21.05.2010

Anayasayı Kim İhlal Edince Yargılanmalı?


MEHMET NATIK'IN İZLENİMLERİ

Tuz kokalı gerçekten hayli zaman mı oldu???

Doğrusunu isterseniz bu ülkede bir çok hususta tuzun kokmasının üzerinden hayli zaman geçti...

Farkında olanların kahir ekseriyeti suskunluğu tercih etti...

Sesini yükseltenlerin bazısının sesi cılız kaldı bazıları meramını düzgün ifadelerle anlatamadı...

Kimileri ise anlattığına anlatacağına peşiman oldu...

Her ne ise...

Artık tuzun koktuğunun farkına varanların çoğalması da bir şey...

Tuzun koktuğunu sorgulayanların ve dillendirenlerin çoğalacağı anlamına da gelir bu...

Biz zaman zaman geçmişte acizane ifade etmiştik artık bu ülkede bazı şeylere rastlanamayacak diye...

O süreci yoğun bir şekilde yaşıyoruz...

Her ne kadar yer yer iyi saatte olsunlar pençelerini gösterse de lokal ve çabuk çözülen zayıf bir düğümden öteye gidemiyor bazıları...

Malumunuz eskiden bugün basit gibi görülen bir çok provakatif eylem ses getirirdi...

Şimdilerde yeni hamleler daha karmaşık bir düzen içinde gerçekleşiyor....

Deniz Baykal'a yapılan ve CHP üzerinden dizayn edilmeye çalışılan operasyon gibi...

Lakin bir kısım medya bülten gibi eski alışkanlıklar üzerinden ortalığı ayağa kaldırsa da prematüre bir doğumun işaretleri daha şimdiden belirmeye başladı....

Yine de beklemek lazım...

Gelelim tuzun kokmasına zemin teşkil eden bir kısım Yüksek Yargı mensuplarının yüksek yargı kurumlarındaki makamları dolayısıyla tartışılır hale gelmesine...

Malumunuz yargı mensuplarının bir kısmının geçmişte çok tartışılacak kararlar altına imza attıkları biliniyor...

Bunun bariz örneği çoktur...

Son altmış yılı gözden geçirmeniz kafi...

Gözünüzün önünden bir film şeridi gibi akacaktır bu kararlar...

Bu kararlar hep tartışıldı ama üzerine gidilmedi ya da gidilemedi...

Bu irade hep eksik kaldı ya da görülmedi...

Nedeni ise alınan kararlarla mağdur edilenlerin olayları ve sonuçları hep içselleştirmesiydi...

Yanlış karar yoluyla infaz edilenler hep sonuçları suskunlukla karşıladılar...

Sacit Kayasu örneğine girmeyeceğim zira onun boyutu farklı...

İbretlik bir hadisedir ve aslında gören gözlere ışıktır...

Asıl konu yargının siyaseten verdiği kararlardır...

Zaten karmaşanın ve tartışılır kararların temel nedeni de bu değil midir???

Siyaset...

Düşünün bir kere!!!

Yassıada mahkemelerinde yargılananlar "siz bizi yargılayamazsınız, mahkemeniz meşru değildir, verdiğiniz kararları sonuç ne olursa olsun tanımıyoruz deselerdi" ne olurdu???

Hiç düşündünüz mü???

Ya da Refah Partisi ile ilgili Anayasa Mahkemesinde açılan davaya aynı şekilde itiraz edilseydi???

Darbeler sonrası oluşan hukuk(!) hep tartışılır hale gelirdi...

Çünkü meşru olmayan bir yolla oluşturulmuş olan bir yapı o andan itibaren tartışılmaya başlanırdı...

Çünkü o kararlar adil bir yargılama sonucu adaleti gerçekleştirmekten ziyade darbeye zemin hazırlayanların ayrıcalıklı konumunu güçlendiriyordu...

O sebepledir ki adalet mekanizması adaleti sağlamaktan ziyade ayrıcalıklı konum sahiplerine hizmet etti...

Şimdi bir takım davalarda yüksek yargının verdiği bir takım kararlar o mantığın eseridir...

İşin ilginç yanı alınan kararlar zorlama bir takım gerekçelerle anayasaya ve yasalara rağmen kararlardır...

Alın size bir örnek taze taze dumanı üstünde tütüyor...

Yüksek Seçim Kurulu'nun son kararı ile CHP'nin Anayasa Mahkemesine Anayasa Değişikliği ile ilgili başvurusu üzerine bir hukukçunun değerlendirmeleri...

Bu değerlendirme Memur-Sen Genel Merkezinde yapılan bir söyleşiden aktarılanlar...

Demokrat Yargı Derneği Eşbaşkanı Doç. Dr. Osman Can

'YSK'nın referandum süresini 120 gün olarak belirlemesi zorlama bir karar'' diyor ve devam ediyor:

''Çünkü bu bir seçim yasası değil. Seçim yasalarının değiştirildikten sonra ilk bir yıl içerisinde yapılacak seçimlere uygulanamamasının temel esprisi mevcut iktidarların bu değişiklikler yoluyla kendi lehlerine bir durum yaratarak seçimlere girmelerine engel oluşturmaktı. Anayasa değişikliğinin amacı buydu zaten. Bunun referandumla bir ilgisi yok. Referanduma siyasi partiler girmiyor, referandumla Meclisteki çoğunluklar el değiştirmiyor. Oraya herhangi bir etkisi yok. Böyle bir kararın gerekçesi politik bir gerekçe olarak gözüküyor. Oy birliğiyle alınmış bir karar. Çok tartışmalı, problemli bir konuda oy birliğiyle karar alındığı zaman, burada çok ciddi kuşkular ortaya çıkar. Yani Yargıtayda ve Danıştayda çok politik ve problemli konularda oy birliğiyle kararlar verildiği zaman bunun arkasında nasıl bir politik gerekçe olduğu konusunda bir karine ortaya çıkıyor. YSK açısından da aynı şeyi söyleme imkanı var. Hatalı ve yanlış Anayasa yorumuna dayalı bir karar olduğunu söyleyebiliriz. Ama kararın temyizi yok işte.''

Can, bir gazetecinin CHP'nin Anayasa değişikliğinin esastan incelenmesi istemiyle Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunmasının doğru olup olmadığına ilişkin sorusunu ise şöyle cevaplıyor:

''Bakın 148. maddeyi okuma yazma bilenler açıp okudukları zaman, durum çok net. Yasak alana giren bir kurumsal yetkinin varlığından bahsedemezsiniz. Böyle bir şey olamaz. Anayasa koyucu daha önceki uygulamalara tepki olarak Anayasa Mahkemesinin esasa hiçbir şekilde girmemesini, biçim denetimi yoluyla ya da bu ad altında dahi esas denetimi yapamaması gerektiğine karar vermiş durumda. Böyle bir adım attığınız andan itibaren tamamen ölçüsüz, referanssız alana girmiş oluyorsunuz. Tamamen politik keyfiliğe göre siz karar veriyorsunuz. Bu şu demek oluyor ki, artık mahkeme olmaktan çıkıyorsunuz, ulusal iradeyi mutlak suretle hüküm ve bağ altına alan bir kuruma dönüşüyorsunuz. Artık Anayasa değiştirildiği andan itibaren ulusal irade vardır. Yasa çıkarıldığı zaman ulusal irade yoktur. Ama Anayasa değiştirildiği zaman ulusal irade vardır ve siz artık ulusal iradenin çalışmasını olanaksızlaştırıyorsunuz, bu çok ağır Anayasa ihlalidir. Yani CHP'nin Anayasa Mahkemesine bu davayı götürürken göze aldığı şeyin ne olduğunu biliyor olması lazım. Anayasa Mahkemesi bu konuda bir temayül içerisine girdiği zaman hangi adımları attığını da çok iyi biliyor olması lazım.''

Can, ''Mahkemenin kararı ne olur?'' şeklindeki bir soruya da ''Biçim denetimi dışında bir karar, karar değildir. Çünkü biçim denetiminin dışına taşan bir eylem Anayasa Mahkemesini, Anayasa Mahkemesi olmaktan çıkarır, 11 kişinin bir araya gelerek, kendi siyasi görüşlerini deklare etmesi dışında herhangi bir anlam ifade etmez. Biçim denetimi dışına taşıldığı andan itibaren Anayasa Mahkemesi biter. Nasıl biter? Yetkisiz bir alanda kurum yoktur zaten'' diye cevap veriyor....

Yani diyor ki Yüksek Yargı Kurumları anayasayı ve yasaları ihlal ediyor...

Bu doğrudan şu demektir bu kurumlarda görev yapanlar anayasayı ihlal suçu işliyorlar...

Vermiş oldukları kararların temyizi olmayabilir ama o kararları anayasayı ve yasaları ihlal ederek aldıkları için bu durum anayasayı ihlal suçundan yargılanmaları gerektiği anlamına gelir...

Tuzun koktuğunun farkına daha başka kimlerin varması gerekir???...

O makamlarda oturanlar anayasayı ihlal suçu işler ve işledikleri suçla kalırlarsa adalet nasıl sağlanır bu ülkede???

Kaldı ki bu tür kararların altına imza atanlar erki de tersten okutuyorlar...

Yasama yürütme yargı deniyor ama Yargı yasamayı ve yürütmeyi almış oldukları kararlarla istiskal ediyor, hiçe sayıyor, yok hükmünde kabul ediyor...

Halbuki böyle bir yetki kendilerine verilmemiş...

Oldu olacak Yargıyı başa koyalım isteseniz;

Yargı yasama yürütme olsun...

İsterseniz;

Yargı yürütme yasama olsun...

Yargıçlar talimat versin TBMM o doğrultuda yasa çıkarsın yürütme de bunu uygulasın...

Adalet isimli beyaz giysili kızın elindeki Kılıç da vesayetin istediğini kessin...

Teraziye ve kitaba gerek yok...

NOT: Bu sitede yayınlanan yazılar http://www.sadesuyatirit.com/ da da yayınlanmaktadır.

Bekleriz efendim...

Hiç yorum yok: