12.06.2008

Hem Sendikacı Hem Memur Hem İkisi de Değil

Sivil Toplum Kuruluşları ve bunların benzeri kuruluşların niçin kuruldukları malumunuz…
Mesela sendikalar…
Sendika denince akla ne gelir???
Bu da söz mü diyeceksiniz?
Elbette işçi sendikasıysa işçilerin…
Memur sendikasıysa memurların hakkını korumak gelir diyeceksiniz…
Ama amaç edilen ile iş icraat edilene gelince bazen durumun farklı bir renge büründüğünü görebiliyorsunuz…
Maksadımız kimseyi suçlamak değil… Yanlış anlaşılmasın…
Böyle bir girizgahtan kötülemek anlamı çıkarılmamalı, bunu baştan söyleyelim…
Şimdi size aktaracağım bilgilerden sonra insan unsurunun olduğu yerde amacın ne denli hedefinden sapabildiğini görmek imkanı belki bulabiliriz…
Konumuz bir sendika hikayesi…
Sendikacı hikayesi…
Yönetim meselesi…
Bir sendikacının gözlerden ırak bırakılmış gerçeklerinin ve onun üzerine bina edilmiş yolculuğunun hikayesi…
Belgeleri var, şimdilik sendikanın ismini vermeyeceğiz…
Ama tarif edeceğiz…
Bu anlatacağımız hikaye memurların haklarını korumak amacıyla kurulan sendikalardan birinin içinde geçen bir hikaye…
Geçmişte sendika yönetim kurulunda başkan yardımcısı olarak görev yapan bir yönetici kahramanımız…
Yöneticimizin ismini de vermeyeceğiz…
Yöneticimiz ve yöneticiye ve onun listesine oy veren delegeler okuyunca "bu hikaye bizim hikayemiz" diyeceklerdir…
Tarif edeceğimiz sendika üyesi olan memurlar bulsunlar diye… Hitabımız onlara…
Kahramanımız Sendika yöneticisi iken güneydoğudaki şanlı bir ilimize Sağlık İl Müdür Yardımcılığına atanmış…
Makam sahibi olması hasebiyle sendika üyesi olamayacağı için hem sendikadan hem de sendika Genel Başkan Yardımcılığından istifa etmiş…
Dilekçesini bizzat elleriyle imzalamış ve 30.04.2003 tarihi itibariyle sendika başkanlığı evrakına kayıt düşürmüş…
Buraya kadar her şey normal…
Sendika ile ilişik fiilen ve de hukuken kesilmiş…
Olması gereken ne peki?
İlgilinin atandığı ile giderek göreve başlaması ve hizmete İl Sağlık Müdür Yardımcısı olarak devam etmesi…
Öyle değil mi?
Evet diyeceksiniz ama öyle olmamış işte…
Her nasılsa Sendikada göreve devam etmiş…
Gün gelmiş sendikada yönetimin üyelerinden ve delegelerinden güven oyu anlamına da gelen kongre günleri gelmiş çatmış…
Hukuken sendikadan ve başkan yardımcılığından istifa eden İl Sağlık Müdür Yardımcısı cesur adımlarla fiilen hiçbir görev alamayacağı Sendikanın Genel Başkanlığına aday olmuş…
Kulis faaliyetlerinde bulunmuş…
Delegelerle görüşmüş… Beni seçerseniz haklarınızı ben daha iyi ararım demiş…
Sendika yönetimine aday olanlar malumunuz üyelerinin haklarını ahlaki ve hukuki kurallar çerçevesinde korumak üzere bu görevlere talip oluyorlar…
Efendim fiilen ve de hukuken hiçbir hakka sahip olmadığı sendikada kongre güne gelip çatınca hazırladığı liste ile yönetime aday olmuş ve delegenin başkanlığa seçilecek kadar oyunu alarak sendikanın yeni dönemde başkanı olmuş…
Helal olsun şapka çıkarılmalı…
Yetmemiş, konfederasyonunun yeni döneme hazırlanılan kongresinde de yeni konfederasyon başkanının listesinden konfederasyon başkan yardımcısı olmuş…
O şimdi yöneticiliğe devam ediyor…
Fiilen ve hukuken çok önceden yani sendikadan ve başkan yardımcılığından istifa ettiği günden beri olmaması gereken bir yerde faaliyet yapıyor…
İşin ilginç tarafı eski ve yeni yönetimdeki herkes de bunu biliyor…
Bir farkla temsil edilen ve haklarımızı arasın diye sendikaya aidat ödeyen sendikaya hayat veren ve onlar olmazsa sendikanın hiçbir hükmünün kalmayacağı.. İşte üyeler bunu bilmiyor.
Aslında bu durumda olması gereken ilgili yöneticinin kamudaki görevine devam etmesiydi…
Etmediği için ortaya sıkıntılı bir durum çıkıyor…
Aslında Sendikadan istifa ettiği için orada bulunamaz… Çünkü o hak kaybolmuş…
Yöneticiliğe devam ettiği için bir usulsüzlüğün altına imza atılmış…
Olması gereken yerde yani İl Sağlık Müdürlüğü makamında olmadığı için de bu kadar uzun bir süreyi göz önüne alacak olursanız memuriyetle de işi kalmaz…
Kimse bu durum hukuka aykırı, bu yanlış dememiş…
Atandığı ilin sağlık müdürü, bakanlık, etkili ve yetkili hiçbir yönetici bir şey dememiş…
Konuyu bilmeyenlere sözümüz yok…
Memuriyetle işi olmayanın memurlarının haklarını koruyan bir yerde olmasını tahayyül edebiliyor musunuz???
Neresinden tutalım bilmem ki?
Nasrettin Hoca ’nın kuşuna benzemiş…
Hiçbir şeye benzemiyor…
Sendika üyeleri çıplak, sendika yöneticileri çıplak, ilgili bakanlık çıplak…
Kısaca ilgili ve müdahil şahıs, kurum herkes çıplak…
Merak ediyorum bu işte sorumluluğu olanlar veya bile bile lades diyenler bu konu ile ilgili nasıl bir açıklama yapacaklar…
Hal böyle devam ederse bu olanlardan bihaber olan sendika üyelerinin haklarını hukuka aykırı bir biçimde seçilen bir yönetici şimdi ve bundan sonra koruyacak(!)…
Size bir soru???
Böyle bir sürecin neticesinde yönetime talip olan ve seçilen bir başkan böyle bir işlevi nasıl yerine getirecek?
Sizin aklınız eriyor mu bu işe?
Aklınız eriyorsa bize söyleyin de bizim de ersin…
Son birkaç söz şimdilik kaydıyla…
Mesele mahkemeye intikal etmiş ve dava süreci devam ediyor…
Mahkeme süreci ile de ilgili ilginç anekdotlar var…
Onu da uygun olursa sonra aktaralım isterseniz…
Şimdi bilin bakalım sendika üyesi memurlar bu yönetici kim???
mehmetnatik1@gmail .com
cafesiyaset.com (özel)
2008-06-05 Cafe Siyaset

Dinleme ve Tarassut

Tek parti rejiminde problem yoktu… Kim neyi takip edeceğini biliyordu…Lakin çok partili sisteme geçilmesiyle izler yavaş yavaş birbirine karışmaya başladı…Rejimi sahiplenenler dahil herkes takibe alındı…Suçlamalar kendini göstermeye başladı…

Dinlenme...
Malumunuz son günlere damgasını vuran hadise CHP Genel Sekreterinin dinlendiği iddiasıyla oluşan gündemin bir anda seyir değiştirerek anlı şanlı medya kalemşorları ve onlara ev sahipliği yapan gazetelerin ve ülkenin geleceğine yön vermeye talip olan siyasilerin dayandıkları iddianın boşa çıkması ile içine düştükleri durumun vahameti…
Olmayana ergi dedikleri cinsten bir hal…
Düşünün bir kere 70 milyona akıl veren akıl danelerinin durumunu???
Ve kendi kendinize sorun bunlar mı bizim çaresizliğimize çare olacak, dertlerimize derman olacak diye???
Zihninizi kurcalayın ve bir cevap arayın…
Onlar yakında başka bir gündemle bu yaşananları unutur ve yine akıl daneliğine soyunurlar…
Siz cevap aramayı ihmal etmeyin ve gerçeklerle yüzleşin…
Evet ortalığı toz dumana verenler sekerat halinde, kim ne diyecek bilemez hale geldi…
Öyle ki bu dinleme hadisesi milli güvenlik meselesi haline gelmişti…
Yıkım ekibi istemezük nidalarıyla gök kubbeyi inletiyorlardı…
Şimdi ise hata yaptık diye itiraf edenlerden bazıları ufaktan ufaktan bel altı vurmaları da ihmal etmiyorlar…
Güya vuruşarak çekilme…
Dedin dedi misali…
Her kafadan bir ses çıktı…
İktidara yüklenildi…
Dinlemelere derin derin kulplar takıldı
Telekulaktı eşek kulak oldu…
İstihbari(!) analizlere konu oldu…
Ekranlar ve gazete köşeleri gedikli yorumcuların okkalı yorumlarına sahne oldu…
Kısaca ağa takılmayan kimse kalmadı…
Utanma belası karınlarına bıçak saplayıp ölseler ortalıkta çok az insan kalırdı herhalde…
Yer yarılsaydı içine girerler miydi acaba???
Ziya Paşa böyle durumlara düşen rical-i umur ve akıl daneleri için olsa gerek ne güzel söylemiş…
Onlar ki verir lâf ile dünyaya nizâmât…
Bin türlü teseyyüb bulunur hânelerinde…
Eskilerin deyimiyle bahsi diğer bir mesele…
Dinleme
Takip, tarassut, hafiyelik kadim bir gelenektir…
Her devlet bu işi yapar…
Şimdilerde ise takip, tarassut ve hafiyelik eski usullerle devam ederken çağa ayak uydurmayı da ihmal etmedi ve teknolojinin katkısıyla dinleme yoluyla muhalifleri izlemeyi de literatüre kattı… Uzayı bile işin içine kattılar ya helal olsun… Ellerinden gelse mahremiyeti bile yok edecekler…
Dünya bir yana; bu meslek bizde Devlet-i Osmaniye ’nin son zamanlarında Sultan 2. Abdulhamit’in boynuna adeta yüz kızartıcı suç işliyormuş gibi asılmış bir yaftaya dönüştürülerek barizleştirilmiş bir meslektir…
Sonradan iktidar olan İttihat ve Terakki Osmanlı ’da bu geleneği sürdürmüş ve tarassut işinin kapsamı hem genişletilmiş, hem de amacından sapmaları da beraberinde getirmiş…
İttihat ve Terakki zihniyeti devlet için bu işi yaparken aynı zamanda içeride kendine muhalifleri takip etmeyi de işin içine katmış…
Cumhuriyeti kuran Osmanlı Paşaları geçmiş mirasın bir kısmını kötüleyip reddederken bir kısmını tevarüs etmiş, halkın ve rejim muhaliflerinin üzerinde batılı bir deyimi Türkçe jargonuyla ifade edecek olursak görevlendirilen tarassut köpekleri işlerini yapmaya devam etmiş…
Tek parti rejiminde problem yoktu… Kim neyi takip edeceğini biliyordu…
Lakin çok partili sisteme geçilmesiyle izler yavaş yavaş birbirine karışmaya başladı…
Rejimi sahiplenenler dahil herkes takibe alındı…
Suçlamalar kendini göstermeye başladı…
Muhalefet iktidarı takiple suçlarken aynı dertten iktidar da muztarib oluyordu…
Bu böyle devam etti… İmkânlar geliştikçe yöntemler de gelişti…
Takip edilenlerin kapsama alanı da iyice genişledi…
Öyle ki takip işi şimdilerin moda deyimiyle dinleme işi bir tabuya dönüştü…
Devlet erkinde kimse kimseye soru sormuyor, işin künhüne eremiyordu…
Söylenen sadece takibe maruz kalındığıydı…
Takip ve dinleme muhalefet tarafından iktidarı da yıpratma aracı haline gelmişti…
Özellikle CHP gibi sol ve laik(!) zihniyet sahipleri iktidarı kaybettikten sonra tek parti dönemi unutmuş görünerek mevcut iktidarları baskı altında tutmanın bir aracı olarak bu işe sahiplendiler…
Dinleme meselesinin ülke gündeminde çok tartışılır hale gelmesinde Hasan Celal Güzel Beyefendi’nin Başbakanlık Müsteşarlığı yaptığı dönemde her telefonu açışında “Beni dinleyenin anasını avradını …..” sözleriyle konuşmasına başlamasını bir hatıra olarak sonradan nakletmesinin büyük rolü vardır…
Cesaret ve yüz bulanlar daha sonra bu konuyu hep canlı ve diri tuttular…
Takip eden ve dinleyenlerin sayesinde bu işin sonucundan ekmek yiyenler türedi
Piyasa uzmandan geçilmez oldu…
El hasılı ortada bir dinleme ve tarassut meselesi var…
Anlaşılan o ki herkes bu işten sıkıntı duyuyor…
Muhalefet dinlendiğini söylüyor, STK ’lar zaten potansiyel… Ama Hasan Celal Güzel ’in sözlerinden anladığımıza göre iktidarı da dinliyorlar…
Muhtemelen bu devam ediyordur.. Rahmetli Özal bu konuda hassasmış…
Asakiri mansura dahi zaman zaman şikayetlenir… Batı Çalışma Grubunun şikayetleri göz ardı edilmediği için dillendiriyoruz… Onbaşı Sarmusak meselesi malum.
Akıl karışıklığı olmasın…
Herkes dinlendiğine göre, dinleyenler herkesi dinlediğine göre bu işin içinde bir iş var…
Durumdan vazife çıkaranlar var…
Herkes dinlendiğine göre karşılıklı suçlamalar yerine birilerinin bizi kim dinliyor diye sorması gerekmez mi???
Hadi herkes kayıkçı kavgası yapacağına, cesaret edip bu soruyu sorsun…
Kral çıplak dedirtsinler…
İşe önce tarassut köpekleri başlasın
Ne dersiniz???
cafesiyaset.com (özel)
2008-06-01 Cafe Siyaset

Erbakan Hoca'ya Farklı Bir Bakış

Kim ne derse desin bu ülkenin en velud ve değerli akil adamlarından birisi olan Erbakan Hoca şimdi hayatının en zor sürecini yaşıyor…Bugün kendisine reva görülen bu halin muhasebesini herkesten çok kendisinin yapması gerekiyor…

Prof. Necmettin Erbakan `ın ev hapsi ile ilgili birkaç söz...
Erbakan Hocanın uzun süredir gündemde olan cezasının infazı uygulanmaya başlandı…
Bir başbakanını ipe gönderen, ardından gelen başbakanlarına siyasi yasaklar getiren, hapis cezaları veren sistem şimdi de birisine bir ceza daha verdi…
Mevcut Başbakana da siyasi yasak getirmenin davasını açtı…
Dünya işte böyle bir şey… Devir devir…
Erbakan Hocanın davası tıpkı diğerleri gibi zorlama bir süreç ve neticesinde gelen mahkûmiyettir…
Üstelik kimlerin eliyle olduğu aşikâr…
Her dönemde o günün şartlarına uygun bir cezalandırıcı bulmak hiç de zor olmamış…
Erbakan Hocanın cezasına ise Fazilet Partisini Anayasa Mahkemesinde savunan zihniyet, adalet terazisinin sapı ellerine verilenler ve davanın bugüne gelen sonuçlarının zeminine de iyi niyet taşları döşemiş olanlar düşmüş…
Ne diyelim başka…
Erbakan Hoca ’ya ahir ömründe verilen ceza birilerinin ma ’şeri vicdanında bir sızı olarak kalacak gibi gözüküyor…
Verilen bu ceza en çok da Erbakan Hoca ’nın kendi vicdanında bir sızı oluşturacaktır…
Erbakan Hoca 1969 yılında Odalar Birliği Başkanlığını görevinden uzaklaştırılmadan önce profesörlüğü ve alanında çalışmaları ile tanınmaktadır ama sınırlı bir çevrede, halk nezdinde değil…
Zaten kısıtlı olan iletişim organlarının neyi nasıl gösterdikleri de dikkate alınacak olursa tablo netleşir…
Hocanın halk nezdinde tanınması, tabir caizse efsane haline gelmesi, 1969 yılı seçimlerinde Konya ’dan bağımsız vekil olarak adaylığını koyması ve en az 6 milletvekili çıkartacak kadar oy alarak TBMM ’ye girmesiyle olmuştur…
Öyle ki bu seçim başarısı birçok mahfilin gözünden kaçmamış ve dikkatlerin Erbakan ismine yoğunlaşmasına da bir sebep teşkil etmiştir…
O günlerden bugünlere hayatta kalanlar yaşananların ve gelişmelerin seyrini bilirler…
Artık Türk siyasi hayatında geleceğe damga vuracak yeni bir siyasi bir figür vardır…
Bu yeni siyasi figürün ülkemizin bugünlerini de derinden etkilediği çok açıktır…
Erbakan Hoca ’nın kafasında şüphesiz siyaset vardı ama Konya ’dan bağımsız aday olma fikri nasıl gelişti, bu birçok zihinlerde bir muammadır…
Hoca’nın Konya ’yı 1969 yılının seçim atmosferinde ilk ziyareti ve o gün yanında olanlarla beraber sonradan yolları ayrılanlar bu durumu herhalde herkesten daha iyi bilirler…
O güne gelinceye kadar Konya halkının Erbakan Hocayı tanıdığı pek söylenemez…
Konya halkının yakından tanıyanlar ise Konyalı olmayan birisine Konya halkının geçit vermeyeceğini iyi bilir…
Konya ’dan bağımsız aday olma fikrinin kimlerden geldiği muamması açıklığa kavuşmadan ve sonrası yaşanan gelişmelerin seyir defteri iyi tutulmadan bugünleri anlamak zordur…
Türkiye ’nin siyasetinde çok önemli rol oynamış ve Milli Görüş çizgisi olarak ifade edilen çizginin inişli çıkışlı grafiği bu seyir defterinde boş bırakılan sayfaların doldurulmasıyla belki biraz netlik kazanabilecektir…
O sayfalar halen boş durmaktadır…
O günlerden bu günlere yaşananlar ise ülkenin geleceği üzerinde derin izler bırakmış ve bırakmaya devam etmektedir…
Erbakan Hoca ’nın bugün mahkûmiyeti ile sonuçlanan ve infazı uygulanan cezasının temelinde o günlerde alınan kararlara hangi şartlarda uyulduğu ile bağlantılı gelişmeler vardır…
Dolayısıyla maruz kalınan sıkıntıların haksızlık olarak nitelendirilmesinin ve bunun tartışılmasının pek de bir anlamı yoktur…
Zira sebepleri bilmeden sonuçları tartışmak kısır döngünün sürmesi anlamına gelir…
Kim ne derse desin bu ülkenin en velud ve değerli akil adamlarından birisi olan Erbakan Hoca şimdi hayatının en zor sürecini yaşıyor…
Bugün kendisine reva görülen bu halin muhasebesini herkesten çok kendisinin yapması gerekiyor…
Kendi elleriyle gergef gibi ördüğü bir gelecekte yine kendi iradesiyle yaptığı tercihler bu mahkûmiyeti getirmiştir…
Üzerinde iyi düşünülmesi gereken husus belki de budur…
Bütün bu yaşananları iyi gözlemlemek için geçmişe daha geniş bir perspektiften bakmak gerekmektedir…
Siyasallaşmayan hiçbir kurumun kalmadığı günümüzde böyle bir bakış açısını yakalamak da ayrı bir zorluğu beraberinde getirmektedir…
Zoru yaşamak nereye kadar???
mehmetnatik1@gmail .com
2008-05-29 Cafe Siyaset

İngiltere Kraliçesinin ziyaretinin sebebi Kıbrıs mı?

İngilteri Kraliçesinin ziyaretinin sebebi Kıbrıs mı?

Biraz da dış siyaset gündemimiz olsun…
Bir ziyaret nasıl sulandırılır?
Neden sulandırılır?
Bu bir vazife midir?
Yoksa kapasite meselesi midir?
Bu tür ziyaretler üzerine basın camiasında yapılan değerlendirmeler derin bir analizin sonucunda gerçek gündemi gözden uzak tutmak mıdır?
Yoksa hakikaten basına yansıyan ve oluk oluk akan kazurat misali sığ değerlendirmelerin ötesine geçemeyecek yorumları ile zaten bilgisiz oldukları konuları magazinleştirerek bilgi kirliliğine katkı mıdır?
Malumunuz İngiltere Kraliçesi 37 yıl aradan sonra ülkemize bir ziyaret gerçekleştirdi…
Kraliçe Hazretleri bu seyahatten önce 4 aylık bir hazırlık süreci geçirmiş!!!…
Ülkemiz üzerine kitaplar okumuş!!!…
Gelirken boş gelmemiş 1.5 ton hediye getirmiş!!!
Miş miş miş…
Mişleri uzatabiliriz…
Kraliçe Hazretlerinin sebebi ziyaretinin kodlarını üzerine sulandırma taifesinin bilgi kirliliğinin arkasından bu sefer de uzman uzman ağır ağabeyler konuşmaya başladı…
Aytunç (Altındal ) Abi misali…
Şüphesiz bu ziyaretle ilgili tutarlı yorumlar yapılmadı da değil…
Bu eleştirilerimiz de bizim efe efe biz bu işi iyi biliriz havasını vermek değil…
Had meselesi diye bir şey var efendim…
Haddimizi biliriz…
Bizim bu köşede yaptığımız şeylerden birisi de altı kaval iken üste şişhane havası verenlere ve görüntü ile icraatları farklı yapılanlara dikkat çekmektir…
Efendim 37 yıl aradan sonra yapılan bu ziyaret sulandırma seanslarına tabi tutulamayacak kadar önemlidir…
O nedenle Kraliçe üzüm salkımı desenli fistan giymiş, yok Hayrunnisa Hanım’ın elbisesinin kreasyonu falan modacı tarafından yapılmış ama uymamış, Emine Hanım ile Hayrunnisa arasında kara kedi olduğu için koskoca Kraliçe Hazretleri ülkemizi şereflendirmesine rağmen Başbakan’ın hanımı Çankaya ’da verilen resepsiyonda nasıl bulunmazmış.
Mişlere bir de mışlara kattırdılar gördünüz mü?
Kraliçe Hazretlerinin gezisinin Bursa ayağında Yeşil Camiyi ziyareti ve okunan Kur’an’a kulak misafiri olması gezinin tuzu biberi cinsinden sayılır…
İngilizlerin danışman taifesi bu işi iyi biliyor… Damardan giriyorlar…
Evet konu dağılıyor gibi olmadan kaldığımız yerden devam edelim…
Aytunç Abinin derin derin vurguladığı Kraliçenin Türkiye ziyareti ekibinde yer alan bazı isimleri ülkenin mevcut seçilmiş yöneticileri ile ilişkilendirilmesinde ipin ucunu kaçırıp kaçırmadığı meselesi var ki akıllara zarar cinsinden buram buram Türkiye ’ye müstemleke havası veriyor…
Bu konuda verdiği beyanatları buraya aktarırsak bize yer kalmaz. O nedenle üzerinde çok konuştukları bir iki isimi aktararak durumu sizin ilgini alanıza amade kılarız…
Grenville Byford ve Orit Gadiesh… Bu iki isim karı koca…
Kadın yani Orit İsrail tandanslı…
Kocası ise Amerikalı
Amerikalı olan yani koca Kraliçenin Türkiye ziyareti heyetindeymiş…
Bunların ülkemiz seçilmiş yöneticileri ile eskiye dayalı ilişkileri varmış ve bunlardan yola çıkılarak analizleri konu oluyormuş…
İlişki kuranla ilişki kurarlar…
Neden ilişki kurduysanız bu kurduğunuz ilişki içeriği itibarıyla ileride size geri döner…
O nedenle kuracağınız ilişkileri iyi dikkat etmelisiniz…
Netameli ise ne yakanızı bırakır ne de peşinizi…
Ummadığınız anda kâbusunuz olur…
Konuyu dağıtmayalım…
Siz Kraliçe Hazretlerinin Türkiye ziyaretinin gündeminden herhangi bir satır başı gördünüz mü kıyıda köşede???
Şahsen bizzat ben rastlayamadım…
Bildiğimiz bu ziyaretin İngiltere `nin Türkiye `nin Avrupa Birliği üyeliğine desteğini ifade etmesiymiş…
İngiltere Kraliçesinin AB üyeliği için buralara kadar gelmesi pek anlamlı gelmiyor.
Zaten İngiltere ’nin AB hususunda Türkiye ’nin en büyük destekçisi olduğu bilinen bir gerçek ve her fırsatta dile getirilir…
Konuyu şöyle değişik bir açıdan değerlendirelim ve 37 yıl önce yapılan ziyaret esnasında ve sonrasında ülkemizin dış politika arenasında en önemli sorun olarak ne ile uğraştığına bakalım…
Gördüğümüz karşımızda Kıbrıs ’ın durduğudur?
Sonrası malum Garantörlük haklarımızdan dolayı müdahale ve sonrası yaşanan gelişmeler…
Bugün geldiğimiz noktada ise iki yapılı ve birleştirilmeye çalışılan bir savaş artığı bir ada…
Adı Kıbrıs
Analizciler yorum yaparken belden aşağı vurmasa ve kodları farklı okumaya çalışsa ne iyi olur…
Siz yine de önümüzdeki günlerdeki olası gelişmeleri dikkate alarak ziyaretin sulandırılmasından dolayı aklınızı karıştırmayın ve suni gündemlerden sıyrılarak zihninizi duru tutun…
Bir anekdot aktaralım da İngilizlerin rastgele iş yapmadıkların resmi olsun…
Geçmişte Eski İngiltere Başbakanı M. Teacher Mehmet Ali Birand ’a röportaj vermeyi kabul etmiş ve ikili karşı karşıya gelmişlerdi…
-Mehmet Ali Birand ’a verilen süre diyelim ki 15 dakika- MAB rahat rahat muhabbete girmiş ve asıl sormak istediklerine anlaşılan o ki sıra çok Bayan Teacher ne dese beğenirsiniz saatine bakarak Sayın Birand sürenizden 3 dakika gitti, bırakın kompliman yapmayıda başka sormak istediğiniz şey varsa onlara gelin demiş…
mehmetnatik1@gmail .com
2008-05-26 Cafe Siyaset

Bir Turhan Çömez Portresi

Gün oldu köşelerde yazılar yazdı…Gün oldu tv koordinatörü oldu… Her şey oldu… Ama ne olduğunu anlamayanlar çok…Kimilerine göre bir bulmaca oldu…Bu kadar enteresan birliktelikler bulmaca olmaz da ne olur…Satranç olacak değil ya!!!

Turhan Çömez nereye koşuyor?
Türkiye ’de siyasi atmosferin puslu olmadığı gün olacak mı?
Böyle günleri görenler olacak mı?
Kapalı kapılar ardında her gün dedikodu kazanının kaynatılmadığı günler gelecek mi?
Kim bilir bekleyelim görelim bakalım…
Hiç dikkatinizi çekiyor mu?
Ülkenin siyasetine yön verenlerin buluştuğu sahnede birileri öyle ya da böyle sahne alıyor…
Her gün enteresan gelişmelere sahne olan bu atmosferde bazı insanlar var ki hiç gündemden düşmüyorlar nedense…
Ya da birden bire bir vesileyle sahnede boy gösteriyorlar sonrasında ise projektörler ve sahne ışıkları çeşitli vesilelerle onların üzerinde geziniyor…
Birileri sürekli olarak bu tipleri gündeme taşıyor…
Bir vesileyle hayatların çakıştığı yerlerde oluşan birlikteliklerin getirdiği yapılanmalar daha sonra farklı bir formata bürünüveriyor…
Ak Parti iktidarı ile beraber milletvekili sıfatı da kazanan Turhan Çömez işte böyle siyasi bir figür…
Milletvekili olduktan sonra aykırı çıkışlarıyla gündemde kendine yer bulmaya başladı ve bulunduğu yeri şu ana kadar hep muhafaza etti…
Sayın Çömez ’i en ilginç kılan özellik onun Sayın Başbakan’ın Ak Parti kurulmadan önce ve kuruluşun ilk günlerinde onun özel kalem müdürlüğünü yapmış olmasıydı…
Kendisinin Tıp Doktoru ve bir cerrah olduğunu biliyoruz…
Basına son günlerde yansıyanlara bakılırsa Sayın Başbakanla tanışıklığı 1990’lı yıllara dayanıyor…
Anlaşılan o ki tanışıklık yerini uzun bir birlikteliğe bırakmış… Sene 1990 sene 2008…
Bu birlikteliğin kırılma noktasını ise sonra oluşan atmosfere baktığımızda 2003 seçimleri ile birlikte Sayın Çömez ’in milletvekili olması ve fiilen aktif siyasette yer alması oluşturuyor…
En azından bizim gözlemimiz bu…
Sonrası gelişmeleri ülke gündemini yakından takip edenler biliyor…
Hatta ve hatta T. Çömez ’in sahnede sürekli yer almasını sağlayan çıkışlarıyla sağır sultan bile biliyor…
Sayın Başbakana sabrı ve metaneti için şapka çıkarmak lazım…
Suskunluğunu hep muhafaza etti…
Etmeye de devam ediyor…
Gelelim yeniden Sayın Çömez ’e…
Zatı muhteremin adını 2003 seçimlerinden önce bir vesileyle Sayın Başbakan’ın yakınlarından olup da şimdilerde uzağına düşen bir vekilin makamında sayın vekilin o zaman ki haliyle Tayyip Bey ’le görüşmek için telefonla aradığında duymuştum…
O zaman henüz ülke seçim atmosferine girmemiş ve Ak Partinin temelleri henüz atılıyordu…
Vekilin Tayyip Beyle görüşmesini sağlamıştı…
Sonrası malum seçimler ufukta göründü ve listeler belli oldu…
Bir de baktık ki Sayın Çömez de vekil namzedi…
Sonra ver elini Meclis
Ama ilginç bir şekilde Tayyip Bey ’e rağmen vekil olma arzusunda olduğu iddiası hiç gündemden düşmedi…
Tayyip Bey vefalıdır. Vefanın sadece bir semt adı olmadığını bilir…
Ama gelinen noktada vefa duygusunun nasıl durumla kendisini karşı karşıya getireceğini haliyle bilemez…
İnsani bir hal bu…
Evet gündemden düşmedi dedik ya gündem sağlamayı hep becermiş…
Rivayet o ki o çok popüler olduğu günlerde Meclis ’te iktidar kulisinde kendi partisinden bir vekile adın Barzani ile anılıyor şeklinde ima yollu ifadelerine şahit olmuşluk var serde…
Karşısındaki vekil külliyen iftira diyesiymiş…
Anlaşılan parti içinde de nazirlerine böyle söyleyerek yarı gizemli bir havanın soluklayısıymış…
Derin ilişkiler….
Sayın Çömez o günlerden bugünlere en ilginç birlikteliklerde ve yapılanmalarda o uzun boyunu gizleyemeyecek ya da gizlemeyecek bir biçimde boy gösteriyor…
Ülkenin bütün siyasi, gayri siyasi çevrelerinin girdisini çıktısını ezberledi…
Gün oldu Perinçek ’le, gün oldu Tuncay Özkan ’la, gün oldu kuvvacılarla(!), gün oldu üniversite camiasıyla boy gösterdi…
Gün oldu köşelerde yazılar yazdı…
Gün oldu tv koordinatörü oldu… Her şey oldu…
Ama ne olduğunu anlamayanlar çok…
Kimilerine göre bir bulmaca oldu…
Bu kadar enteresan birliktelikler bulmaca olmaz da ne olur…
Satranç olacak değil ya!!!
Gazeteci Güler Kömürcü ile vermiş olduğu pozlar da muhteşem hani…
Bir de siyah ve vücudunu sımsıkı saran bir atletle elinde o asi ve sıra dışı gençlerin taktığı cinsten siyah deri eldivenlerle vermiş olduğu poz var ki dillere destan…
Eskilerde bir vekil vardı…
Çok parti değiştirdiği için FIRILDAK lakabını takmışlardı…
Sayın Çömez bunu yapmadı…
Parti değiştirmedi…
Ama sancısı her neyse ilaç olmak ve bulmak için dolaşmadık kapı bırakmadı…
Dedik ya bulmaca…
İhraç edilinceye kadar partisinde ikamet etti ama ikamet ettiği yeri bir güvercinlik gibi gördü…
Kondu göçtü kondu göçtü…
En sonunda göçtü…
Şimdi bir seçim olsa Ak Parti ’ye oy vermem diyesiymiş…
Ak Parti saflarında siyaset yaparken başladığı muhalif siyasi kariyerine sonralarda da devam etti…
Hatta ve hatta Erbakan Hoca ’nın meşhur ESAM ’ında bile konferans verdi… Modern bir seyyah misali onu ülke dışında tehlikenin cirit attığı yerlerde bile görebiliyorduk…
İşgal altındaki Irak ’a yaptığı seyahat kariyerine farklı bir çizik atmıştır…
Bugün Anayasa Mahkemesi Üyesi Sayın Paksüt ’le birlikteliğine gerekçenin temeli buraya dayanır kendi ifadesiyle…
Muhalif kariyerinin en tepe noktası ise CHP Genel Başkanı’nı ziyaretidir ki eski özel kalem müdürünün irtibatlarına ayrı bir gizem katmaktadır…
Enteresan bir kişilik…
Birileri kendisini ülkenin kurtarıcıları arasında olduğuna mı inandırdı ya da kendisi buna inanıyor mu bilinmez ama hep profili oluşturdu…
Gelinen noktada Turhan Çömez ’i Turhan Çömez yapan tek bir özellik var…
O da bir zamanlar Sayın Başbakan’ın yola revan olduğu günlerde özel kalem müdürü olmasıdır…
Kilit isim(!) olmak istiyorsanız ülkenin siyasetine ve geleceğine yön veren liderlerin en yakınında bir müddet ikamet edeceksiniz…
Ama neyin kilidi olacağınız size bağlı…
Affedersiniz Turhan Çömez siz neyin kilidisiniz???
cafesiyaset.com (özel)
2008-05-19 Cafe Siyaset

Emre Kongar sosyolog mu?

Hadi canım güldürmeyin beni!
Siz bu kısa civi`de sosyoloji ile ilgili bir eğitim veya akademik çalışma gördünüz mü? Ben göremedim…Siz de göremezsiniz… Neden çünkü böyle bir şey yok… Sosyoloji ırsi bir tevarüs olarak ele alınacak olursa el hak Prof Emre Kongar sosyologdur…Neden?

Yorum farkı efendim yorum farkı
NTV ’de bir muhabbet vardı…
Yorum farkı gerçekten de yorum farkı idi…
Mehmat Barlas ’la enteresan bir ikili oluşturan Prof. Emre Kongar nevi şahsına münhasır bir modern taşlama ve taşlanma programı oluşturmuşlardı…
Her anında her programda farklı formatlara bürünüyordu…
Komedi evine dönüştüğü de olmuyor değildi…
Şu Çalık Grubu programı dinamitledi…
Mehmet Barlas ’ı çektiler aldılar…
Program ortada kaldı…
Meğerse giden lokomotifmiş…
Can simidi olarak Cengiz Çandar sürece dahil oldu ama maalesef ilaç olamadı…
Programın tadı tuzu zaten kaçmıştı…
Nerede o eski tartışmalar, atışmalar, sataşmalar…
Mehmet Barlas ’ın o renk vermeyen simasının altında hazır cevaplığıyla Prof. Kongar ’ın ancak iki program sonra anlayabileceği türden yaptığı ince taşlamalar, ve kendine has üslubunun programı sürüklediği anlaşılamadı…
Anlı şanlı Prof üst perdeden atış yapıp da bel altından vurmak istediği şahsı Mehmet Barlas gibi zannetti…
Cengiz Çandar üslubu ile ve her şeyiyle ben Cengiz Çandarım deyince ortalık karıştı…
Anlaşılan o ki program rafa kalktı…
Efendim böylece takke düştü ama kel göründü mü?
Sanmam Emre Kongar ’ın mahallesinde öyle kolayına keli göstermezler…
Emre Kongar ’ın ismi bana zaman zaman şu soruyu sorma ihtiyacı hissettirir…
Bu popüler prof camiada neden sosyolog olarak tanınır?
Herkesler neden ona sosyolog der?
Efendim bilmeyenler için kısa bir Kongar mazisi…
İlk, orta ve lise eğitimini Şişli Terakki Lisesi `nde görmüş… Fen bölümü mezunu… Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye ve İktisat Bölümü `nden mezun… Sonrasında da Michigan Üniversitesi Sosyal Çalışma Yüksek Okulu `nu bitirmiş. 1968 yılında Hacettepe Üniversitesi `nde Sosyal Çalışma Yüksek Okulu `nu kurmuş ve buraya müdür olarak atanmış. 1981 yılı Temmuz ayında "Atatürk ve Devrim Kuramlar" adlı takdim teziyle Hacettepe Üniversitesi Senatosu `nca profesörlüğe yükseltilmiş...
Siz bu kısa civi’de sosyoloji ile ilgili bir eğitim veya akademik çalışma gördünüz mü?
Ben göremedim…
Siz de göremezsiniz … Neden çünkü böyle bir şey yok…
Sosyoloji ırsi bir tevarüs olarak ele alınacak olursa el hak Prof Emre Kongar sosyologdur…
Neden?
Çünkü Sayın Hocamız Felsefe öğretmeni anne ve babanın evladıdır…
Ebeveynin mesleği miras olarak çocuklarına kalıyorsa bir şey diyemeyiz
Hoca felsefe grubunun alt kanadı olan sosyoloji bilimine atfen sosyologdur…
Varsayalım sosyologdur ama olsa olsa yeni tabirle pop sosyologdur…
Laf aramızda iki adamı görünce tedirgin olmuyorum ama bir garip duyguya kapılıyorum…
Biri Celal Şengör nam prof… Diğeri de Emre Kongar
Ses tonları dahil benzer yanları çok…
Her ikisinde de görülen en önemli özellik ise kendi alanlarının dışında daha meşhur ve de eskilerin deyimiyle velud olmalarıdır…
Bir de her ikisi de papyonseverler derneğine mensupturlar…
Geçenlerde bir dost meclisinde garipsediğim pop sosyologla ilgili ilginç bir anekdot dinledim…
Malumunuz akademik unvanlar oluşturulan bir jürinin karşısında savunulan tezin jüri tarafından onaylanması sonucu alınır…
Doktora sonrası doçentlik tezi gündeme gelir…
Akademisyen doçent olduktan sonra artık yolu açılmıştır…
Belli bir süre sonra profesörlüğe adım atar
Pop sosyoloğun dahil olduğu jürilerden öyle kolay kolay doçent unvanı alan olmazmış…
“Herkese doçentlik verirsen, herkesi doçent yaparsan bizim ayrıcalığımız ne olacak?” sorusu meğerse bir zamanlar dillere pelesenk olmuş…
Bu yaklaşımın hâkim olduğu bir kısım akademi camiası…
Ve kendine ayrıcalıklı statü oluşturup da bu statü ile sınıfsız bir toplum maskesinin arkasında kendilerine ayrı bir sınıf oluşturan ve kendilerinin dışında herkese öteki muamelesi yapanlar…
Kongar .org ’taki şu ifadeler kendisine ait…
Oğlum bu siteyi oluştururken, benden siteye girenler için bir "hoşgeldiniz " iletisi istedi. Ben de ona bir değil dört ileti verdim:
1. "Yaşamın iki anlamı vardır: Sevgi ve üretim. Severek üretmek, üreterek sevmek" (Yaşamın Anlamı, s.62)
2. "Ben yazılarımı, bütün yaşamımla bile bu dünyada hiç bir şeyi etkileyemeyeceğimi bilerek umutsuzca, ama tek bir makale ile tüm dünyayı değiştirebilecekmiş gibi bir sorumlulukla yazıyorum." (Demokrasi ve Laiklik, s.87)
3. "Her medya patronu ancak, gazetesindeki ya da kanalındaki en terbiyesiz medya mensubu kadar terbiyelidir". (Cumhuriyet , 13 Nisan 2000, Medya Notu )
4. "Bütün insanları çok seviyorum. Gençleri daha çok seviyorum. En çok da okurlarımı ve öğrencilerimi seviyorum."
Hocanın hayatı gerçekten çok renkli…
Son Yorum Farkı ’nda yanılmıyorsam terbiyeye dair ifadeler programın finaline damga vurmuştu…
Başta da dedik ya yorum farkı efendim yorum farkı…
mehmetnatik1@gmail .com
cafesiyaset.com (özel)
2008-05-16 Cafe Siyaset

İdeoloji mi, o da ne anlama geliyor?

İyi satışlar Tuncay Özkan!
Kanal`ın ve Tuncay Özkan`ın cemaziyelevveline bakınca yorum üstüne yorum ve her yazarın kaleminden bir ironi veya dokundurma damlası çok garip gelmez… Tuncay Özkan`ın kulakları emin olun hepsine kapalı kalacaktır…

MEHMET NATIK `ın izlenimleri

İdeoloji mi, o da ne anlama geliyor? İyi satışlar Tuncay Özkan !
Bu dünya da, insanlar da gerçekten bir acayip…
Kaç Kişiyizci Tuncay Özkan ’ın Kanaltürk ’ü satışının basın camiasının gündemine bomba gibi düşmesi ortalığı bayağı şenlendirdi…
Kanal’ın ve Tuncay Özkan ’ın cemaziyelevveline bakınca yorum üstüne yorum ve her yazarın kaleminden bir ironi veya dokundurma damlası çok garip gelmez…
Tuncay Özkan ’ın kulakları emin olun hepsine kapalı kalacaktır…
Bu tür meselelerde cebe giren ne çıkan ne ona bakın siz…
Gerisi hikayeden terane…
Ekip, mücadele, ideoloji hikâye geçin bir kalem…
Küçük insanların büyük düşündüğü nerede görülmüş…
Kaldı ki bu işlerin yolu yordamı da bu değildir…
Bir şey daha onu mayın tarlasına sürenlerin hesapları şaşınca kendisi daha sonra tarladaki mayının hareketlisine dönüşmüştür o kadar…
Tuncay Abiyle iş tutanlara şapka çıkarmak lazım engin , derin ve geniş ufuk sahibi(!) olduklarını da tescillediler…
Ülkeyi kurtarmaya soyunanların ufku buysa giyinenlerin hali nicedir???
Tuncay Özkan ’ın ipliğinin pazara çıkalı uzun zaman olmuştu…
Hayatı didik didik edildi…
Bilenler de basın camiasındaki yolculuk serüvenini gayet iyi bilir…
Hani bir söz vardır bizde “Gevurun ekmeğini yiyen kılıcını sallar ” diye…
Benim zihnimde bıraktığı izlenim hangi medya grubunun hizmetinde ise orada sahibinin sesi olduğudur…
Bir de 28 Şubat sonrası süreçte TBMM girişinde görmüştüm yanında birileri vardı ve küçük dağları ben yarattım edası ile etrafına bakınıyordu… Bir de böyle bir kare…
Kendisi için henüz ara dönem sayılabilecek bir zamandı ve Kanaltürk serüveni ile son transfer sonrası oluşan boşluğa denk gelen bir zamandı…
İnsanlar basamakları hızlı tırmanınca inişe geçseler dahi tavırlar farklı oluyor demek ki???
Yani her zaman kral öldü yaşasın yeni kral mantığının hâkim olduğu bir zihniyetin sahibi…
Kanaltürk denemesinde ise gerçek kimliğini tescilledi…
Üstelik helal olsun başkalarının duygularını ve heyecanlarını pazarlamak ve bundan iyi rant sağlamak her babayiğidin harcı değildir…
Hoş pazarlamacılık işinde agresif tutum ve tavırlar iyi değildir…
Ama zatı muhterem bu tavırlarla bile satış yapılabileceğinin en büyük kanıtı ve göstergesi olarak tescillendi…
Artık bundan sonrasını yeni patronları ile baş başa bırakılan çalışanları düşünsün…
Atı alan Üsküdar ’ı çoktan geçmiştir…
Laf aramızda ben de bir acayibim ha…
Şu kadarcık yazıya üç dene deyim sığdırdım…
Ataları rahmetle yad edelim iyi ki bir cümleye dünyayı sığdıran sözleri bizlere miras bırakmışlar…
Efendim cemaziyelevvel dedik de aklımıza geldi…
Tuncay Kardeşin Kanaltürk ’ü satışı bizi geçmişe taşımaya yetti de arttı…
Bunun bir benzerine, genç terü taze bir yayın organının el değiştirme operasyonuna 80’li yılların üçüncü çeyreğine girerken şahit olmuşluğumuz var…
Birebir değil tabiî ki sadece ve sadece satış öncesi ve sonrası yaşananlar, satışın aktörleri figüranları, çalışanları ve sonrasında o gün ucundan kıyısından içinde bulunanların şimdilerde nerelerde oldukları o gün sergiledikleri tavırlar…
Evet…
O günler acısıyla tatlısıyla iyi günlerdi…
Yeni bir yayın organı yola revan olmuş…
Bir süre sonra ise çıbanlar uç vermeye başlamış…
Herkes kıyısından köşesinden çekiştirir olmuş..
Üç ortakla yola çıkılmış ama işin içinde de iş varmış…
Dedik ya çıban uç veriyor diye…
Yayın yönetmeni ile problem ortaklar arası ufak tefek problem derken…
Problem büyümüş…
Bu arada kervan yola devam…
Efendim sonrasında farklı meselelerden uç veren problem boyut değiştirmiş…
Sahiplik kâğıt üzerinde el değiştirmiş…
Yayın Yönetmeni ben oynamam deyü tutturmuş ve ekibimle geldim ekibimle giderim diye gemiyi terk etmiş…
Tabi dolmuşa binen ekibiyle beraber…
Sonrasında yeni birileri sahne almış…
Sarsıntı okuyucu bazında da kendini göstermeye başlamış…
Neden derseniz ekiple gidenler var ama ortaklardan birisine bağlı olarak anlı şanlı yazmayı bırakan ağır âli âli ağabeyler de var…
Ekiple giden millet zaten fehim mehim, anlayış falan bırakmamış…
Yeni ekip oluşturulurken gizliden gizliye görüşmelerin ardı arkası da hiç kesilmemiş…
Bu arada gerek dağıtım gerek basım hususunda lojistik destek sabote edilmiş…
Yeni kadrolar kurulurken oluşacak kadroda yer almak isteyenler sıkı pazarlıkçı çıkmış…
Bazıları fedakârlık yapmaya devam etmiş…
Birisi neredeyse yayın organı devam etsin diye memuriyetten istifa edeyazmış…
Sözü uzatmayalım…
Birgün bir bakılmış ki hadi gidiyoruz denilmiş…
Yayın organı el değiştirmiş… Yani satılmış…
Çalışanlardan giden gitmiş, kalanlar yenilerin insafına kalmış…
O günlerden bugünlere o kaderi öyle ya da böyle paylaşanlardan birisi baş aktörlerden hep baş aktörlüğü sürdürmüş, önüne hep iyi fırsatlar çıkmış, çevresi kendisine hep sadık kalmış ta ki bugünlere kadar gelmiş…
Ama çevre kategorize edilip kimileri kimilerine göre öncüllenebilir değil mi?
Nitekim öyle olmuş… Sırt var sırt var…
Allah ’ın lütfu ihsanıyla şimdi milletin temsilciliği makamında…
Ama artık köprünün altından çok sular akmış…
Satın alan da daha sonra taş gibi kaya gibi satılmış…
Satın alan meğer buzdağının görünen yüzüymüş…
Yüz ki ne yüz…
Geçtiğimiz günlerde yeniden bir araya gelme girişimi olmuş ama birliktelik uzun sürmemiş…
Sıkı pazarlıkçı birisi içinde bulunduğu yapıyı iyi kullanmış…
Meğerse yapı perdeymiş…
Gide gide en uç noktaya varmış…
Dolaşmadığı yer kalmamış…
Şimdilerde bir köşede yazmakla beraber toplumun bir kesimi adına kanaat önderliğine soyunmuş…
Zaman zaman üst perdeden akıldaneliği yapmıyor da değil hani?
Ekibi ile giden geri döndüğünde ise ekip anlayışına kilit vurmuş, satmış demiyoruz dikkat ederseniz… Yola yalnız revan olmuş…
Makaleyi doğurmakta sıkıntı çektiği zamanları unutmuş…
Tuvalette bile makale hazırlar hale gelmiş…
Ünü ülke sınırlarını bile aşmış…
Sevilmeyi sevdiğini ifade ediyor…
Tanıyanlar gururunu okşasın…
Geçmişi meğer ne ilginç rastlantılarla dolu imiş de kimsecikler bilmezlermiş…
Sıçrama tahtasının arkaplanı da iyi doldurulmalı değil mi?
Ne o gökten zembille iner gibi…
Boşlukları dolduracaksın…
Hoş yine de yiğidi öldürsen de hakkını yemeyeceksin…
Boş adam olmadığı zaten biliniyordu…
Sessiz sedasız işini yapan birisi sayfalara can verirdi…
Şimdilerde ünlüler kervanında kalemine can veriyor…
İyi de polemik ustası oldu…
Birisi yalvar yakar girdiği basın dünyasında genç yaşta ağır abi oldu…
Birisi uzun zaman gamını çektiği kulvardan başka bir kulvara zoraki tayin oldu…
Yine sayfa sekreteri olan birisi devletin kurullarından birisinde bir dönem en tepeye çıkarak şöhretin tadını çıkardı…
Ekiple beraber giden birisi sanırım gaza geldiğini anlamıştır…
Zaten nevi şahsına münhasır birisiydi…
Eskilerin deyimiyle çelebi denir ya…
Halen de çelebidir… Kimseye eyvallahı yoktur…
Birisi akademisyendi ve çelebi idi…
Şimdilerde en üst düzeyde danışmandır…
Efendi dedikleri cinsten…
Kimseyi satmayacak cinsten…
Birisi o zaman da sıkıntılıydı şimdi de sıkıntılı…
Devlet memuriyetinde görev aldı ama o zaman neyse memuriyette de oydu…
Ama hala anlayamam ekiple geldik ekiple gideriz diyen adamla beraber olan bu insanların ortak noktası ne idi…
Zira kendilerini sonradan tanıdığımda bu birlikteliğin nasıl oluştuğunu anlamakta zorlanmıştım…
Sözün ucu yok… Zikredilmesi gerekenleri sıralayacak olsak liste uzar…
Yazsak sayfalara sığmaz… Tekmili birden roman olur…
Herkes bir yerde… Kimileri de sırtları nasır tutmuş halde bir yerlerde…
Zamanın insanlar arasında çevrilen bir devir olduğunu nasıl unutulur anlamam…
İnsanlar değişir mi? Hayır insanlar sadece olduklarından farklı görünebilirler…
Hedeflerine ulaşıncaya kadar…
En iyisi uzatmayalım…
Gerçekler zamanla anlaşılır…
Bu cümle de bir slogan mıydı ne???
Efendim…
Bir satış hikâyesi insana neleri hatırlatıyor…
Bu sayede nostalji yaptık…
Bakın yeni satış ve hatırlattığı eski satış bana bir başka hikâyeyi hatırlattı…
Görüntüye yansıdığı haliyle; şu kapatma davası sonuçlansın da asıl satışları o zaman seyredin siz…Efendim tedbirinizi alın da satışa gelmeyin…
Çiçek çiçek açarsınız ama dört mevsime yayılamazsınız…
Adamın birisi atına binmiş bir yere gidiyor…
Yolda önüne birisi çıkmış üstü başı perişan…
Atlıya halini anlatmış atlı adamı terkine almış, giysi vermiş, yolda konaklamışlar yemeğini paylaşmış, konakladıkları yerde dinlenmek üzere uykuya yattığında nal sesi ile uyanmış bir de bakmış ki yardım ettiği adam atını çalmış ve dörtnala kaçıyor…
Bizimki ardından seslenmiş seninle her şeyimi paylaştım oğul, atımı da çaldın çok üzülmem, yerine bir at gelir. Ama esas sen benim vicdanımı çaldın ben ona üzülürüm. demiş.
Şimdi soruyu şöyle soralım satılan ne?
Satılan Kanaltürk mü yoksa Tuncay Özkan ’ın biz kaç kişiyiz diye çağrı yaparak kendisine inandırdığı kitle mi?
Satışlar satışlar satışlar…
Allah var satış yapmayı bilenler birbirini iyi satıyor haa…
Onlar birbirini satarken veya birbirlerine bir şeyler satarken aslında kendilerine güvenenleri de satıyorlar… Bir de birikimlerini satanlar var…
Yeter ki satış yapmayı iyi becer, yapın da uygunsa her şeyi satarsın…
Bu ayrı bir meziyet… Ticari zekan olacak…
Yine de benden söylemesi…
Siz siz olun sakın satışa gelmeyin…
mehmetnatik1@gmail .com
cafesiyaset.com (özel)
2008-05-14 Cafe Siyaset

Ebedi Nizam Partisi Üzerine

Ankara`da ilginç bir parti propagandası var.. El ilanı şeklinde bastırılmış partinin ismi ve amblemini içeren bir broşür Kızılay`ın göbeğinde dağıtıldı. Dağıtan ise partinin genel başkan yardımcısı. Peki bu nasıl bir parti?
Dün (Cumartesi ) Ankara ’da ilginç bir parti propagandası vardı.
El ilanı şeklinde bastırılmış partinin ismi ve amblemini havi bir beyanatı Kızılay ’ın göbeğinde dağıtıyorlardı…
İfadelerine göre eş zamanlı olarak Ulus ve kalabalığın yoğun olduğu çeşitli semtlerde de tanıtım faaliyetini sürdürmüşler.. Sürdürmeye de devam edeceklerini ifade ediyorlar…
Hatta Ankara ’da mobilya sektörünün kalbi sayılan Siteler ’de de esnafla buluşmuşlar…
Bunun yanı sıra belli başlı büyük şehirlerde de aynı faaliyete devam edecekleri söyledikleri faaliyetlerden…
Tam da Ak Parti ’nin kapatma davasının ardından ortaya çıkan bir yapılanma mı diye düşünürken aldığım kısa ve öz bilgi durumun öyle olmadığını gösterdi…
Partinin adı Ebedi Nizam Partisi…
30 Kasım 2007 tarihinde kurulmuş…
Ülke yeni bir genel seçim atmosferinden yeni çıkmış ve böyle bir atmosferde sessiz sedasız ülke siyasetine yeni bir parti katılmış…
Partinin kurucu genel başkanı 1926 doğumlu piri fani diye ifade edilen bir yaşta…
İsmi Bekir Sıtkı KARADUMAN…
82 yaşında bir insan bu yaşta parti kurma ihtiyacı hissetmiş…
İçinde bulunduğumuz ortama ve ülkemizde yaşanan gelişmelere bakıldığında bu yaşta bir insanın parti kurması oldukça manidar geldi bana…
Kurucular Kurulunun kahir ekseriyeti üniversiteli…
Çok ilginçtir el ilanı tanıtım broşürünü dağıtanlardan birisi Partinin Genel Başkan Yardımcısıydı…
Onun için halkla yüzyüze olmak söylediklerinden anlaşıldığına göre heyecan verici bir tecrübeydi…
Anlatırken de heyecanı sözlerinden belli oluyordu…
Genel Başkanlarının siyasette yeni olmadığına yaptığı vurgu ayrıca ilginçti…
Kendisi gençti ama Genel Başkan tek parti döneminden çok partili hayata geçiş ve sonrasında 50 yılı aşkın bir süre siyasi hayatla iç içe bir tecrübenin sahibiydi…
Partinin programında da bahsetti…
Kısa kısa vurgulamak gerekirse satır başları şöyle…
İşte partinin programı
Temel Eğitimin 12 yıla çıkarılması ve mecburi olması…
Kıbrısın Türkiye ’ye iltihakı…
Av yasağı uygulaması… Ki Çevreye duyarlılık ve ekolojik dengenin gözetilmesi açısından enterasan bir uygulama…
Okuma yazma bilmeyen kimsenin evliliğine izin verilmemesi ve bu sebeple evlenmek için lise mezunu olma şartının getirilmesi…
Güvenlik güçlerinin dışında halkın silah taşımasına izin verilmemesi…
Özellikle ticari hayatla ilgili uygulama daha da ilginç geldi bana…
Çek ve senetle yapılan alışverişler malumdur ki birçok esnafın canını yakıyor ve ticari hayata ağır bir darbe vuruyor…
Çek ve senetlerin altına imza atanlarla ilgili ağır yaptırımları havi bir uygulamadan bahsettiler…
Öyle ki çek ve senet verenlerin neyin altına imza attıklarını iyi düşünmelerini gerektirecek…
Devlet güvencesi ticari hayatın emniyeti açısından önemli bir unsur olarak ön plana çıkarılıyor…
Bana göre en önemli olan şeylerden birisi de israfa vurulacak gem
Gerek kamuda gerekse halkın yaşantısında…
Yani diyorlar ki söylem değil eylem…
Sözü çok uzatmayalım…
Son olarak Partinin amblemi siyah zemin üzerine partini adı olan Ebedi Nizam Partisi olarak işlenmiş…
Kısaca ENPA diyorlar…
Kendi deyimleriyle manifesto niteliğindeki tanıtım metnini aşağıya alıntıladım.
Söz ve değerlendirme okuyucularımızın…

Esâret zincirlerini kıracak, Hak ve adalet üzere olacak,
Ahlâk, fazilet , şahsiyet, meziyet düsturlarını ihyâ edecek,
Orduda ikmâl, maarifte istikbâl, mânada ikbâl, siyâsette istikrar kuracak,
Azim ve büyük EBEDİ NİZAM PARTİSİ geliyor..
Vatan sathından fâizin zilletini, muhtekirin zulmetini, ticârette isrâfın illetini atacak;
Mal, can, ırz emniyetini sağlayacak, muâvenet kapılarını açacak,
Kanuna saygıyı gösterecek, memuru vazifeyi hizmette tutacak,
İşçiye saadet, patrona selâmet getirecek,
Azim ve büyük EBEDİ NİZAM PARTİSİ geliyor…
Vahşetin, cinâyetin, fuhşiyâtın, rüşvetin, sirkatin, şekâvetin, irtikâbın, istismârın,
Yalanın, riyânın, tezvirin, her türlü nifâkın ve hilenin, taksitli idarenin,
Bâtıl zihniyetin yollarını ebediyyen kapatacak,
Azim ve büyük EBEDİ NİZAM PARTİSİ geliyor…
Birinci Cihan harbi ile zincirlenmiş kölenin ayağından esaret kilidini kırıp,
Tekrar cihana imparatorluk kanadını açacak,
Düşmanına çocuğunun beşiğini "Türkler geliyor" diye tekrar sallatacak,
Ya Gazi ya Şehit anası olacak bir neslin sahibi,
Azim ve büyük EBEDİ NİZAM PARTİSİ geliyor...
Ne sağdan ne soldan, ne şimâlden ne cenûbdan esen fırtına değil;
Semâdan inen ilâhi rahmet gibi yağacak,
Azim ve büyük EBEDİ NİZAM PARTİSİ geliyor..
Bekleyiniz.. Cihana Doğacak Güneşi Bekleyiniz..
Asırlara kök salan neslin kalesinden yükselecek,
Dalgalanacak siyah bayrağı bekleyiniz.
Bekleyiniz.. Azim ve Büyük EBEDİ NİZAM PARTİSİ`ni Bekleyiniz..


Ebedi Nizam Partisi Genel Başkanı
Bekir Sıtkı KARADUMAN


Durum bu…
Çok renkli siyaset arenasında yeni bir renk…
Bekleyiniz deniyor biz de bekleyenlerden ve seyredenlerdeniz…
Her gün yeni bir heyecana kucak açan ülkemizde yeni bir ses ve yeni bir soluk…
Umut her zaman taze…
Yarının ne getireceğini kim bilebilir ki???

2008-05-11 Cafe Siyaset

Siyasi bir portre olarak Cemil Çiçek ..

Karda yürürken izini belli etmeyen siyasetçi...
O, kabinenin istisnasız en çok konuşulan isimlerinden... O`nu çok konuşulur yapan biraz da siyaset tarzı ve üslubu..Karda gider ama izini asla belli etmez, ne olduğunu asla anlayamazsınız..

Cemil Çiçek ilginç bir siyasi kişilik…
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi `ni bitirmiş. Serbest avukat olarak çalışmış. 1984 yerel seçimlerinde Turgut Özal ’ın ANAP ’ından aday olarak Yozgat Belediye Başkanlığı yapmış...Anavatan Partisi Kurucu Üyelerinden…
18. Dönem Yozgat , 20, 21 ve 22. Dönem Ankara Milletvekili . 46, 47 ve 53. Hükümetlerde Devlet Bakanlığı , 58 ve 59. Hükümetlerde Adalet Bakanlığı yaptı. En son olarak 60. Hükümet`te Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcılığı görevine atandı. Halen bu görevde kabinedeki görevini sürdürüyor…
Kendisi ile ilgili gözlemleri ve izlenimleri kronolojik bir takip olmaksızın çeşitleyecek olursak, serancamı şöyle:
Her söylediği ve icraatıyla gündem olan, olabilen tırnak içinde Ağır Abi vasıflarını taşıyan bir siyasi…
Rivayetlere göre Ağır Abi kavramı, yabana atılmasın, içinden geldiği ve içinde bulunduğu gelenekte anlam taşımaya devam etmektedir..
1980 sonrası Türk siyasi hayatına baktığınızda ve kısa süreli gelgitlere bakılmazsa en uzun soluklu ve çok enteresan ve kritik icraatların altında imzası bulunan ya da en son başörtüsü hususundaki anayasa değişikliği ile ilgili görüşmeleri yürüten baş aktör olup da tasarı metni altında imzası bulunmayan bir siyasi…
Ak Parti `ye açılan Kapatma Davası sonrasında adı siyasi yasaklı listesinde olanlardan ziyade siyasi yasaklı listesinde olmayanlara bakılmalı sözlerine ilham kaynağı olan siyasilerden..
Birbiri ile zıtlaşabilen, anlaşmazlığa düşen, siyasi mücadele içinde bulunan partilerde siyaset yapan ve parti değiştirdiğinde bir önceki partisinin icraatlarını hali hazırdaki partisi iktidarda olduğu için eleştiren ve eskiden o parti içinde siyaset yapmamış gibi görünen bir siyasi…
Sözümüzden çok parti değiştirdiği anlaşılmasın…
ANAP ve sonrası Fazilet Partisi , sonrası gemisine son anda yapılan bir manevra ile bindiği Ak Parti ….
28 Şubat öncesi kurucu üyesi olduğu ANAP ’ta siyaset yapıyordu…
Refahyol iktidarı esnasında partisi muhalefetteydi…
Bir süre siyaseten gözlerden uzak durdu…
Bu hal vekil olarak parlamentoda temsil makamında olmadığı zamanlardır ve çok sürmemiştir…
Sonrasında kurulan Fazilet Partisinde siyasete devam etti…
Refah Partisi kadrolarının devamı olan yeni partisinde açılan kapatma davası sonucunda Anayasa Mahkemesinde partinin savunmasını yapan siyasi…
Geçmişte parti olarak muhalif olduğu zihniyeti savunmak ona düşmüştü…
Ama ne savunma!!!
Sonrasında bir gazeteciye verdiği mülakatta kırık dökük haşat, hurdası çıkmış bir araba benzetmesi yapmış ve adeta mezar yerini kazmış bir siyasi…
YENİLİKÇİ KANATTAYDI
Fazilet Partisi henüz kapatılmadan parti içi muhalefet sonucu oluşan yenilikçi(!) kanadın önde gelen isimlerinden, önde gelen ama arka planda kalan ve geriden gelen…
FP ’nin kapatılması sonucu meydana gelen yeni oluşuma katılmakta acele etmeyen, hatta ve hatta kulislerde ciddi eleştirilerle gövdeyi sarsan siyasi…
Parti Tayyip Bey ’in oluşturduğu rüzgârla ve halkın teveccühü ile pupa yelken yol alırken gelişmeleri uzaktan izlemeye devam eden siyasi…
Artık fotoğraf netleşmeye başladıktan sonra parti içindeki kadim dostunun da girişimiyle partiye önceden de söylediğimiz gibi son anda dahil olan ve listelerin açıklanması ile kendine tayin edilen seçim bölgesinde birinci sıraya yerleştirilen siyasi…
Seçim sonrası ezici bir çoğunlukla Ak Partinin iktidar olmasıyla Adalet Bakanlığı makamına getirilen siyasi..
ANAP DÖNEMİNİN DEVLET BAKANI ..
ANAP iktidarlarında hep Devlet Bakanı ünvanı taşıyan siyasi…
Kayıp trilyon davasının açılması ve devam eden süreçte Adalet Bakanı olan siyasi…
Adalet Bakanı iken yolsuzlukla ilgili tartışmalar gündem oluşturduğunda adaletin uygulanmamasında yaptığı bir tespit ile takdir toplayan "engelleyen güç, önce bu toplumun kafa yapısıdır. Bu toplum adalet istemiyor. Toplum, kişisel olarak kendi işinin yapılmasını istiyor. Yolsuzluklardan hesap sorulmasını da istiyor. Ama konu kendisiyle ilgili olduğunda, yolsuzluğun yapılmasında bir beis görmüyor" diyen siyasi…
Her şeyi açıklamakta sakınca var sözünün mucidi siyasi bu haliyle Mehmet Ağar ’ı çağrıştıran siyasi... Ağar da, Uğur Mumcu suikastı ile ilgili olarak tuğla benzetmesi yapmış ve çekilirse duvar yıkılır demişti…
Görüntüsüyle, fikirleriyle 1950`den günümüze politikacı prototipine birebir uyan bir siyasi…
Türkiye ’nin hassas olduğu insan hakları ve sair konularda beylik laflar edebilen siyasi…
Dobra konuşuyor olmanın sağladığı rahatlıkla; Yargıtay başkanı ve derin devlet olayında sessiz kalması gibi gerçekler silsilesinde tam bir sözcü olduğunu gösteren siyasi…
Başörtüsünün nasıl bağlanacağı ile ilgili Çene altı formülünün mucidi olduğu iddia edilen siyasi…
CUMHURBAŞKANLIĞINI GİZLİDEN GİZLİYE İSTİYOR MUYDU?
Cumhurbaşkanlığı koltuğu için derinden derinden faaliyetler icra etmiş olan, güya bireysel özgürlüklerin bahşedilmekte olduğu TCK değişikliğinin baş mimarı siyasi…
Alternatif ermeni konferansına ilişkin açıklamaları ile konferansın iptal edilmesine neden olan siyasi. Ermeni sorunu ile ilgili olarak "bırakalım tarihçiler tartışsın" duruşuna da darbe vuran siyasi.
Bu konu ile ilgili milleti arkadan hançerlemek ifadesinin mucidi siyasi…
Sonrasında ise sözleri ve tavrı eleştirilince "üslubun bir standardı olmaz; bu benim o andaki düşüncelerimi, duygularımı, tepkimi ifade biçimim, bu benim düşüncem ve düşüncemi koruyorum" diyen ve bunu söylerken Adalet Bakanı sıfatını taşıyan siyasi…
Yıldırım Türker tarafından kendisi hakkında kaleme alınan yazıdan sonra tarifine-tanımına gerek kalmayan adalet bakanlığı vazifesini icra etmiş bir siyasi..
Partisi ile bir yerler arasında ilginç bir şekilde gölge arabuluculuk görüntüsü oluşturan, devlet bürokrasisinin çeşitli kesimlerinden gelen tepkileri yumuşatma konusunda kendine misyon biçilmiş görüntüsü üzerine yamanmış görüntüsü oluşturan siyasi… (Bu uzun bir cümle oldu ve başka şekilde ifade edemedim.)
Kıvrak zekası ile işbitirici bir tarza sahip bir siyasi
Rivayetlere göre özel sohbetlerde birbirinden ilginç fıkralarla etrafındakileri kırıp geçirebilen bir siyasi…
AB uyum paketinin hazırlanma sürecinde aslen temsil ettiği millicilere "8. maddeyi kaldırıyoruz ama daha iyisi var. 311-312 ne güne duruyor" Mesajını verebilen siyasi…
ANS ’nin cumhurbaşkanlığı esnasında uyum yasalarının veto gerekçesine yol gösteren siyasi…
312. madde her pakette değiştiriliyor. 159. madde 3 kez değiştiriliyor. Dernekler yasası 4 kez değiştiriliyor. Statüko aslında hiçbir şey değişmesin diye çırpınıyor.
ARA DÖNEM NÖBETÇİSİ Mİ?
Eski vekil Mehmet Bekaroğlu ’nun "Ara dönem nöbetçileri" deyimiyle tanımladığı siyasi…
Geçmişte kullandığı “Hükümetin kötü çocuğu” ifadesiyle kendini tanımlayan siyasi...
Yine Bekaroğlu ’nun “Türk siyasetinde her dönem var olan adamlar vardır. Bunlar güçlü isimlerdir, belki de hiçbir yer ile ilişkileri yoktur. Ama kendilerini öyle satarlar. Bence Çiçek`in, AK Parti davasında, iddianamesinde isminin olmaması, şimdi ismini vermeyerek ya da yarım vererek, bir takım parti yönetimi ile ilgili demeçler vermesine falan şaşmadım. Siz de çok iyi hatırlarsınız, Fazilet Partisi döneminde bütün bunları Cemil Çiçek yapmıştır.” İfadelerine ilham kaynağı olan siyasi…
Yine “Çok başarılı bu tip, her dönem ayakta kalabilmek, hiç bir ilkeyi tanımamak. Birlikte hareket ettiğimiz insanları, iş zora binince terk etmek. İşte sizi siyasette bir yerlere taşıyan insanlara sırtını dönmek, bunlar başarı ise; evet bunu son yıllarda yapan insan Sayın Cemil Çiçek `tir. Ben hiç şaşırmadım, tipik aynen oynanıyor. Fazilet döneminde ne olduysa, AK Parti döneminde de bundan sonra ne olacağını bilmiyoruz ama çok açık ve net bir Cemil Çiçek klasiği yaşıyoruz. Aslında çizgileri olmayan insanlar bunlar. Çok rahat bir şekilde ortama göre esen , rüzgârlara göre pozisyon alan insanlar bunlar. Bana sorarsanız başarı değil, Türk siyasetinin en önemli sıkıntılarının probleminden biri de bu tür siyasetçi tipidir bana göre.” Sözlerinin muhatabı olan siyasi…
KARDA YÜRÜR AMA İZİNİ BELLİ ETMEZ...
Sayın Başbakan’ın son zamanlarda sergilediği bazı çıkışlarda parti kapatma davası dâhil ilham kaynağı olduğu Ak Parti içinde dillendirilen siyasi…
Ve en önemlisi gençlik yıllarında Aykut Edibali ve Yavuz Aslan Argun ’un liderliğinde kurulan Milli Mücadele Birliği içinde bulunan ve rivayetlere göre o zamanlarda da karda yürüyüp de izini belli etmemeyi başaran siyasi…
Bu birlik ki geçmişte partileşme ve ayrışma süreci yaşamış ve ilginç bir biçimde Türk Siyasi ve Bürokrasi hayatına enteresan isimler kazandırmıştır…
Merhum Türkeş 12 Eylül sonrası yargılanırken bizler burada yargılanıyoruz ama fikirlerimiz iktidarda mealinde sözler sarfetmişti…
O hesap Aykut Edibali ’nin partisini saymazsak Mücadele Birliği ’nden bu gün eser yok ama Birliği temsil edenler çok…
Enteresan ki entersan…
Daha sonra kısmet olursa onların sloganlarından falan bahsedelim…
Belki çeşitli kesimlerde bugün kullanılan sloganlara ilham kaynağı falan olmuşlardır…
cafesiyaset.com (özel)
2008-05-07