21 ARALIK 2009 PAZARTESI
Önce bir özür...
Yazıların bir kısmının uzun olduğunun ve bir kısmınızın canını sıktığının farkındayız...
Lakin uzun da olsa yazıların tarafınızdan okunur hale gelmesi için çaba sarfettiğimizi değerli idrakinize sunmak boynumuzun borcudur.
Sürçü lisan affola...
Bu bahis de uzun soluklu olacak zira zaman tünelindeki gezintilerimiz meramı anlatma çabasına boyut katıyor.
Hal böyle olunca da söz uzuyor yüzyıl oluyor...
Hani laf lafı açar laf da cigara tabakasını derler ya işte onun gibi bir şey...
Efendiiim gündemi soğumaya yüz tutmuş bir monşer değinisini daha daha sevgili okuyucularımız ile paylaşalım dedik...
Niye böyle söyledik?
Şu çengel taktığımız linkte yer alan makalemizde o günlerin sıcak gündemini değerlendirerek iç siyasette hariciyeci etkisini geçmişi hariciyeci olupta farklı alanlarda boy gösteren bir kaç karakter üzerinden değerlendirmeler yapmış ve
"Bilenler bilir Monşer Türk Siyasi Literatüründe Dış İşleri mensupları için kullanılan bir terimdir. Hariciyeninyapısındaki yabancılaşmayı ortak akıl bir kelimeyle ifade edip işin içinden çıkmıştır.
Taha Kıvanç'ın 11 Aralık 2009 tarihinde yazdığıWashington'dan iki portre başlıklı makaleyi okuyordum.
Bu monşer vasıflandırmasından son zamanlarda bir iki emekli hariciye mensubu duydukları rahatsızlığı kendileriyle yapılan röportajlarda dile getirmiş olsalar da bu tanımlama kalıcıdır…"
İfadeleri ile bir vasıflandırmayı tekrar hatırlatmışortak akılın bize armağanı olan monşer tabirinin kalıcılığına, bilinçaltlarının canlanmasına katkı sağlamıştık...
Sayın Başbakanın Davos Zirvesindeki one minuteçıkışının akabinde her cenahtan hariciye mensuplarının diplomatik teamülleri dillerine dolayarak sıcağı sıcağına acımasız eleştirilerinin sonrasında muhatap Şimon Peres'in özür beyanı, dillere dolanan diplomatik teamülleri alt üst edince eleştiri sahibi hariciye kökenliler başbakanın ağzından monşer tabiri ile karşıt eleştiriye maruz kalmışlardı.
Hal böyle olunca da şehir efsanesi gibi halk arasında kullanılan monşer tanımı siyasi literatürümüzde yerini pekiştirdi ve tedavüldeki kalıcı ve gerçek yerini aldı.
Laf aramızda tedavüle girişine acizane katkımızın olmuşluğu Sayın Başbakanın MONŞER ifadesini kullanmasından sekiz ay önce yazdığımız yukarıda linki verilen makalemiz ile tescillidir.
Böyle biline...
Biraz kendimize pay çıkaralım di mi?
Gelelim şimdiye...
Dış siyasetteki etkileri zaten belli olduğu için İç Siyasette Monşer Etkisi yazımızda ne oluyor? diye sormuştuk...
Hoş dış siyasetteki etkilerinde de tuhaflıklar vardı ama sorgulama cesareti kimsede olmadığı için serzenişlerle geçiştirilirdi bu fasıl...
Rivayet odur ki Rahmetli Turgut Özal yakın çevresine Maliye Bürokrasisinde Mülkiye tekelini kırmayı başardığını ama Hariciye bürokrasisinde ki aile içi dayanışmayı aşamadığını serzenişlerle dile getirirdi...
Bunun sıkıntısını diplomatların diplomat ötesi tavırlarla davranarak dış siyasette onun aykırı kişiliğini törpüleyen ön yargılı siyasetlerinde o günlerin gündemini takip edenler gayet iyi bilirler...
Özal'ın dış siyasi manevralarından daha çok Türk Hariciyesinin bu manevralara nasıl baktığı ve tepki verdiği içeride ve dışarıda her mahfilin önem atfettiği meselelerdi...
Hafızam beni yanıltmıyorsa dönemin dışişleri müsteşarı Büyükelçi Nüzhet Kandemir'in -sanırım konu İran ile ilgiliydi- yanına aldığı hariciye mensupları ile yaptığı basın toplantısı dönemin hükümetinin giriştiği siyasette geri adım atmasına sebep olmuş ve kimse itiraz cümlelerini cılız bir sesle dahi dile getirememişti.
Bu tavır hariciyenin hükümete bir ültimatom gibi orada dur bu bizim işimiz demesinin hükümet üstü diplomatik tavrı idi...
Nitekim sonra ki hükümetler de diplomat üstü diplomatlara rağmen dış siyaset üretemediler...
Şimdi geriye bakıyorum da çok partili döneme geçişten sonra da üretememişler...
Amma ve de lakin her ne yaptıysa Adnan Menderes'in hariciye kökenli Dışişleri Bakanı darağacında sallandırılan üçlemenin üçüncüsü olarak canı ile bedel ödedi...
Bilenler bilir Refahyol Hükümetinin yıkılmasına da katkıları çoktur...
Kırılma noktasını da dönemin Başbakanı Erbakan Hoca'nın İran ziyareti ve ziyaret esnasında dışişleri diplomatik çevreleri ile Erbakan Hoca'nın gezi heyetinde yer alan birkaç danışmanın sürtüşmeleri oluşturur...
Bir de D-8'ler projesine diplomatik bakışlar...
Artık Libya Ziyareti ve Kaddafi'nin tavrını ne sayarsanız sayın... Orası size kalmış...
Sonrası mı???
Zamanımıza kadar af buyurun Dışişleri Bakanları Savunma Bakanları misali konu mankeni gibi olmasalar da Hariciyemizin yapısına uygun karakterlerden oluşturuldular...
Ortak akıl nasıl ki monşer tabirini fısıltı halinde kullana geldi.
Sonraki kullanacağım cümleye şimdiden bir şerh koymak istiyorum zira kullanacağım ifadeler bana göre korku üreterek bilinçaltlarını etkileyen mahfillerin ekmeğine yağ süren bir yapıya daha fazla katkı sağlıyor ama bunu başka şekilde de maalesef ifade edemiyoruz...
Yeni bir tarz bulununcaya kadar herkesin şimdiki haliyle kullandığı tanımlamalarla yetineceksiniz.
Aynı şekilde Dışişleri Bakanlığı makamını dolduran şahsiyetlere de her zaman masonik bir yakıştırma yapıldı.
İşin doğrusu bazıları masonluklarını gizlemeye ihtiyaç da duymuyordu...
12 Eylül öncesi Dışişleri Bakanlarından Hayrettin Erkmen bu gerekçe ile gensoru neticesinde hükümetin yıkılmasına sebep teşkil etmişti...
İlginçtir aynı değirmene su taşımasına rağmen usta(!) siyasetçi, yılların kurt politikacısı Kamran İnan hayallerini süsleyen bu makama her türlü vasfı taşımasına rağmen oturamamıştı.
Eksiği ne idi hep merak ederim.
Hanımının yabancı uyruklu olması mı? Aşiret reisi olması mı? Başka gerekçeler mi?
Bu engel engelleyenlerle mezara gider herhalde ser verip sır vermiyor bu zihniyet...
Asıldığı için listenin ilk sırasını alan F. Rüştü Zorlu'yu, Sıradışı siyaset ikonu, Sarışın Güzel Kadın Tansu Çiller Hanımı ve Diplomat kökenli Ak Partili siyasetçi, Diplomat Kökenli, Aykırı Yaşar Yakış'ı parantez dışı tutarsak Dışişlerindeki bu gelenek Sayın Abdullah Gül'ün o makama gelmesiyle bozulmaya başladı...
Yani bu iktidar zamanında her alanda olduğu gibi bu alanda da taşları yerinden oynamaya başladı...
Allah var elbirliği ile diyeceğim elbirliği ile...
Taşların yerinden oynamasında her kesim kıyısından köşesinden enteresan katkılar sağladı...
Yani anlayacağınız monşer tabiri içi boş bir kavram değildi ve muhteviyatı genişti...
Evet girizgahı bu kadar uzun tuttuktan sonra gelelim asıl mevzuya İç Siyasetteki Monşer Etkisinden bahsettikten sonra zaten dış siyasetteki monşer etkisinden her ne kadar yukarı da bahsetsek de etkinin tepkilerinin yansımalarının nasıllığına bakarak tekrar değinelim...
Taha Kıvanç'ın 11 Aralık 2009 tarihinde yazdığıWashington'dan iki portre başlıklı makaleyi okuyordum.
Konu müstafi büyükelçi Nabi Şensoy... Görevden alındı demek de uygun mu bilemem...
Orada bir cümle vardı “Kendisini son iki en önemli göreve bu hükümet getirmemiş miydi?” şeklinde...
Cümleyi okuyunca aklıma Ak Parti Genel Başkanı ve Başbakan Tayyip Bey'in "Biz Türkiye'nin Partisiyiz" söylemi geldi...
Bu ifade herkesi kucaklıyoruz anlamının yanı sıra ülke hepimizin bu ülkenin hizmet üretecek katkı sağlayacak her ferdi ile ülkeye hizmet noktasında çalışırız düşüncesini de içinde barındırıyordu...
Her ne kadar hariciye bünyesinde öyle kolayına yeni yüzlerle çalışmak kolay değilse de mevcudun uyum sağlaması ve mevcuda uyum sağlamak da kolay değildi...
Fakat sıradışılık sessiz ve derinden hariciye koridorlarında da ayak seslerini duyuruyordu...
Stratejik Derinlik mesafe almaya şimdinin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun büyükelçi payesiyle o koridorlara adım atmasıyla başlamıştı...
Aslında ilk adım Davutoğlu Hoca'nın kitabının yayınlanmasının akabinde dışişleri çevrelerinde kitabın dillendirdiği konulara duyulan ilgi sebebiyle yazarından içerik hakkında bilgi talebinin gelmesiyle başlar...
Bu farklı bir bakıştır ve daha önce emsaline de rastlanmamıştır...
Bu bilgi talebi üstelik Ak Parti henüz siyasi hayatımıza girmeden önceye dayanır...
Dolayısıyla ön tanışıklık, sonraları yabancılık duygusunu; kalın zırha rağmen -bana göre- kısmen de olsa bertaraf etmiştir...
Yabancılık duygusunun bertaraf olması kronik refleksleri kolay kolay etkilemiyor...
Yeni Bakan ve adımları çok önceden atılmış yeni dış politika mecrasını genişletirken dar alanda paslaşmayı büyük oyun gibi düşünenlerin bu duruma karşı ayak sürümeleri de kaçınılmazdı...
Her ne kadar yeni konjonktürü hem izle ve gör, hem de olması gereken bu mantığı ile karşılayanlar olsa da mevcudiyetini koruyan ana damar kronik refleksle hareket etmeyi sürdürmeye devam etmek istiyor ve her fırsatta bunu yapacak da...
Bu kronik reflekse sahip zihniyet kendisini önceleri sık gösterirdi.
Lakin bir bürokratın şahsında bakacak olursak; 80'li yıllarda bir ABD ziyaretinde dönemin Dışişleri Bakanını dönemin Başbakanının Abd Başkanı ile görüşmesi esnasında istiskal etmesi ve istifa etmesine sebep olmasıyla, sonrasında bir koalisyon döneminde bir başka başkentte koalisyon ortağı parti vekillerini bir toplantıdan istiskal etmesiyle kendini gösterdi...
En son olarak da amiri olan Bakanını yine bir görüşmeye katılmasını engelleyerek istiskal etmesiyle yeniden kendisini gösterdi...
Fakat bu sefer farklı bir şey oldu ve bu yapının temsilcisi istiskal eden olurken bu tavrı istiskal edilmesine sebep oldu...
Biz bunu dış siyasette MONŞER etkis(izliğ)i diye nitelendirebilir miyiz???
Yoksa bekle ve gör siyaseti mi izleyelim???
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder