26.05.2010

Partizan Medya

Medya medya medya...
Eskilerin tabiriyle basın...
Bir çok anlama gelirdi basın...
Çeşitli çağrışımlar yaptırırdı...
Eskiden Babıali idi..
Sonradan İkitelliye dönüştü...

Kendi içinde mitoz bir hal aldı ve içinde bulundukları fildişi kulelere Medya Towers demeye başladılar...
Eskiden nefesler kokardı açlıktan şimdilerde ise başka kokular geliyor...
Mütareke basınının mirasçılarına iyi bakın örneği çoktur...
Halen açlıktan nefesi kokan var mı bilmem ama mazi ile kıyaslandığında yani sadece gazetecilik yıllara göre nefeslerin kokusu göreceli olarak mutlaka değişmiştir...

Eski tabirle basın yeninin medyasının mazisi malum...

Tarihi kökenini inceleyecek değiliz ama Cumhuriyetin kurulması ile devşirilen ve devinen kısmından başlamak yanlış olmaz...

Ufak tefek Babıali mevkutelerini saymaz isek Sovyetler Birliği Rusyası'nın Pravda'sı gibi devlet ve hükümet sözcüleri gazeteler vardı sesi çok çıkan...

Ankara'da Ulus gibi İstanbul mahreçli Cumhuriyet gibi...

Ulus uzun ömürlü olmasa da Cumhuriyet varlığını şu ana kadar sürdürmeyi başarmıştır...

Ergenekon süreci hayatını nasıl sürdürdüğüne dair bir çok emareyi bu arada gözler önüne sermiştir...

Bir de bunları dışında sonraları vizyona giren ve 60 İhtilalinin zeminine taş döşeyen Akis gibi Dergiler...

Bunların yanı sıra şu an yayın hayatını sürdüren gazetelerin bazıları Hürriyet, Milliyet gibi...
Adı yalnızlaşan Sabah ve Akşam gibi...

Bir de tarihin derinliklerine gömülenler var hiç çıkmamacasına Son Havadis gibi Yeni İstanbul gibi...

Adını burada sayamadıklarımız ve hükmü şahsiyeti kalmayan ve zayıf ve cılız sese sahip olanlar da kusura bakmasınlar...

Yoksa maşaallah'ı var yayın dünyamız öteden beri çok zengindir...

Yeter ki beslenecek damar bulsun...

Geçmişte bazı yazılarımızda sık tekrar ettiğimiz bir söylemi yeniden vizyona sokacağız...

Prematüre basın...

Bizde basın prematüre doğmuştur...

Osmanlı da da böyleydi Genç Cumhuriyette de...

Osmanlı'da azınlıkların elinde olan ilk basın faaliyeti sonraları Resmi Gazeteye dönüşen devlet eliyle çıkan gazete sayılmazsa daha çok yönetime muhalif olarak çıkmaya başlamıştır...

Kaldı ki bu muhaliflik de tartışılır...

Sonuç olarak o günün basın camiası ilk defa devleti aliyeden cumhuriyete geçiş sürecinde boynunda Mütareke Basını yaftası ile dönüşmeye başlamıştır...

Mütareke Basını o günlerde halkın yanında olmadığı için bu isimle müsemma olmuştu...

Ama cumhuriyetle birlikte tek parti yönetiminin sözcülüğünü yaparak yine karşıtlığını muhafaza etmiş ve yanında olmadığı halkın karşısında durmaya devam ederek isim hakkını elde tutmaya devam etmiştir...

Muhaliflik demiştik ya!!!

Cumhuriyet dönemi basın muhalefetini sürdürmüş ama adreste değişiklik olmuştur...

Mütareke Basını muhalefet yeteneğini hiç kaybetmeden hızla yol almış Tek Parti Yönetiminin sıkı sözcüsü olarak bu yönetim anlayışına ters gördüğü her şeye ve halka karşı artan bir refleksle muhalefet etmeye devam etmiştir...

Tek Parti yönetimini yücelten onun icraatlarını öven, eleştirel hiç bir bakışa hayat hakkı vermeyen bir mantık silsilesi içinde yoluna devam etmiştir...

Muhalif gördüğü her düşünceyi ve o düşüncenin savunucularını rejim karşıtlığı ile suçlayarak; o günlerin revaçta suçlamaları olan irtica ve kominizm yandaşlığı ile mahkum edilmesini sağlıyor ve urun söyletmen mantığı ile susturuyorlardı...

Bu halin uzun sürdüğü herkesin malumu...

Bu mantık aslında bağımsız bir basın camiası yerine tek parti zihniyetinin temsilcisi yandaş bir medyanın tohumlarını o zamandan atmıştı...

Aynı zihniyet çok partili süreçten sonra halka rağmen tavrın yanında yer alarak sıkı bir darbeci olarak tezahür edecek ve zihninde oluşturduğu kodlarla vesayetçi rejimin yanında yer alarak bu sistemin karşısında yer alan herkesi farklı isimlerle suçlayarak mahkum etmeye devam edecekti...

Bu arada gazete sayısı çoğalsa da vesayetçi rejimi savunan gazeteci güruhu değişmeyecek ve çok sesli(!) bir ortamda farklı gazetelerin bünyesinde halkı dizayn etmeye çalışanların yanında yer almaya devam edeceklerdi...

Sınırlı sayıda farklı sese sahip olarak boy gösteren gazete ve gazeteciler ise bu camianın suçlamalarından nasibini alarak çeşitli yaftalamalara maruz kalacaktı...

Bunlar önceleri irticacı, kominist sonraları ise zaman ve zemine göre isim ve yafta değişikliğine maruz bırakılarak dışlanma kategorisine tabi tutulacaklardı...

Darbelerin aleni olarak savunulmaya başlandığı ve desteklendiği 60'lı yıllar ve 80'li yıllar arasında bu tavır pervasız ve pertavsızca sürdürüldü...

Kimse bu suçlamalar karşısında bir kaç cılız ses hariç gerekli iradeyi gösteremiyordu...

12 Eylül darbesi sonrasında da aynı tavır meşru hükümetlerin icraatları ve boy göstermeye başlayan farklı sese sahip basın camiası üzerinde kılıç gibi sallanmaya devam etti...

Bu sefer suçlamalar ve yaftalamalar bölücü yayınlar ve dinci basın söylemi üzerinden dillendirilmeye başlandı...

12 Eylül öncesinde toplumda kamplaşmaya ve kutuplaşmaya yol açan olaylar silsilesinde bu tek sesli basının rolü yadsınamaz ve açık bir şekilde görülür...

Toplumda işlenen nice cinayetlerde bu basının kirli propagandasının kirli elleri görülür...

Her renge bürünmeleri ise boyalı basın tabir edilen sisteme geçişte kendini daha bariz olarak hissettirmeye başladı...

Bu aynı zamanda Babıali'nin İkitelli'ye dönüşmesine de ön ayak olmuştu...

Ahlaki değerlere ket vuran Tan Gazetesi ve benzeri bulvar gazeteleri 12 Eylül sonrası boyalı dönüşümün değişik bir versiyonu olarak boy göstermeye başladı ve kaynak aynı menba idi...

Üç değişik kategoride yayın hayatını sürdüren bu gazeteler Cumhuriyet Gazetesi nezdinde siyah beyaz ve elit(!), Hürriyet ve benzeri gazeteler bünyesinde renkli ve geniş orta kesim(!) ve Tan gazetesi bünyesinde daha alt toplum katmanlarına(!) hitap edecek şekilde dizayn edildi...

Ortak noktaları karşılarında gördükleri kendilerine muhalif düşüncelerin hislerine tercüman olan her basın yayın organını aynı şekilde yaftalamak idi...

Şüphesiz ki bu yaftalama iktidarlarla ve iktidardaki siyasetçilerin yapısı ile alakalıydı...

Refahyol iktidarı ile basın camiasında yaftalama daha bariz hissedilmeye başlandı...

O günlerin ilk armağanı Dinci Basın söylemidir...

Kendileri vesayetçi sistemin yılmaz savunucuları olması hasebiyle devlet ve hükümet ayrımı da dahil olmak üzere toplumu kamplara bölmenin yolunu yaptıkları suçlamalar ve söylemleri ile yavaş yavaş genişletiyorlardı...

Halkın bir kısmını irticacı ve bölücü olmakla suçlayan vesayetçi rejim uzun süredir dillendirdiği iç düşman söylemini bu basın yoluyla halkın üzerinde baskı aracı olarak kullanıyordu...

Korku imparatorluğunu kuranların sesi ve tellallığını yapmak ise bu şimdi İkitelli Medyası tabir olunan imparatorluğuna düşüyordu...

Bu ülkede her şey değişti ama bu zihniyete sahip sistem ve sistemin savunucusu medya değişmedi...

Günümüze gelecek olursak...

Tek Parti zihniyetli vesayetçi rejim yandaşı olan bu yapı Ak Parti hükümetleri ve yeni siyasi tarz karşısında daha çılgın bir şekilde boy gösterdi...

Bugün karşılarındaki medya dünyasına da rejimi savunmak adına bir isim taktılar...

Yandaş medya...

Eskiden dinci basın diyorlardı...

Şimdi ise karşılarına her türlü vesayete, baskıcı anlayışa karşı çıkan çok sesli bir medya camiası çıkınca Dinci Basın söylemi güdük kalacaktı...

Zira savundukları sisteme karşı çıkan değişik bir yapı oluşmuştu...

Kaldı ki bu yapıya dahil olan bu yeni kesim uzun zaman aynı camia içinde kalem oynatmış bir kesimden oluşuyordu...

Savundukları her söylemin ve yaftalamak için kullandıkları her kelimenin karşılığı kendi mantıklarını iyi bilen bu kalem erbabı tarafından daha rahat bertaraf ediliyordu...

Ergenekon süreci bu yapıyı deşifre etmede önemli bir süreçtir...

Ve en son olarak CHP'de Deniz Baykal üzerinden kirli bir icraatla düğmesine bastıkları yeni oyunla Kurultayların Partisi CHP'nin taze Genel Başkanı Halk(!) Adamı Kemal Kılıçdaroğlu sayesinde kendilerini buldular...

Yıllardır muhalif gördükleri medyayı çeşitli isimlerle yaftalayan bu İkitelli Medyası sonunda çılgınca bir anlayışla Deniz Baykal'ı tarihin derinliklerine gömme senaryosunun üzerinden Kral öldü yaşasın yeni Kral vaveylaları atarak kendi isimlerini de boyunlarına astılar...

Yandaş medya(!) Kurultayda şahit oldukları ruh haline isim bulmakta gecikmedi...

Oyun artık deşifre edilmişti...

Partizan Medya...

Vatana millete hayırlı olsun...

Kalıcıdır ve doğrudur...

Partizan Medya söylemi tarihe kayıt düşmüştür artık...

24.05.2010

Kılıçdaroğlu ilk kez makam koltuğuna oturmuş!!!



Kılıçdaroğlu ilk kez makam koltuğuna oturdu


MEHMET NATIK'IN İZLENİMLERİ


CHP'nin yeni lideri Kemal Kılıçdaroğlu, partinin eski Başkan Deniz Baykal'ın koltuğuna oturdu.

CHP Genel Merkezi'ne gelen Kılıçdaroğlu, burada 12.kattaki makam odasına Genel Sekreter Önder Sav ile birlikte girdi. Gazetecilere burada poz veren Kılıçdaroğlu daha sonra Baykal'dan boşalan genel başkanlık koltuğuna oturdu. Kılıçdaroğlu burada yaptığı açıklamada, "Sizler beni burada otururken değil halkın içinde gezerken göreceksiniz.'' dedi.

Basın mensuplarına da kısa bir açıklama yapan Kılıçdaroğlu, Türkiye’yi sıkıntılardan kurtarmak, partiyi iktidara taşımak için mücadele edeceğini söyledi. Toplumun her kesiminde sorun olduğunu iddia eden Kılıçdaroğlu, "Eleştirileri saygıyla karşılıyorum" şeklinde konuştu.

Eleştirileri saygıyla karşılıyorum ifadesini bir tarafa kaydediyoruz...

Küçük bir girizgah yapalım hani derler ya ufaktan ufaktan diye...

Medyanın deve dişi gibi anlı şanlı köşeyazarları ve köşecileri ve dahi bilumum yorumcuları Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en kurultaycı, en statükocu, en halkçı, en devletçi, en laikçi, en bilumum eksantirik sıfatların sahibi, sonradan solcu tuhaf jargonların sahibi CHP'nin çiçeği burnunda, birden bire kucağına atılıveren Genel Başkanlık koltuğuna oturtulan Kemal Kılıçdaroğlu ile ilgili her türlü yorumu, eleştiriyi, yağlamayı, ballamayı, bağlamayı, gaz vermeyi yaptı...

Ve bize düşen bir şey kaldı mı diye düşünerek bu yazı kaleme alındı...

Şu dünyanın işleri pek garip...

Cumhuriyetin kurucu babalarının rejimi tesis ettikten sonra idareyi kurumsal bir yapı içinde götürmeleri gerektiği zarureti hasıl olunca kurdukları CHF'nın CHP'ne dönüştürülmüş günümüz versiyonunun başına tenkile ve dilimizin söylemeye varmadığı, artık önceden de sonradan da herkesi malumu muameleye tabi tuttukları Dersim yöresinin bir evladını getirdiler...

Hesaplamacıların hesap hatası yapma ihtimali var mı yok mu???

Göreceğiz...

Yeni genel başkanın kendi kimliğini ispat etmesini beklemeden, hangi yakıştırmayı yapacaklarını şaşıran medya tellallarının Gandi, Ecevitin yeni versiyonu, halkçı falancı filancı tiplemelerinin etrafa saçtığı ışık altında önümüzü görmeye çalışıyoruz...

Çiçeği burnunda Genel Başkan kendisine yapılan yakıştırmaları reddetmeyerek yan cebine koymayı tercih etse de kendini halkçı olarak tanımlamaya şimdiden başladı...

Kurultayda yaptığı konuşma herkesin üzerinde hem fikir olduğu bir mantıksızlık silsilesi çevresinde cereyan etti...

Dağınıklık içinde bir çok çevreye mesajlar gönderildi...

Yeni kurulan bir partinin vaad çıkınından çıkan sözlerden tutun da fukara edebiyatına varıncaya kadar bir çok şeyi barındırıyordu...

Bir gerçek vardı konuşma içerinde o da elit parti seçmeni olan cumhuriyet burjuvasini(!) oluşturan zengin ve statükocu kesimin dışında herkese vaad vaad vaad...

Bu kesim uygun bir zaman ve zeminde kendisini sigaya çeker nasılsa...

Ne de olsa imajmaker olarak şu an ihtiyaç duyuyorlar kendisine...

Bu gidişle Karabulut olan soyadını eşkiya dedeye nispet Kılıçdaroğlu'na çeviren Gandi Kemal'e Vaaddaroğlu derlerse şaşırmayız...

Her neyse herkes CHP'nin hala Nasıl Genel Başkan Oldum!?şaşkınlığını üzerinden atamayan ve yüzünden çok rahat hissedilen yeni Genel Başkanı hakkında bir çok şeyi söyledi...

Biz bir şey söyleyeceğiz...

Halk halk diyor ya onunlu ilgili...

Bürokrasi hayatı bizi çok ilgilendirmiyor...

Orada halkla bütünleşecek ne yaptığı herkesin meçhulü...

CHP Genel Başkanı'nın halkçılığına dair geçmişte iz sürenler pek bir şeye rastlayamıyorlar...

SSK Genel Müdürlüğü zamanında akrabayı taallukatı işe aldığına dair iddialar sürekli dillendirildi...

Halkçılıktan anlaşılan buysa o Halkçı Ecevit'in kasketini giysin vatandaş da şapka çıkartsın...

Sonraları Vavek Derneği Başkanı olarak vergi takipçiliği yaptığı dönemler halkçılıksa bu da iyi...

İş Bankası Yönetim Kuruluğu üyeliği elit çevreye ısınma turlarıdır bence...

Burada da halkı göremezsiniz...

Vekilliği dönemine gelince bakın orada duracaksınız işte...

Cumhuriyet Halk Partisinden milletvekil olup da halktan bu kadar uzak duran birisine ben rastlamadım...

Mehmet Natık nereden çıktı bu demeyin...

Ser de Meclis koridorlarında dolaşmışlık var...

Kemal Bey'in ziyaretçileri arasında halktan ve memleketinden ve seçim bölgesinden bir tek ziyaretçiye rastlayan çıkmazdı...

Ziyaretçileri genellikle bürokrasi koridorlarında gezindiği dönemlere ait ayak izlerini takip ederdi...

İltifat da Sayın Vekilim değil bürokraside uzmanlık gerektiren alanlarda kıdemi düşük olanların kıdemlilere hitap tarzı ile olurdu...

"Üstat" şeklinde...

Ben canlı şahidiyim... Nereden çıktı bu diye zihninize soru işareti gelmesin...

Kemal Bey'in her ne kadar İstanbul Milletvekili olsa da Tunceli'li olduğunu bilip de Güneydoğu seçmenini yakından tanıyanlar yöreden hiç ziyaretçi gelmemesine şaşırırlardı...

Hele hele Kamer Genç'in ziyaretçi trendini bilenler için bu daha da meraka mucipti...

İşte bu meraka muciplerin maiyyetinde aslan gibi çalışanına Kemal Bey'in neden memleketinden veya seçim bölgesinden ziyaretçisi gelmiyor sorusuna verilen cevap çok açıktı...

"Kemal Bey'in vatandaşla pek işi olmaz kendisi teknik çalışır!!!..."

Teknik dediği şey yani yazı çizi komisyon adamıdır, vatandaşın ve halkın problemleri ile ilgilenemez zaten vakti de yok!!!

Zaten kendileri de önceleri TBMM Plan Bütçe Komisyonu üyesi idiler...

Grup Başkanvekili olmadan önce...

Şimdi ise Genel Başkan ve halkçı oldular...

Artık kendileri hem teknik hem de halkçı takılacaklar...

Ne zamana kadar???

Bugün yelkene rüzgar pompalayanlar geminin rotası ile ilgili yeni kaptanla alacakları yolu görene kadar???

CHP'de ipler, dümen, kaptan köşkü öyle her ele, herkese kolay teslim edilmez...

Edilse de miş gibi yapılır...

Kanla irfanla kurduk biz bu cumhuriyeti diyen bir neslin ahfadıyız biz...

Yok öyle!!!


21.05.2010

Orgeneral Başbuğ


MEHMET NATIK'IN İZLENİMLERİ

19 Mayıs vesilesi ile yine konuştu...

Eskiden bazen endişelenir, telaşa kapılırdım...

İçime daral gelirdi... Yine herkes eleştiri için sıraya girecek diye...

Canım ne gerek var strese girmeye...

Koskoca Genelkurmay Başkanı...

Ne dediğini bilmeyecek biri değil ya...

Elbette bir bildiği vardır diye düşünmeye başladım artık...

İlk konuşmasını hatırlıyorum...

Felsefi ve sosyolojik derinlikli bir konuşma içeriğine sahip imajı vardı...

Habermas'tan falan alıntılarla süslenmiş çok ağdalı bir konuşmaydı...

Konuşmanın özeti olarak bu ülkeye demokrasi getirmeye kalkışılmaması gerektiği anlamını çıkarmıştım...

Şimdi ki konuşmasına da baktım doğrusu ne dediğini anlamakta zorluk çektim...

Ama galiba Anayasanın 24. Maddesine herkes uysa ortalık güllük gülistanlık olurmuş...

O zaman herkes 24. Maddeye uysun diye bir talimat verelim...

Uyulmazsa ne olur???

Sıkıntı olur...

Mesela...

Örnek verecek olursak...

Demek ki şu anda darbecilik vesair suçlamalarla mahkeme huzurunda yargılanan mütekaid ve muvazzaf bir takım silahlı ve silahsız bürokratlarında içinde bulunduğu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları 24. Maddeyi ihlal ettikleri ve yasanın amir hükmüne uymadıkları için mapusane damlarını doldurdular, hastane odalarını mesken tuttular ve mahkeme salonları mahkeme salonları ve adliye koridorlarını ikinci adres yaptılar...

Bak sen şu işe???

Canımızdan can gidiyor...

Buna yürek dayanır mı???

Her ne kadar anlamakta zorlandığımı ifade etsem de bu sefer ki konuşma da aydınlatıcı bir konuşma olmuş gibi...

Yargılananların neden dolayı mahkeme kapılarında olduğuna dair iddia edilecek yeni bir söyleme sahip olacağız galiba...

Darısı 148. Maddeyi ihlal edenlerin başına...

Ayrıca bir temenni!!!

Sayın Orgeneral'in konuşmak için her fırsatı değerlendirmesi iyi olacak kanaatimizce önceleri ilgi kurmakta zorluk çekilse de topluma bir takım gerçekleri anlatmak açısından aydınlatıcı oluyor...

Umarım emeklilik günlerinde de konuşmaya devam eder...

Şurada bir şey kalmadı zaten..

Anayasayı Kim İhlal Edince Yargılanmalı?


MEHMET NATIK'IN İZLENİMLERİ

Tuz kokalı gerçekten hayli zaman mı oldu???

Doğrusunu isterseniz bu ülkede bir çok hususta tuzun kokmasının üzerinden hayli zaman geçti...

Farkında olanların kahir ekseriyeti suskunluğu tercih etti...

Sesini yükseltenlerin bazısının sesi cılız kaldı bazıları meramını düzgün ifadelerle anlatamadı...

Kimileri ise anlattığına anlatacağına peşiman oldu...

Her ne ise...

Artık tuzun koktuğunun farkına varanların çoğalması da bir şey...

Tuzun koktuğunu sorgulayanların ve dillendirenlerin çoğalacağı anlamına da gelir bu...

Biz zaman zaman geçmişte acizane ifade etmiştik artık bu ülkede bazı şeylere rastlanamayacak diye...

O süreci yoğun bir şekilde yaşıyoruz...

Her ne kadar yer yer iyi saatte olsunlar pençelerini gösterse de lokal ve çabuk çözülen zayıf bir düğümden öteye gidemiyor bazıları...

Malumunuz eskiden bugün basit gibi görülen bir çok provakatif eylem ses getirirdi...

Şimdilerde yeni hamleler daha karmaşık bir düzen içinde gerçekleşiyor....

Deniz Baykal'a yapılan ve CHP üzerinden dizayn edilmeye çalışılan operasyon gibi...

Lakin bir kısım medya bülten gibi eski alışkanlıklar üzerinden ortalığı ayağa kaldırsa da prematüre bir doğumun işaretleri daha şimdiden belirmeye başladı....

Yine de beklemek lazım...

Gelelim tuzun kokmasına zemin teşkil eden bir kısım Yüksek Yargı mensuplarının yüksek yargı kurumlarındaki makamları dolayısıyla tartışılır hale gelmesine...

Malumunuz yargı mensuplarının bir kısmının geçmişte çok tartışılacak kararlar altına imza attıkları biliniyor...

Bunun bariz örneği çoktur...

Son altmış yılı gözden geçirmeniz kafi...

Gözünüzün önünden bir film şeridi gibi akacaktır bu kararlar...

Bu kararlar hep tartışıldı ama üzerine gidilmedi ya da gidilemedi...

Bu irade hep eksik kaldı ya da görülmedi...

Nedeni ise alınan kararlarla mağdur edilenlerin olayları ve sonuçları hep içselleştirmesiydi...

Yanlış karar yoluyla infaz edilenler hep sonuçları suskunlukla karşıladılar...

Sacit Kayasu örneğine girmeyeceğim zira onun boyutu farklı...

İbretlik bir hadisedir ve aslında gören gözlere ışıktır...

Asıl konu yargının siyaseten verdiği kararlardır...

Zaten karmaşanın ve tartışılır kararların temel nedeni de bu değil midir???

Siyaset...

Düşünün bir kere!!!

Yassıada mahkemelerinde yargılananlar "siz bizi yargılayamazsınız, mahkemeniz meşru değildir, verdiğiniz kararları sonuç ne olursa olsun tanımıyoruz deselerdi" ne olurdu???

Hiç düşündünüz mü???

Ya da Refah Partisi ile ilgili Anayasa Mahkemesinde açılan davaya aynı şekilde itiraz edilseydi???

Darbeler sonrası oluşan hukuk(!) hep tartışılır hale gelirdi...

Çünkü meşru olmayan bir yolla oluşturulmuş olan bir yapı o andan itibaren tartışılmaya başlanırdı...

Çünkü o kararlar adil bir yargılama sonucu adaleti gerçekleştirmekten ziyade darbeye zemin hazırlayanların ayrıcalıklı konumunu güçlendiriyordu...

O sebepledir ki adalet mekanizması adaleti sağlamaktan ziyade ayrıcalıklı konum sahiplerine hizmet etti...

Şimdi bir takım davalarda yüksek yargının verdiği bir takım kararlar o mantığın eseridir...

İşin ilginç yanı alınan kararlar zorlama bir takım gerekçelerle anayasaya ve yasalara rağmen kararlardır...

Alın size bir örnek taze taze dumanı üstünde tütüyor...

Yüksek Seçim Kurulu'nun son kararı ile CHP'nin Anayasa Mahkemesine Anayasa Değişikliği ile ilgili başvurusu üzerine bir hukukçunun değerlendirmeleri...

Bu değerlendirme Memur-Sen Genel Merkezinde yapılan bir söyleşiden aktarılanlar...

Demokrat Yargı Derneği Eşbaşkanı Doç. Dr. Osman Can

'YSK'nın referandum süresini 120 gün olarak belirlemesi zorlama bir karar'' diyor ve devam ediyor:

''Çünkü bu bir seçim yasası değil. Seçim yasalarının değiştirildikten sonra ilk bir yıl içerisinde yapılacak seçimlere uygulanamamasının temel esprisi mevcut iktidarların bu değişiklikler yoluyla kendi lehlerine bir durum yaratarak seçimlere girmelerine engel oluşturmaktı. Anayasa değişikliğinin amacı buydu zaten. Bunun referandumla bir ilgisi yok. Referanduma siyasi partiler girmiyor, referandumla Meclisteki çoğunluklar el değiştirmiyor. Oraya herhangi bir etkisi yok. Böyle bir kararın gerekçesi politik bir gerekçe olarak gözüküyor. Oy birliğiyle alınmış bir karar. Çok tartışmalı, problemli bir konuda oy birliğiyle karar alındığı zaman, burada çok ciddi kuşkular ortaya çıkar. Yani Yargıtayda ve Danıştayda çok politik ve problemli konularda oy birliğiyle kararlar verildiği zaman bunun arkasında nasıl bir politik gerekçe olduğu konusunda bir karine ortaya çıkıyor. YSK açısından da aynı şeyi söyleme imkanı var. Hatalı ve yanlış Anayasa yorumuna dayalı bir karar olduğunu söyleyebiliriz. Ama kararın temyizi yok işte.''

Can, bir gazetecinin CHP'nin Anayasa değişikliğinin esastan incelenmesi istemiyle Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunmasının doğru olup olmadığına ilişkin sorusunu ise şöyle cevaplıyor:

''Bakın 148. maddeyi okuma yazma bilenler açıp okudukları zaman, durum çok net. Yasak alana giren bir kurumsal yetkinin varlığından bahsedemezsiniz. Böyle bir şey olamaz. Anayasa koyucu daha önceki uygulamalara tepki olarak Anayasa Mahkemesinin esasa hiçbir şekilde girmemesini, biçim denetimi yoluyla ya da bu ad altında dahi esas denetimi yapamaması gerektiğine karar vermiş durumda. Böyle bir adım attığınız andan itibaren tamamen ölçüsüz, referanssız alana girmiş oluyorsunuz. Tamamen politik keyfiliğe göre siz karar veriyorsunuz. Bu şu demek oluyor ki, artık mahkeme olmaktan çıkıyorsunuz, ulusal iradeyi mutlak suretle hüküm ve bağ altına alan bir kuruma dönüşüyorsunuz. Artık Anayasa değiştirildiği andan itibaren ulusal irade vardır. Yasa çıkarıldığı zaman ulusal irade yoktur. Ama Anayasa değiştirildiği zaman ulusal irade vardır ve siz artık ulusal iradenin çalışmasını olanaksızlaştırıyorsunuz, bu çok ağır Anayasa ihlalidir. Yani CHP'nin Anayasa Mahkemesine bu davayı götürürken göze aldığı şeyin ne olduğunu biliyor olması lazım. Anayasa Mahkemesi bu konuda bir temayül içerisine girdiği zaman hangi adımları attığını da çok iyi biliyor olması lazım.''

Can, ''Mahkemenin kararı ne olur?'' şeklindeki bir soruya da ''Biçim denetimi dışında bir karar, karar değildir. Çünkü biçim denetiminin dışına taşan bir eylem Anayasa Mahkemesini, Anayasa Mahkemesi olmaktan çıkarır, 11 kişinin bir araya gelerek, kendi siyasi görüşlerini deklare etmesi dışında herhangi bir anlam ifade etmez. Biçim denetimi dışına taşıldığı andan itibaren Anayasa Mahkemesi biter. Nasıl biter? Yetkisiz bir alanda kurum yoktur zaten'' diye cevap veriyor....

Yani diyor ki Yüksek Yargı Kurumları anayasayı ve yasaları ihlal ediyor...

Bu doğrudan şu demektir bu kurumlarda görev yapanlar anayasayı ihlal suçu işliyorlar...

Vermiş oldukları kararların temyizi olmayabilir ama o kararları anayasayı ve yasaları ihlal ederek aldıkları için bu durum anayasayı ihlal suçundan yargılanmaları gerektiği anlamına gelir...

Tuzun koktuğunun farkına daha başka kimlerin varması gerekir???...

O makamlarda oturanlar anayasayı ihlal suçu işler ve işledikleri suçla kalırlarsa adalet nasıl sağlanır bu ülkede???

Kaldı ki bu tür kararların altına imza atanlar erki de tersten okutuyorlar...

Yasama yürütme yargı deniyor ama Yargı yasamayı ve yürütmeyi almış oldukları kararlarla istiskal ediyor, hiçe sayıyor, yok hükmünde kabul ediyor...

Halbuki böyle bir yetki kendilerine verilmemiş...

Oldu olacak Yargıyı başa koyalım isteseniz;

Yargı yasama yürütme olsun...

İsterseniz;

Yargı yürütme yasama olsun...

Yargıçlar talimat versin TBMM o doğrultuda yasa çıkarsın yürütme de bunu uygulasın...

Adalet isimli beyaz giysili kızın elindeki Kılıç da vesayetin istediğini kessin...

Teraziye ve kitaba gerek yok...

NOT: Bu sitede yayınlanan yazılar http://www.sadesuyatirit.com/ da da yayınlanmaktadır.

Bekleriz efendim...

10.05.2010

Dev Satranç Tahtası ve Etrafı Deniz'le Çevrili Türkiye

10 Mayıs 2010 Pazartesi


Kimilerine göre beklenen oldu ve son iki güne damgasını vuran görüntü meselesi Deniz Baykal'ın istifasını ardından getirdi...

Biz her ne kadar inadına gitme Baykal kal dediysek de koskoca parti genel başkanı bizim sözümüze mi itibar edecekti...

Kaldı ki bizim gibi bir acizin sadesuyatirit niyetine yazdığı yazılardan haberinin olması düşünülebilir mi???

Her neyse parti kurmaylarının panik havası öyle görünüyor ki CHP Genel Başkanına da yansımış...

Her şeye rağmen Deniz Baykal kolay pes edecek birisi değildir...

Bir müddet kabuğuna çekilecek ve suların durulmasını bekleyecektir...

Basın toplantısında söyledikleri dikkatle incelenmelidir...

Gerçekte ne düşündüğü ise ileride geliştireceği strateji ile netleşecektir...

Düzenlediği basın toplantısından satırbaşları:

Günlerdir beklenen kararımı açıklıyorum. Bu kaset olayı bir komplodur.

* Komplo hukuk dışı ahlak dışı bir tertip demektir. Bir komplo yaparken, bazen haneye tecavüz edersiniz. Duvarlara gizli kameralar yerleştirirsiniz. İnsanların en korunaksız görüntülerini alırsınız kesersiniz biçersiniz montaj yaparsınız çarpıtırsınız.

* Böyle yaparken de insan mahremiyetine tecavüz edersiniz. İnsanların şerefleri onların umurlarında değildir. Şantaj, ticari kazan için düzenlenmemiştir. Sİyaset için yapılmıştır. Ahlak ve vicdanlarına uygun bir siyaset.

Yıllardır bekleyen bir kaset çıkmamış bir komplo icat edilmiştir. Cumhuriyeti hukukun üstünlüğüne sahip çıkan sivil diktaya karşı verilen mücadeledir.

* Son iki hafta içinde düzenlenmiş ve piyasaya sürülmüştür. Komplo tazedir günceldir. İleri teknoolji ile tezgahlanan bu görüntüler, fütürsuzca bu kadar icra edilmesi iktidar olmadan mümkün değildir.İktidarın bilgisi dışında yapılamaz.

* ABD'den Pensilvanya'dan aldığım destek mesajlarının samimiyetine inandığımı söylerim.

* Üzülenlere söyleyecek bir şeyim var. Ahlaksız komplolar diyerek komployu savunamazsınız. Komplocuya hayat alanı açanlar "çok ayıp..." diyenlerdir.

* Bu komplolara itibar edenlerin nereye kadar gidebilecekleriniş hep beraber göreceğiz. Bu tablo karşısında bane de teslim olamayacağım.

* Kimsenin beni sorgulamasına izin vermeyeceğim. Eğer bunun bedeli varsa ve bu bedel CHP'den ayrılmaksa bu bedeli öderim.

* Benim istifa etmem kaçmak anlıma gelmez. Tam tersine meydan okumadır.

* İstifa ediyorum. Bunun hedefi ben değilim, CHP'dir. Benim isitfa kararım Türkiye'yi CHP'yi yeniden tanzim etmek isteyenlere imkan verecektir.

* Yalansız duruş sergilemek sadece benim işim olmamalı. Umarım bu yaşananlar ve benim istifam yeni bir başlangıç olur.

* Umarım şerden bir iyilik çıkar, doğru dürüstlük kazanır. Ben sizlere hakkımı helal ediyorum. Siz de hakkınızı helal edin.

Tekraren ifade edeyim satıraraları dikkatle incelenmelidir...

Zira çok açık bir şekilde iktidarı suçlayan ifadeler gözden kaçmayacaktır...

Bir önceki yazımızda demiştik iktidarın işi zor diye bizzat komplo kurbanının ağzından zorluk derecesini öğrenmiş olduk...

Bu kaset hikayesinin sadece bir iç hesaplaşma olmadığı çok açık...

Kurgulayanlar oluşacak fırtınanın önünde neyi sürükleyeceğini de iyi hesaplamış gibi görünüyor olabilirler mi???...

Zira cepheleri çok genişledi...

Bir yanda komplo kurbanı Deniz Baykal...

Bir yanda Baykal'ın hedef tahtasına oturttuğu İktidar kanadı...

Bir yanda CHP Kurmaylarının suikast iddiasına muhatap gösterdikleri Sarıgül cephesi...

Bir yanda Aslı Aydıntaşbaş'ın Milliyet Gazetesinde ki köşesinde aktardığı, yakın çevresine söylediği iddia edilen şu cümlelerde muhatabını bulan kesimler...

"Baykal, dün iki günlük sessizliğini bozarak çok yakınındaki bir isme “Bu bir devlet işi. Biliyorum”demiş. CHP kurmayları, kasetin iddia edildiği gibi “kurultay hesaplaşması” ya da uluslararası bir gücün işi değil, anayasa sürecinde CHP’yi etkisizleştirmeye yönelik olduğunu düşünüyor..."

Yani demem o ki...

Ya herro ya merro...

Unutmadan Deniz Baykal'ın geri dönmemecesine ayrıldığına kimse inanmasın...

"Benim istifa etmem kaçmak anlıma gelmez. Tam tersine meydan okumadır." cümleleri yarım asra yakın bir ömrü siyasete vermiş birisinin ağzından çıkan cümlelerdir...

Kendisi küllerinden doğan Anka Kuşu gibidir...

Allah gecinden versin o can o bedende oldukça kendi alanında otoriteyi kimselere bırakmaz...

Geçmişte bunun örneklerini gördük...

Evet Satranç Tahtası devasa bir şey ve sathı bütün Türkiye...

Oyunculara gelince bir tarafta tezgahı kuranlar diğer tarafta kurulan tezgahta yem olması planlananlar...

Hiç kimsenin mağlup olmaya niyeti yok...

Bu hal bana Ankara Savaşı sonrasında Yıldırım Beyazıt'ın yokluğunun oluşturduğu fetret dönemini hatırlatmıyor da değil...

Dolayısıyla bekleyip göreceğiz...

Komplonun muhatapları sakin ve sağduyu ile hareket ederse, paniklemezse, kontrolü elinden kaçırmazsa oynanan oyunu bozacaktır...

İstikrarsızlığı istikrar olarak göstermek isteyenler de boş durmayacaklardır...

Dedik ya iktidarın işi zor diye...

9.05.2010

İlahlar(!) Kurban İstiyor Sayın Baykal

Malum görüntüler Habervaktim internet sitesinde yayınlanınca kıyamet koptu...


Habervaktim sazanlık mı yaptı bilinmez ama görüntüyü paylaşım sitesi metacafe'ye servis edenlerin maksadı hasıl oldu...

Habervaktimcilere düşen pay ise günah keçiliğidir...

Kendilerine hayırlı olsun diyeceğim ama ne kendilerine ne de ne de görüntüyü servis edenlerin haricindekilere pek hayırlı olacak gibi görülmüyor...

Çünkü paylaşım sitesi olan ilk adrese düştüğü andan itibaren zaten Atı alan Üsküdarı geçmişti...

Atı sürene lazım olan ise arkasında oluşan toz dumana sahiplenecek bir sazandı...

Ben yaptım ben yaptım diyecek ve sarhoşlukla ayıklık arasında ne yaptığının farkına varacak idrakten yoksun haklarını savunduğu yapının yüzünü kızartacak bir işin altına imza atacak...

Evet... Bu tavrın yanlışlığı ile ilgili hergün olmasa da bazı sayfalarında ibret levhaları yayınlayan bu yayın grubu kendine yakışmayacak bir işin altına imza attı...

Birilerinin hazırladığı iyi hesaplanmış ve planlanmış bir oyunun bir parçası oldu...

Bombanın pimini çekti...

Şimdi aaa bu bombaymış bile diyemiyorlar...

Oyunu planlayanların perde arkasından kıs kıs karınlarını tutarak güldüklerine ve bir sonra ki adımı çoktan attıklarına emin olabilirsiniz...

Bu arada kartel medyasında köşebaşlarını tutanların daha ilk günden itibaren yazdıklarına iyi bakın...

Satır aralarını iyi okuyun...

Ağladıklarına ve ahlaktan ve mahremiyetten söz etmelerine de bakmayın...

Timsahın gözyaşıdır döktükleri...

Çok üzüldük çok üzüldük derken derken elleri masanın altında alkış tutuyor...

İnanmazsanız Tufan Türenç'in yazısını okuyun...


Yetmedi mi???


Fatih Çekirge'nin yazdıklarına bir göz atın...

Bu da mı kesmedi???

Ruhat Mengi'nin kocasının yazdıklarını okuyun...


Kambersiz düğün olmaz Ertuğrul Özkök'ümün duygu dolu satırlarına göz atmadan geçmeyin...


Ağız birliği etmişcesine pişti olmuşlar hepsi bu konuya eğilmişler...

Bidon kafa deyiminin mucidini de olaya farklı yaklaşımı ile zikredelim...


Ve artık meydanı sit-com'culara bırakalım...

Lanetliyorum ifadelerini ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendiren ve Ergün Babahan'ı doğduğu yere kadar kovalamak isteyen baş yazarın yazısına bakmayın karnınız ağrır...

Gerisini ise hiç merak etmeyin...

Dedik ya Timsahın Gözyaşları diye...

Surda bir gedik açıldı ya oradan akarlar artık...

Hepsi ağız birliği etmişcesine, koro halinde, tezahüratlar eşliğinde Deniz Baykal'a gitmekten başka seçenek sunmamakta ve kapıyı göstermektedir...

Tabi öncesinde bu işi tezgahlayanlara her türlü lafı sayıp döktükten ve erdemden(!) ve erdem yoksunluğundan bahsettikten sonra...

İlahlar(!) kurban istiyor ve kurbanın adını koymuşlar...

Deniz BAYKAL

Köşeli parantez içinde Gitme Baykal inadına kal...

Çaresizlik resmedilseydi CHP Kurmaylarının Yüzüne Bakın derdim

CHP kurmayları çaresizce çırpınışlarla iki hafta önce bilgilendirildikleri suikast iddiasını gündeme taşıyarak gündem oluşturmaya çalışırlar mıydı???

Üstelik siyaseten kendilerine rakip olan bir belediye başkanının adını sarahaten zikrederek???

CHP sözcüleri sakin gibi gözükse de tam bir panik havasındalar...

İçine düştükleri durumdan kurtulmak için neredeyse herkesi itham ediyorlar...

Bu da daha fazla hata yapmak demektir...

Mustafa Sarıgül'ün adını zikrederek suikast iddiasında adres göstermeleri de gündemden düşürmek istedikleri görüntüyü yayınlayanların ekmeğine sürülen yağa bal ve kaymak olacaktır...

Bir taşla iki kuş...

Ben merak ediyorum kimin ismi cilalanıp servise sunulacak...

İlahlar(!) kurban istiyor demiştik ya???

Sarıgül de baharatı olarak hesaba dahil edilmiştir muhtemelen...

Oyun nasıl bozulacak ve olayı kurgulayanların elleri hava da kalacak mı bekleyip göreceğiz...

Eğer titiz bir inceleme yapılır da bu olayın failleri ortaya çıkarılırsa bu ülkede istikbalin bu günlerden daha iyi olacağına dair bir kanaat oluşacak bu aciz Mehmet Natık'da...

Bu olayın faillerini ortaya çıkarmak da iktidara düşüyor...

Ve yükleri şimdi daha da ağırlaştı...

Ergenekon meselesi kadar önemli bir mesele ile karşı karşıyalar...

Çünkü bu bombayı patlatanlar için Deniz Baykal bahane...

Hedefi tahmin etmeniz için kahin olmanız gerekmiyor...

Gerekirse ülkenin altını üstüne getirmek için gözünü bile kırpmadan her türlü melaneti işleyecek bir zihniyet var karşınızda...

Baksanıza Deniz Baykal'ı bile yok etmeye çalışıyorlar...

Haydi kalın sağlıcakla...

8.05.2010

Kamu Zararı Yok! Beraatine...


MEHMET NATIK'IN İZLENİMLERİ

Bir tuhaflık durumu söz konusu...

Malumunuz 1. Sincan Ağır Ceza Mahkeme Başkanı Adalet Bakanlığı Teftiş Başkanlığı müfettişlerinin yaptığı araştırma sonucu iki husustan yargı önüne çıkarıldı...

“görevi kötüye kullanma” ve “hazırlık soruşturmasının gizliliğini ihlal”

Ancak birincisinde bu eylem sonucunda herhangi bir mağduriyetin söz konusu olmadığı, kamu zararının oluşmadığı ve hukuk düzeni içerisinde bireylere haksız kazanç sağlandığına dair bir tespit yapılmadığı vurgulanarak, ikincisinde ise operasyon çerçevesinde herhangi bir ihbar yapıldığına dair delil bulunmadığı gerekçesiyle beraatine karar verilmiş...

Her iki suçlama ile ilgili olarak alınan beraat kararları ancaklı diye ifade edilebilecek cümlelerle oluşturulmuş...

Neymiş o ancaklı diye ifade edilen cümleler???

Efendim; 16 Ekim 2008’de görevinden izin alarak ayrıldığı ve izin dönüşü 17 Ekim 2008’de mesai saatleri içinde göreve başlaması gerekirken, İstanbul Havalimanı’nda bulunduğu sırada Sincan Mahkemesi’ndeki yetkilileri arayarak, göreve dönmüş gibi başlama yazısı yazdıran Kaçmaz’ın gereklerine aykırı hareket ettiğinin anlaşıldığı belirtilmiş...

Yani suç sabit...

Ancak ile arkadan gelen cümle beraati getiriyor...

Diğer beraat gerekçesinde de suç sabit...

Beraat gerekçesi aynı mantık çerçevesinde gelişmiş...

Benzer hususlarda suç işleyip de suçu sabitleşecek olanların gözü aydın...

Kapı gibi emsal karar oluşmuş; yeter ki hakkını(!) aramaktan vazgeçmesin...

Suçu sabit ancak diye başlayan bir cümle ile beraat talebi oluşturulur olur biter...

Vatana millete hayırlı olsun...

Kamu zararı yok!!!
Mağduriyet yok!!!
Hukuk düzeni içerisinde bireylere haksız kazanç sağlandığına dair bir emare yok!!!

Ama adaletin terazisi var...

Berlin'de hakimler var ama Ankara'da da yargıçlar var...

Üstelik Yargıtay'da...

Suç sabit ama varsın olsun... Ne önemi var???

Yargılanan yargıç sonuç açıklandıktan sonra “Adalet Bakanlığı’nın kurmuş olduğu tuzağa yüce yargıçlar düşmediler. Bu bir dönüm noktası. Bundan sonra hukuksuz sorgulamaların olmayacağını düşünüyorum. Sadece Berlin’de hakimler yok, Ankara’da da görmüş olduğunuz hakimler var” demiş...

Anlayan varsa beri gelsin...

Yargıçların, savcıların özlük haklarını düzenleyen, her türlü işlemlerinin mercii olan, ihtiyaç duyulduğunda kamuoyuna sınav duyurusu yaparak ihtiyaç duyulan yargıçlarla ilgili personel alımını gerçekleştirerek Yüce Türk Milleti Adına karar alacakları mevkileri makamları onlara sağlayan, bir bakanlık neden Yüce Türk Milleti Adına karar alan ve veren adalet dağıtıcısı yargıçlarına ve savcılarına tuzak kurar???

Adalet Bakanlığı kendi personeline tuzak kurma bakanlığı oldu da Yüce Türk Milletinin haberi mi olmadı???

Ne zamandan beri böyle tuzak kuruyorlar???

Kendi personeline tuzak kuran bir bakanlığın uhdesinde görev yapan adalet dağıtıcılarına millet nasıl itimat edecek???

İnsanların aklına şüphe tohumu ekmenin alemi var mı şimdi???

Hem teftiş neymiş öyle???

Müfettiş dediğin neyi neden soruşturuyor ki???

Siz Demoklesin Kılıcı mısınız Ey Müfettişler???

Yapmayın böyle!!!

Bakanlık bakanlığını bilecek, yok öyle...

Sizin işiniz kırtasiye...

Şu Ceza ve Tevkif işini de özelleştirin inanın çok rahat edersiniz...

Bir kısım yargıçlarımızı ve savcılarımızı rahat bırakın...

Rahat bırakın ki tarihe rahat rahat tanıklık edebilsinler!!!