25.11.2011

Dersim'in Gölgesinde Bölenler ve Bölünenler


MEHMET NATIK'IN İZLENİMLERİ
Korku İmparatorluğunun hayaleti aramızda dolaşmaya devam ediyor...
Dersim tartışmaları ve ezber bozan özür dilemelerin ışığında bölünme ve bölme senaryoları sürüyor...
Toplumu bütünlemeye yönelik çabalar CeHaPe'liler tarafından toplumun birlikteliğinin temeline dinamit koymak olarak nitelendirilebiliyor...

Biz de şapka çıkartıyoruz ve sözü aşağıdaki satırlardaki kelimelere bırakıyoruz...

Bölünmemek eşyanın tabiatına aykırı...
Matematiksel bir işlemdir bölme ve bölünme...
Bir bütünü çarparsın, toplarsın, eksiltirsin ve/veya bölersin...
İşlem matematiksel olunca her şey gayet normaldir ve bir problemin çözümüne binaen ihtiyacın giderilmesi için rutin bir hadisedir...
Nedenine gelince problemi çözmek ve sonuca gitmek için ihtiyaç hasıl olmuştur...
Bu işlemler arzda her şeye şamildir...
Toplumlarda da bu işlem yapılır...
Sosyolojik bir vakıadır...
Ama burada işler çatallaşır...
Zira yapılan işlemin neye dayanarak, hangi saiklerle yapıldığı önemlidir...
Toplumlarda dizayn etmek için başvurulan bir yöntem olarak çıkar karşımıza matematiksel işlemler...

İskan meselesi yani bir bir grup insanı bir yere yerleştirmek gibi...
Bir yerde nüfusu ve nüfuzu azaltmak ve/veya çoğaltmak gibi...
Sevk ve iskan, tenkil ve tehcir gibi...
Tabi bunlardan önce nüfusu doğrudan eksiltmeye yönelik operasyonlar gibi!!!

Adına aile planlaması(!) dedikleri ve bir çok gerekçe ileri sürerek nüfusu kontrol etmek gibi...
İnsanların apış aralarına bile müdahale ederler...

İnsan unsurunun olduğu yerde bu işleri yapmanın bir sürü gerekçesi vardır...
Siyasi, stratejik, asimilasyon vesair gibi kavramlar burada anlam kazanır ve ön plana çıkar...

Dizayn edici bir zihniyet ve yönetim anlayışı vardır artık sahnede... İyi ya da kötü...

Haliyle dizayn edilmesi gereken bir toplum vardır karşınızda iyi ya da kötü(!)...

Dizayn edilmek toplumların kaderidir...

Yönetimlerin insafına kalmışsınızdır...

Toplumlar neden dizayn edilir???

Bunun da bir çok sebebi vardır ve yönetimin yönetme algısına göre sebepler değişir...

Yönetenler ile yönetilen toplum asgari müşterekte buluşmuş ise topluma neyin gerekli olduğu hususunda ortak bir akıl oluşur ve dizayn etme/edilme hadisesi daha iyi şartlara yönelik zaten gerçekleşir...

Bunun için tavandan tabana toplumun ortak değerlerde buluşması vardır ve önemlidir...

Aynı değerleri taşıyan toplumlarda talepler öyle ya da böyle mutlaka karşılık bulur...

Aynı değerleri taşıyan toplumlarda değerler aşınsa bile o çerçevede talepler karşılık bulmaya devam eder...

Batı toplumlarında dikkatle incelendiğinde bu durum hemen göze çarpar...

Orada ortak değerlerin ne olduğu malum...

Halk bireysel olarak nasıl bir hayat tarzı seçerse seçsin son merhalede o ortak değerler çatısı altında bulunmaya devam eder...

Bilinçaltında genel geçer bir kuraldır bu...
Öyle ki büyük ölçekli toplumsal ve küresel çaplı meselelerde bu bilinçaltı vakit geçirmeksizin dışa vurur...

Annenin evladını koruması gibidir bu hal...

Hem kanat germe, hem savunma, hem de saldırıya hazır hale gelmeyi hep beraber içinde barındırır...

Bizim ülkemiz ve benzeri ülkelere gelince işte buralarda işler çatallaşır...

Özel olarak ülkemizde ortak değerler hususunda bir anlaşmazlık söz konusudur...

Tavan tabana uzun zamandır toplumun genlerine işlemiş ortak değerleri ile taban tabana zıt yeni değerler silsilesi ve yeni bir anlayış dayatmaktadır...

Bunun ne olduğu hususunda yeni bir tartışma konusu açmak konuyu uzatmak anlamına gelir...

Ama temeli pozitivist mantığa dayalı olan yeni anlayışın toplumda bir travma oluşturduğu genç devletimizin kısa tarihi iyi incelendiğinde rahatlıkla gözlemlenebilir...

Bunun içindir ki uzun zamandır tavan ile taban arasında halli bir hayli güç meseleler peydah olmuş ve dahi ortak değerler etrafında birleşilmesi hususunda derin uçurumlar oluşmuştur...

Arz ve talep meselesinde sorunlar yaşanmış, red ve ilhak tartışmaları uzayıp gitmiştir...

Sunulan yeni anlayış toplumun değer yargılarına mevcut kavramlar dönüştürülerek ya da o kavramlar ters yüz edilmek suretiyle kullanılarak toplumun kılcal damarlarına enjekte edilmeye çalışılmıştır...

Arzın kabulü ortak değerlere uygunluğa göre ya şekil almış ya da halk mış gibi davranmış veya eski değerleri terk eden yeni yapıya uygun yeni hayat tarzını benimseyenler zaman içerisinde önce arasatı yaşamış sonraki nesillerde dönüşmüştür...

Ama dönüşenler toplumda istenen oranı tutturamasa da güçlü bir azınlık olarak kahir ekseriyetin hakları konusunda kendini söz söyleme yetkilisi olarak görmüştür...

Hal böyle olunca da tavandan tabana tazyik meselesi gündemin orta yerine oturmuştur...

Yetki meselesi de kurumlar eliyle organize edildiği için tazyik mekanizması işlerliğini hep korumuştur...

Dönüşenlerin dönüştürenlere bu çerçevede yaptıkları katkı takdire şayandır...

Dönüşenler dönüştürenlere halktan ziyade yakın oldukları için yeni toplumda yeni bir kompartıman oluşturmuşlardır...

Biz de adına cumhuriyet burjuvazisi dedikleri katmandır bu...

Bu katmanda ikamet edenler meslek olarak hemen hemen her alanda temsilci bulundurmuşlardır...

İş alemi, medya dünyası, bürokrasinin her alanında ve dahi spor camiasında elit (!) bir kesimin temsilcileri olarak yerlerini almışlardır...

Bu yapı bir şey daha yapmış ve toplumun çok kültürlü, zengin çeşitliliğini ırki temel üzerinden tek bir kimlikle kimliklendirmeye kalkışmıştır...

Değerlerde değişime zorlanmakla yaşanan travma, tek kimlik çatısı altında toplumu bir arada toplama ile eş zamanlı geldiği için ikinci bir travmayı beraberinde getirmiştir...

Tek kimlik projesinin oluşturduğu travma her ne kadar değerlerdeki değişime zorlamanın getirdiği travma ile benzerlik arz etse de ulus devlet anlayışı çerçevesinde ırki bir dayatmayı beraberinde getirdiği için algıda karışıklığa yol açmıştır...

Bu özelde anasını babasını, soyunu, nesebini inkar ettirmek ve başkası ol demekten fazla bir anlam taşımamaktadır...

Sen aslında sen değilsin!!!

Benim anlayacağım dilden konuş ve meramını anlat!!!

Sen ben iken nasıl beni anlayamazsın veya ben seni anlayamam!!!

Cinnet mustatili dedikleri şey bu olsa gerek....

Değerlere müdahale, değişime zorlama ve hayat alanını kısıtlama ile kimliği yeni bir kimliğe dönüştürme çabası...

Cinnet mustatili dedikleri şey bu olsa gerek...

Ülke ve toplum olarak geldiğimiz nokta çok açık...

Bölünmeyi aklının ucundan geçirmeyen topluma uzun zamandır bölünme tartıştırılıyor...

Kökü derinlerde olan bir çabanın meyveleri alınmak isteniyor...

Dizayn ediciler toplumun her kesiminden yandaşları vasıtasıyla toplum mühendisliği rolünü maşalarıyla oynamaya devam ediyorlar...

Bu halkın zaman zaman taşsa da; taşı çatlatan sabrına her zaman hayran olmuşumdur...

Bunca kirli oyuna, senaryoya, bilgi kirliliğine, devletin en hassas kurumlarına dahi sirayet etmiş dayatmacı ve çeteci anlayışa karşı sabırla karışık bir tahammül gösteriyor...

Bu kirli oyunları tezgahlayanlar, sahneye koyanlar; oyunları açığa çıktıkça çılgınlaşıyorlar...

Devlet kendisiyle hesaplaşıyor...

Halkın oylarıyla yönetime gelen kadrolar oynanan oyunlar karşısında akıl tutulması yaşasalar da toplumun her kesiminden sağduyu çağrıları kirli oyunlar karşısında seslerini daha gür çıkarmaya çaba sarf ediyor...

Ezber bozan açıklamalar ve tavırlar cesaretle dillendiriliyor...

Uygulamaya konuluyor...

Bölücülüğü tehdit unsuru olarak gösterenlerin bölme gayretlerine set çekiliyor...

Söylenemeyen sözler söyleniyor...

Bölenler ve onların yandaşları daha rahat gözlemlenebiliyor...

Tehdit unsuru olarak tanıtılan terör örgütleri ile kirli ilişkiler ve işbirlikçiler deşifre oluyor...

Bütün bu ilişkiler ağı bir bir açığa çıkarken ne acıdır ki güvenliği sağlamakla görevli asker ve polis gençlerimiz can vermeye devam ediyor...

Acı ve gözyaşı ülkemizi kavurmaya devam ediyor...

Elinizden geleni ardınıza komayın...

Nasıl olsa eteğinizdeki taşlar tükeniyor...

Oynadığınız oyunlar bir bir açığa çıkıyor...

Neyi nereye kadar gizleyebilirsiniz ki???

Ya da inkar edebilirsiniz ki???

Mış gibi davranmaya devam edin...

Hiç yorum yok: