizgisinin 70’li yıllardan farklı olarak Başbakanlık uhdesinde yeniden iktidara gelmesiyle dizayn edici zinde güçler tehlikenin(!) farkına vardılar…

Kaybolmasından korktukları otoritelerini yineden tesis etmek için geçmişten kendilerine miras kalan anlayışla her yolu mübah sayarak otoriteyi yeniden ele aldılar(!)…

Haliyle ülke menfaatlerini de askıya aldılar

Kesintisiz eğitimin ülke eğitimine, ailelerin ve öğrencilerin psikolojilerine ve dolaylı olarak ekonomisine ve diğer alanlarına verdiği sıkıntının maddi ve manevi boyutlarını kimse tahayyül edemez…

Yaşadığımız toplumsal bir travma idi…

Bugün o travma hali halen sürmektedir…

İHL’lerin önünü keseceğiz diye meslek liselerini işin içine katan zihniyet bugün kız çocuklarının okullara gönderilmeyeceği bahanesiyle aileleri 12 yıllık mecburi eğitimle korkutuyor…

Örtü bahanesiyle kız çocuklarının okumalarını engelleyen zihniyet bugün kız çocuklarını okula göndermemenin bahanesi olarak 12 yıllık mecburi eğitimi gösteriyor…

28 Şubat süreci bir bakıma böyle bir şeydir aynı zamanda…

Kendi korkuları ile başkalarını korkutmayı sağlamanın yoludur bu…

Dikkat ediyor musunuz???

Ak Parti iktidarının gördüğü muamele 10 yıllık bir mazisi olan bir iktidardan ziyade kökü mazide bir anlayışa karşı yapılan bir muameledir…

Öyle ki özellikle son 30 yılımızı terör ve ekonomi sıkıntılar başta olmak üzere ülkenin sırtındaki her kamburun hesabı bile bu iktidardan sorulabilmektedir…

Teşbihte hata olmasın; sanki şamar oğlanı mübarek…

Vurun abalıya…

Bugün muhalefetin 12 yıllık kademeli eğitime karşı çıkması bize TBMM Genel Kurulunda Anayasanın 141, 142 ve 163. maddelerinin kaldırıldığı günlerdeki CHP’nin muhalif tavrını hatırlatıyor…

Vekiller değişiyor ama CHP hiç değişmiyor…

Genel Başkan değişiyor ama mantık değişmiyor…

Zaman değişiyor ama zihniyet değişmiyor…

Adına yeni diyorlar ama eski değişmiyor…

Muhalefetin diğer kanadı da CHP gibi değişmiyor…

Maskeli Balo!!!

9.03.2012

Ertuğrul Özkök'e METHİYE


28 Şubat vesilesiyle Can Ataklı’nın yaptığı açıklamalar sonrası ataklığının akamete uğramasına neden olan aktörlerden birisi olarak Ertuğrul Özkök yine gündemin orta yerine oturmayı başardı.

Tartışmalar Ahmet Hakan Coşkun üzerinden gırla devam ediyor…

O gün bugün ve öncesi ve sonrası her daim gündemde kalmayı başaran Ertuğrul Özkök’ün yaşayan anısına ithaf etmek adına bu yazdıklarımızı tedavüle koymayı uygun gördük…

Buyrun afiyetle okuyun sade suya tirit niyetine…

Ertuğrul Abi sen muhteşemsin yaaaa!!!


Seni çekemeyenler Amiral gemisinin dümenini terke zorladılar...

Ülkemizi senin gözünden göremeyen gözler senin attığın manşetleri hep senin aleyhinde kullandılar...

En kritik, en sancılı dönemlerde senin attığın manşetleri gereği gibi yorumlayamadılar...

Senin gibi az bulunur bir pop sosyologun mantığını iktidardakiler bile kavrayamadılar...

Sadece iktidardakiler mi tarafı olduğun ulusalcı, salon sosyalisti, rejim bekçisi, solcu ve halkçı geçinen buram buram faşizm kokan zihniyete sahip sadece adı halkçı olan siyasi arenadaki YANDAŞların da seni ve mücadeleni idrak etmekten uzak kaldılar...

Tek kişilik ARMADA gibiydin kıymetini bilemediler...

Her ne kadar Don Kişotvari yel değirmenlerine karşı bir mücadeleyi çağrıştırsa da senin gayretlerin siyasetçi çevren ve tarafın dahi senin kadar gayretli olamadılar...

Dile kolay amiral gemisi lakabını taktıkları kağıt üzerinde sahibi olan patronunun bile benim değil dediği bir gazeteyi 20 yıl yönettin...

Yönetirken ne çileler çektin...
Herkesle uğraştın...

Hani eskiler derler ya yedi düvel diye yedi düvelle mücadele ettin...
Herkesi her kesimi idare etme becerisi gösterdin...

Hatta dümeni terk ettikten sonra resmen ve de aleni buram buram siyasi lider ağzıyla yaptığın bir konuşma ve yazdıkların neredeyse Tuncay Özkan'ı dahi solda sıfıra çekecekti...

Basın camiasından siyasi arenaya yeni bir siyasi lider namzedi transferi mi sorusunu dahi akıllara getirmedin değil hani???

Gün oldu aba altından sopa gösterdin...
Gün oldu gülücükler dağıttın...
Gün oldu pembe tablolar çizdin...
Gün oldu karalar bağladın, karalar bağlattın...

Tam bir kaotisyendin…

Manşetlerinle yaktığın canların haddi hesabı olmadı...
Attığın manşetlerle bazılarına etek giydirdin bazılarının eteklerine zil takıp oynattın...

Sen ki TBMM'nin aldığı bir kararı "411 El Kaosa Kalktı" diye istiskal edebildin...

28 Şubat sürecindeki gayretlerin tarihe tanıklık edecek düzeyde idi...
Neydi o iktidarı silahsız kuvvetlere havale ettiğin manşetin...

Akıllardan silinmeyecek işlere imza attın...

Şu son yıllarda ki mücadelen ise hafızalardan silinmeyecek kareler ve fragmanlarla dolu...

"Vay Şerefsiz" manşetin ise yargısız infazın eşi bulunmaz bir örneğidir...
Bu alanda ödül verilecek olsaydı emin ol kesinlikle o ödüle layık görülürdün...

Nice iktidarlara geçmiş zaman olur ki nizamat verdin…

Geçmişte yaptıklarından aldığın cesaretle yönetmenliğinin son demlerinde Başbakanla yapmayı başardığın –ki ne çabalar sarfetmiştin- röportajını yayınlama zamanın ve bir iki sefer manşet yaparak belaltı vurma prodüksiyonuna dönüştürme çabaların da muhteşemdi…

Başbakanı bile ters köşeye yatırma girişimi her babayiğidin harcı değildir!!!

Bu girişimi tek başına sen becerdin…

Hem yalnız manşetlerin mi???
Yazdıkların da unutulmazlar arasında yerini aldı...

Birinci sayfadan bir iki cümleyle uyandırdığın merak ve sorulu tarzın ile okuyucuyu içeri sayfaya taşımakta gösterdiğin maharet senden başka kimsede kolay kolay tebarüz edemez...

Hele hele her konuda yazma becerin az bulunur bir meziyet...

Bakma sen öyle “dün bu konuda böyle diyordun” diye seni eleştirdiklerine...

Senin balık hafızalı yazı yazma stilini anlayacak kapasite nerede o seni eleştirenlerde...
Sonunda Sit-Com Gazeteciliği falan demeye başladılar ama nerede seni anlayacak kapasite onlarda...
Geç bir kalem...

Senin gazetecilik tarlasına ektiğin tohumların meyveleri öyle kolay kolay yok olmaz...

Bak hiç Zafer Mutlu gündeme geliyor mu???

Sedat Simavi bir sen iki...

Cumhuriyet Gazetesine ekol diyorlar geç bir kalem...
O kulvarda yetişenler bile senin yaptıklarına akıl sır erdiremiyorlar...
Senin yazıların ve manşetlerinle oluşturduğun gündemlere yetişemedikleri için en yoğun eleştirilerin o cenahtan yetişenlerden geldiğinin farkında mısın???

Bu dün böyle idi bugün de böyle...
Hoş senin tarzına en iyi onlar vakıf oldukları için seni can evinden vuran eleştirileri getiriyorlar ama hiç önemli değil sen de can çok...

Bilgisayar oyunu gibisin habire bonus tipi canlanıyorsun..
Küllerinden doğan Anka Kuşu gibisin...

20 yıl aynı gemiye kaptanlık sende müthiş bir empati oluşturmuş...

Hiç bir şey olmamış gibi davranmak müthiş bir şey olmalı...
En ağır eleştirilerden bile pay çıkarabiliyorsun kendine...

Üstelik bir kısmını aynı mantık silsilesi içinde maharetle kullanabiliyorsun...
Herkese cevap vermiyorsun mesela...
Ama herkesi konuşturabiliyorsun...

Baksana Can Ataklı’nın gündeme getirdiği 28 Şubat döneminin Kabine üyesi Bahattin Yücel’i istifaya zorlama meselesi ile refikin ve dükkan işletmecisi gazeteci şerikin Zafer Mutlu ile beraber yine konuşulur oldun…

Hoş!!! Her ne kadar Patronun Aydın Doğan’ın “Eğer Ertuğrul Özkök böyle bir şey söylediyse dünyanın en ahlaksızı ve şerefsizidir. Böyle bir şey söylediyse yarın Türkiye'nin gözü önünde Ertuğrul Özkök'ü idam edelim” gibisinden lafları gündeme damgasını vurdu ise de sen kafanı takmadın…

Her ne kadar eskisi gibi manşetlere direk etki edemesen de -dolaylı etkilerini saymıyoruz-, kişisel olarak gündem oluşturmayı beceriyorsun...


Mehmet Barlas'a bile bir örneği yukarıda ki linkte olmak üzere yeniden ve yeniden yazdırma ihtiyacı hissettirmiştin...
Sen de bir ışık görmüş anlaşılan...

Nasıl bir ışık görmüş olabilir ki???

Seni anlayamadığı besbelli değil mi?

Anlaşılamamak kötü bir şey ama seni gizemli kılan da bu işte...

Bazı ünlü şahsiyetler bu dünyadan göçtükten sonra kıymete binermiş...

Seni temin ederim, -Allah gecinden versin ve çok çok uzun yaşayasın- sen bu dünyadan göçtükten sonra bile senin kıymetini bilenler olmayacak...

Seni hayırla yadecek insan sayısı çok az olacak gibime geliyor...

Senin gibi az bulunur kumaşa sahip nadir insanlar diyeceğim ama senin kumaşına sahip başka insan var mıdır?...

Sen türünün yegane örneğisin...

Sen alanında muhteşemsin, biriciksin...

Kıymetini bil kıymetini ve tadını çıkar...

Senden bahsetmeyi keserlerse asıl o zaman boşluğa düşersin...

Zaten yönetmen koltuğunu bırakmak yeteri kadar etkiledi...

Daha fazla etkilemesine müsaade etme...

İyi gidiyorsun iyi...

Şu bugünlerde tedavülden kalkan dere nehir benzetmesi bile iyi olmasa da senin tarzına uygundu...

Bakma seni tiye aldıklarına...

Ertuğrulum Özköküm...

Muhteşemsin...

Seni kıskananlar çatlasın...

Pop sosyolog!!!

Etrafta şarlayanlara ve sana laf yetiştirmeye çalışanlara aldırma diyeceğim ama sana akıl vermek haddimize değil, sen zaten böyle şeylere aldırmazsın…

Dedim ya iyi gidiyorsun…