8.01.2012

Aslında Tuz Kokalı Hayli Zaman Olmuştu


Elindeki keserle her şeyi statükoya, yegane hayat pınarı olarak sımsıkı sarıldıkları rejim bekçiliğine dolayısıyla bireysel ve kendi komünlerinin çıkarlarına göre yontarak memleketi dizayn etmeye çalışanlarını sevdiğimin Türkiyesi...


Bugün geldiğimiz vasatta keser de dönmeye sapı da dönmeye başladı...

Bakalım nereye kadar gidecek...

Lafa gelince bu milletin uşaklığı kabul etmediği yazılır çizilir ve dahi söylenir; lakin köle muamelesine tabi tutularak, her fırsatta akıl ve izan yoksunu olarak takdim edilmesine ses çıkarılmaz...

İzanına ve idrakine güvenilmez...

Neden???

Çünkü verdiği ve vereceği kararlar hoşlarına gitmez...

Üzerine giydirdikleri deli gömleğine rağmen aldığı kararlar genellikle isabetli ve statükonun dayattığı zorlama zihniyete aykırıdır...

Her türlü kirliliğe rağmen doğru olanı arayıştan vazgeçmez...

Eksik de olsa doğruya yakın olanı kendisine dayatmada bulunana tercih eder...

Bu hep böyle olmuştur...

Özellikle çok partili sisteme geçtikten sonra özel şairin deyimiyle yönetimde tercihini kendisini yönetmesini istemediğini saf dışı bırakmaktan yana kullanmıştır...

Bu hususu çeşitli vesilelerle daha önceden de zikretmiştik...

Sancılı bir doğumla tahakkümünü kuran ve demir yumrukla pozitivist anlayışını zihinlere zerk eden yapı uzun bir sürece rağmen arzu ettiği neticeyi alamamış, alamadığını sımsıkı sarmaladığı zincirleri gevşeterek çok partili yapıya geçtiğinde yapılan tercihlerle görmüştür...

Bunu bilen ve farkına varan statüko onun için ilk müdahalenin ardından her defasında durumdan vazife çıkararak hukuk dışı yollarla kendi hukukunu dayatmıştır...

Kendi hukukunu zorla dayatan elbetteki o hukuku koruyacak olan müesseseleri de tanzim etmekten geri kalmayacaktır...

Netekim öyle de olmuştur...

Her darbe sonrası sistemi ve statükoyu iç düşmanlardan(!) koruyacak mekanizmalar gözden geçirilmek suretiyle eksiklikleri giderilmiş, ilave edilmesi gereken ekipmanlar ilave edilmiş her türlü tehlikeye(!) karşı her türlü tedbir alınmaya çalışılmıştır...

Statüko kendine daimi ve değişmez iç düşman olarak önce irticayı seçmiştir...

Malumunuz irticanın tanımı, tarifi ve her hangi bir açıklaması yoktur...

Son zamanlarda uzun süre gericilik olarak tarif edilmeye kalkışılmışsa da statükoyu savunanların ilkel yaklaşımları gericilik tanımına çok uyduğu için bu tanımlama genel anlamda terk edilmiştir...

İşin aslı irtica derken halkın dini inancını kast ettikleri uygulama ve icraat alanında çok açık ve net olarak görülmesine rağmen doğrudan isim zikretmenin kendilerine getireceği zorlukları gözardı etmeyerek dolaylı baskı aracı olarak böyle büyülü nev zuhur bir kelimeyi kullanmayı tercih etmişlerdir...

Sonuç olarak herkes işin aslını bilmesine rağmen kulağının üzerine yatmayı tercih etmiş ve mış gibi yaparak kendi yolunda bildiğini okumuştur...

İlk zamanlar Turancılık nam bir milliyetçi anlayışı irticaya kardeş olmuş, sonrasında ise komünizm dış düşman statüsü ile beraber iç düşman irticaya kardeş kılınmıştır...

Komünizmin dış düşman olarak dev imparatorluğun varisi bu küçük devlete yönetim mantığı olarak yerleşmesi halinde kendilerine rahmet okutacağı da doğrudur...

Lakin halkın inancı ile taban tabana zıt olan böyle bir yapının bu inanca kardeş kılınarak aynı çerçevede düşman statüsüne sokulması ancak bu tür bir yapının ince zekası ile meydana getirilebilir...

Sonrasında ise malumunuz bölücülük nam bir yeni düşman irticayı yalnız bırakmamış ve terörle beraber üvey evladın yanına eklemlenmiştir...

Tamam ortada bir devlet var ve bu devlet bir yönetime muhtaç...

Yöneticileri de bu toprakların insanlarından oluşturacaksınız...

Avrupa'dan damızlık erkek ithal edelim zihniyeti ile hareket ederek yönetici de ithal edemezsiniz...

İşte sorunun kaynağı da tam burada kendini göstermeye başlıyor...

İç düşman, yapısı değiştirilmeye çalışılan ve kısmen bunda başarılı da olunan bir halk ve halkı uzun zaman yönetenler ve yönetime talip olan bir kesim...

Malumunuz ilk talip olanlar Demokrat Parti çatısı altında CHP'den koparak farklı bir yaklaşım sergilemişlerdi...

Statüko onlara ilk darbe ile dünyanın kaç bucak olduğunu gösterdi...

Üç kişiye üç ayaklı sehpa diğerlerinin çoğuna kuru yaş demeden mapusane damları...

Celal Bayar bile canını zor kurtardı...

O günleri yaşayanların çoğu hep suskunluklarını garip bir biçimde muhafaza etmişlerdir...

Bu suskunluk statüko sahiplerinin cesaretine cesaret katmıştır...

Her ne kadar 27 Mayıs Darbesi sonrasında tekerrür eden darbeler darbe karşı darbe şekillerine bürünerek tezahür etmişse de kazanan hep statüko olmuş ve bu hal bu yapıya hizmet eden şahsiyetlerin kendilerini iyiden iyiye sorgulanamaz görmelerine neden olmuştur...

Sonuç olarak çok partili bir sistem var ve devlet olunca hükümet diye bir şey de olacak değil mi?

Haliyle!!!

İlk nevzuhurlar anakaradan kopma idi ama sonrasında zaman geçtikçe iç düşman telakki edilen halkın içinden yönetime talip olanlar zuhur etmeye başlamıştır...

Evreleri ve sürecin nasıl geliştiğini uzun uzadıya anlatmaya gerek yok mesele herkesin malumudur...

Lakin yönetime talip olanların yapısı hilkat garibesi bir yapıyı da ortaya çıkarmıştır...

Bu yapı devlet ve hükümet ayrışması olarak tezahür etmiştir...

Sanmayın ki bu ayrışmayı hükümet olarak iktidarı elinde tutanlar yaptı...

Yönetime talip olanlar kenar mahalle çocuğu muamelesi görürse olacağı budur...

Statüko sahipleri bu hilkat garibesi anlayışın da sahibidir...

Bilinçli ya da bilinçsiz adını nasıl koyarsanız koyun...

Ülkenin kamplara bölünmesini tetikleyen her adımda bu tür yaklaşımların eserini ve dahi izini çok rahat gözlemleyebilirsiniz...

Sağcılık solculuk meselesinde de, mezhebi ayrışmalarda da, halkın etnik kökenlerine göre kategorize edilerek bazılarının dışlanmasında da, bazılarının azınlık psikolojisi ile tavır sergilemesinde de hep aynı mantığın izdüşümü vardır...

Bunu her alana yaymak ve dahi görmek mümkündür...

Statüko adına konuşan ve söz söyleyenler her alanda bu ayrıştırma işini yapmışlardır...

Mesela medya dünyasında Dinci Basın diye bir kavramı literatüre sokanlar yine bunlardır...

Son zamanlarda bu kavram dinci basın kavramı kifayet etmeyip dinle pek alakası olmayanlar da sahaya girince Yandaş Medya'ya dönüştü...

Çünkü eski kavramla ortalıkta dolaşmaya kalkmışlardı da millet karnından gülmüştü...

İşte bu medya yapısı halen sulandırma işlemini icra etmekten geri durmuyor...

Siz bakmayın "Ya bendensin ya da değilsin" mantığı ile tarafını seç diyerek bütün dünyayı tehdit eden ABD Prezidenti Oğul Bush'a bu cümlenin ilk sahibi muamelesi yapılmasına...

Bu mantık bizim topraklarımızda hükmünü uzun zamandır icra ediyor...

Lafı ve sözü çok uzattık değil mi???

Üstelik sadede de gelemedik...

Haddimiz olmadan size şu kısa tarihimizden bir alanı özetlemeye kalkıştık...

Sanki bunları siz de bilmiyormuşsunuz gibi...

Lanetlenmeden ve dahi hain damgası yemeden sürece katkı  sağlayabilir miyiz bilmem!!!


Yarının ne getireceğini sadece ve sadece Allah bilir

Hiç yorum yok: