26 KASIM 2009 PERŞEMBE
Toplumun Sac Ayakları
MEHMET NATIK'IN İZLENİMLERİ
mehmetnatik1@gmail.com
Blog'umuza alıntıladığımız Ahmet Altan'ın yazısı bana yıllar önce bir gazeteci arkadaşım ile yaptığımız bir sohbeti hatırlattı.
mehmetnatik1@gmail.com
Blog'umuza alıntıladığımız Ahmet Altan'ın yazısı bana yıllar önce bir gazeteci arkadaşım ile yaptığımız bir sohbeti hatırlattı.
28 Şubatın arefesinde diyebileceğimiz günlerdi.
Hatırlayın o günleri...
Süreç kesintisiz devam etmiş ve Güneydoğuda faili meçhullerin ayyuka çıktığı zor zamanlarda sınırlar zorlanmıştı.
Her ne kadar literatüre faili meçhul diye girse de aslında faili malum diye nitelemek daha doğru olur zira tetiği çeken eller ferdi olarak bilinmese de zihniyet olarak hepsi biliniyordu. Sadece korku imparatorluğunun sesini yükselteceklere zarar vereceği endişesi insanları suskunluğun zindanlarına hapsediyordu...
Adına Hizbullah dedikleri vahşetin kitabını yazan bir örgütün Daha çok PKK'ya yönelik operasyonlar için kendine faaliyet alanı oluşturmuş yöre halkının dini hassasiyetlerini kullanarak terör örgütünün halkın değerlerini de hiçe sayması yönündeki pervasızlığına karşı bir savunma mekanizması olarak sahnede yer alması sağlanmıştı...
İlk günlerde adı ve mücadele ettiği kesime karşı duyulan tepki ile ülkenin her yanında dini hassasiyete sahip çevrelerin avam kesiminde sempati uyandırmıştı...
Sempati avam kesimiyle sınırlı kalmamış güya kanaat önderi tabir edilen bazı çevrelerin idarecilerini de etkisi altına almıştı...
Onlar kendilerini iyi bilirler...
Aklı selim sahibi kişiler ise bu örgütün yapılanmasında ve icraatlarındaki anormallikleri görüp ufukta beliren tehlikeyi fark ederek uzak durmayı ve etrafı uyarmayı da ihmal etmemişlerdi.
Lakin bu tavır bir müddet sonra onların da hedef tahtasına koyulmasına bir engel teşkil etmemişti.
Onlara göre uzak duranlar Bush mantığı olarak tebarüz eden ya bendensin ya da karşı taraftan mantığının öncülüğünü yapıyorlardı.
Ne zaman ki aynı inanca sahip olduklarını ifade ettikleri kesimi de hunharca katletmeye başladılar işte film orada koptu...
Örgüt o saatten sonra asıl senaryoyu sahnelemeye başladı.
Önce ilk çıkış yeri olan yörede sonra ülke çapında derin bir nefretin hedefi oldular.
Katliamlar ve uyguladıkları yöntemler insanlık dışı idi..
Sonrası bütün ülkenin gözü önünde cereyan etti.
Top yekün tasfiye...
Hem medyanın acımasız bir aşağılama kampanyasıyla çorap söküğü gibi bütün pislikleri ortaya saçıldı...
Hem de bu tip örgütlenmelerde umulmayan bir acemilik ve sığlığın örneğini sergilediler(!)...
Öyle ki dönemin güvenlik güçleri her türlü dökümana rahatlıkla ulaştılar.
Sanki birileri servis ediyor gibiydi.
Görsel ve yazılı basın ise Hizbullah isminden her bahsettiğinde hizbulvahşet ifadesi ile eşdeğer bir anlam yüklüyordu bu ifadeye...
Maksat hasıl edicilerin amaçlarına hizmet çerçevesinde bunun benzeri zihin kirliliği operasyonları arşivine bir dosya daha ilave ettiler...
Kaçınılmaz bir şekilde Hizbullah kavramı zihinlerde vahşeti çağrıştırır hale gelmişti.
Üstelik oynanan oyunda en ağır bedeli ödeyenler de korkunç cinayetlere kurban gidenler, onları bu anlamsız cinayetlerle kaybetmenin acısını yüreklerinin taa derinliklerinde hisseden ve acılarına hiç ortak bulamayan kayıp yakınları ile toplumun geniş bir kesimi olmuştu...
Dertlerini kimseye anlatamamanın acısını da maalesef ömürlerinin sonuna kadar sinelerinde taşıyacaklar.
Ne korkunç bir travma değil mi?
Acı olan bir şey daha var bu travmaya sebep olanlar hiç bir şey olmamış gibi davranıyorlar...
Halbuki erbabı ve kavramı gerçek anlamından saptıranlar iyi bilir ki vahşetle nitelemenin kendisi bir vahşettir.
Ama maksat hasıl olmuş ve insanlar bu ismi anmaktan korkar hale gelmişler, duyan geniş bir kesimin zihninde ise nefret hisleri uyandırmayı başarmışlardı...
Hatta adı Hizbullah olan yöre halkından vatandaşlar korktukları için mahkeme kararıyla isimlerini değiştirmek cihetine gittiler.
Halen halkın bilinçaltında etkisini sürdürmektedir.
İslam denince terörün algılanması gibi düşünün siz bunu...
İşte böyle bir vasatı yaşadığımız o günlerde henüz olaylar küllenmeye yüz tutmuşken travmayı yaşatan toplum mühendisleri kesiminin ana aktörleri yaptıkları icraatın halka yansımasının etkilerini sonradan gözlemleyerek yanlış giden birşeyler olduğunu fark etmişler ve onlardan birisi gazeteci arkadaşa şöyle bir itirafta bulunmuş...
"Bu toplumu ayakta tutan üç sac ayağı vardı...
Din, tarikatlar ve cemaatlar...
Biz her üçünü de kırmayı başardık...
Lakin yerine ikame etmek istediğimiz şeyler de etkili olmuyor.
İşin doğrusu bu saatten sonra nasıl bir tavır alacağımızı da kestirebilmiş değiliz..."
Evet nasıl bir tavır alacaklarını kestirebilmiş olmadıkları yaşadıklarımıza bakınca belli oluyor...
Birileri hala direnmeye ve topluma deli gömleği giydirmeye çalışıyor...
Ahmet Altan'ın yazısına konu ettiği üçleme bunun tezahürüdür...
Bahsedilen üçleme şimdiye kadar hiç bu kadar güven erozyonuna uğramamıştı...
Maalesef acı olan ne biliyor musunuz?
Bahsi geçen üçlemenin de kavram kaymasına uğramasıyla zihinlerde gerçek algılarından uzaklaşmasıdır...
Bu daha ağır bir travmanın ayak sesleridir.
Ve telafisi uzun zaman alır.
Ülkenin yasama ve yürütme mekanizmaları zaten çok önceden zedelenmiş ve içeriği hem içeriden hem de dışarıdan darbelerle güven kaybına uğratılmıştı.
Bir toplum düşünün ki yaralanmamış tek bir değeri ve kurumu kalmamış...
Halimiz nice olur???
Ama herşeye rağmen yürekler umut taşımaya devam ediyor ve edecek de...
Ayağı çarıklı erkanı harp bunu da atlatacaktır.
Su akar mecrasını bulur...