05 OCAK 2010 SALI
MEHMET NATIK'IN İZLENİMLERİ
mehmetnatik1@gmail.com
Her gün yeni bir şey tartışılıyor...
Şu son günlerin tartışılan konusuna gelince; Özel Kuvvetler Komutanlığı ve bünyesinde yer alan Seferberlik Tetkik Kurulu...
Bu kurulun şahsında bir de tartışılan bir şey daha var bu kurumların geçmişi...
Cumhuriyetin kurucu zihniyetinin garip refleksleri var...
Geçmişi kurgularken yapısına uygunluğu öyle güzel kurguluyor ki düşünen kafalar şapka çıkarmak zorunda kalıyor...
Bu zihniyetin tezahürünü bugün yaşanan hukuk dışılılığı savunanların ifadelerinde görüyoruz...
Çoğunluğun azınlığa tahakkümü, tek parti diktatörlüğü, yargıyı siyasallaştırıyorlar gibi vecizeler bunların yansımasıdır...
Daha fazlası için mütekaid ve onursal(!) yargı mensuplarının sözlerine, solculuk iddiasında bulunan pozitivist zihniyetli, din karşıtı gazetecilerin sözlerine ve CHP'lilerin sözlerine bakmak yeterli...
Diğerlerini kuyruğa ekleyebilirsiniz...
Konumuza dönelim biz isterseniz...
Yapıya uygunluk demiştik...
Biz de istihbaratın geçmişini ısrarla Teşkilatı Mahsusa ile başlatırlar...
Biraz zorlayanlar ise Sultan 2. Abdulhamid'e nispet edilen Yıldız Teşkilatını da göz ardı etmez...
Bu zihniyet garip bir biçimde işine gelince tarihte yıkılan her devletten sonra küllerinden doğan Anka Kuşu gibi devlet kurmakla övünürken kurulan ve sürekliliği sağlayan bu devletlerin istihbari teşkilatlarını hep görmezden gelmiştir...
Halbuki tarihte kurulan bütün devletler hayatta ve ayakta kalabilmek için istihbarat teşkilatlarına ihtiyaç duymuşlar ve bu yapı hep var olmuştur...
Devletler yıkılırken, isim değiştirirken yeniden inşa edilen devletlere en büyük lojistik destek gizliliğini muhafaza eden bu teşkilatlardan sağlanmıştır...
İstihbarat teşkilatı kolay uyum sağlayan yapısından dolayı intibak etmekte zorlanmadığı ve zaten yabancısı olmadığı yeni bünyede vazifesini sürdürmüştür...
Kadim geleneklerde önemi hiç bir zaman göz ardı edilmese de, 19. yüzyılın yarısından sonra etkisi daha fazla hissedilmeye ve dillendirilmeye başlanmış, tarihin en vahşi ve kanlı savaşlarına sahne olan 20. yüzyılın ilk yarısında ve modern zamanlarda, geri planda asıl savaş istihbarat teşkilatları arasında yaşanmış ve halen devam etmektedir...
Başka devletlerde istihbarat teşkilatları sürekli kendini yenilerken geçmişini inkar etmediği gibi kadim geleneklerden faydalanmanın yanı sıra tarihin tozlu sayfalarında yerini alan büyük imparatorlukların tecrübesinden yararlanmasını da bilmiştir...
Nazi Almanyasının ünlü istihbaratçısı General Gehlen'in ABD istihbaratına katkısı göz ardı edilemez...
Teşkilatı Mahsusanın en önemli şahsiyetlerinden olan Kuşçubaşı Eşref ile ABD'li akademisyen(!) Dr. Philip H. STODDARD'ın uzun söyleşileri ve onun engin tecrübelerinin ABD'ye yansıması da göz ardı edilemez...
Bizim devlet geleneğimize gelince 1. Dünya Savaşı sonrası kurulan genç cumhuriyet istihbari yapıyı devralırken bir çok ismi de saf dışı etme mekanizmalarını çalıştırmıştır...
Saf dışı etme mekanizması sadece isimlerle münhasır kalmamış köklü bir geçmiş de sınırlandırılmıştır...
Engin tecrübeler daha sonra yansıyan bilgi kırıntılarında adeta yok sayılarak garip bir biçimde 1940'lı yıllar sonrasında istihbaratçılar ABD tarafından yetiştirilmiş şekline büründürülmüştür....
Fuat Doğu'nun Gehlen'in öğrencisi gibi gösterilmesi bir garabet örneğidir...
Asıl sıkıntı ve acı vereni ise adına gayri nizami harp dedikleri taktiğin sanki yeni bir şeymiş gibi sunulması ve bunu böyle söyleyenlerin bu taktiği kendi halkımıza uygulamalarıdır...
Sadesuyatirit olsun diye Taraf Gazetesinden alıntı yaptığımızhttp://www.taraf.com.tr/haber/46236.htm bu linkteki söyleşide doğrular ile beraber eksikliklerin olduğu gözlerden kaçmaz...
Bu söyleşide eksik kalan kısımlardan bir tanesi Seferberlik Tetkik Kurulu adıyla kurulan yapının ilk gibi lanse edilmesidir...
Kendi halkına karşı uygulamalar için doğrudur ve ilktir...
Fakat işgal altındaki Osmanlı'nın son dönemlerinde Teşkilatı Mahsusa'nın uzantısı Karakol Cemiyeti'nin faaliyetleri yok sayılmaktadır...
Aslında yok sayılması amaçlar göz önünde bulundurulduğunda garip karşılanmaz...
Zira Karakol Cemiyeti gayri nizami harbin hazırlıklarını işgal devletlerine karşı yapmış ve savunabilecek tek toprak parçası olarak gördükleri Anadolu'nun muhtelif yerlerine taşıyabildikleri kadar silah ve mühimmatı çoktan taşımışlardı...
Rivayet odur ki eğer nizami bir yapı oluşturulamaz ise en az elli yıl sürecek şimdinin deyimi ile gerilla savaşına hazırlık idi...
Bu tür bir savaşa zaten yabancı değillerdi...
İşgal ve sonrasında geri çekilme esnasında bu tecrübeyi pekiştirmişlerdi...
Güçlü oldukları dönemde ise zaten öncü kuvvetlerin düşman topraklarındaki yaptığı iş bu çerçevede cereyan ediyordu...
Fakat Osmanlı Kurmay subaylarının Anadolu'ya geçişlerinin hızlanması savaşın Anadolu'da sürdürülmesi kararı Karakol Cemiyeti'nin faaliyetlerinin de bu yapıya intibakını sağlamakta bir zorluk oluşturmadı ve entegrasyon sağlandı...
Yapı böylece çoktan dönüşümü sağladı...
Ne çare ki zamanla dış tehdit algısı iç tehdit algısına dönüşünce uyum bu şekli de kabule zorlandı...
50'lili yıllarda kominizm tehdidi ile yeniden yapılanan algılama 60'lı yıllarda devlet içinde hükümet yıkma, darbe yapma ve toplum mühendisliği algısına büründü...
Son elli yılımız bu algının esiri olarak buhran ve istikrarsızlıkla geçti...
Ayağı çarıklı erkanı harp olan halkımızı takdir etmek lazım tam bir sabır küpü gibi davrandı ve davranmaya da devam ediyor...
Son 150 yıldır nice badirelerden geçti ve geçmeye de devam ediyor...
Bize dayatılan her konuda zihin karmaşasıdır...
Rayından çıkartılan kurumlarla psikolojik harbe maruz bırakılmamızdır...
Meramımızı anlatmakta zorlansak da maksadın hasıl olduğuna dair kanaatimizi yüreğimizde taşıyoruz...
İsimler, kurumlar ve farklı amaçlara hizmet eden yapılanmalar sizleri yanıltmasın...
Teşkilatlar uygun olan yapılara zamanla daha kolay uyum sağlar ve her şey aslına rücu eder...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder