1.11.2010

Beyaz Türkler ve Pozitivist Ahlak

MEHMET NATIK'IN İZLENİMLERİ

Ülkemizde sistemin mantığı pozitivist akıl üzerine bina edilmiştir...

Pozitivizmin metafizik algıları reddeden ve manevi ve soyut yapıya karşı duruşu göz önünde bulundurulduğunda içinde serpildiği ve geliştiği zaman dilimi ve şartlar çerçevesinde diğer ideolojiler ve ideolojilere öncülük eden akımlar arasında bizim ülkemizde sisteme temel teşkil etmesinin nasıl akıllıca olduğu dikkatli gözlemciler tarafından hemen fark edilir...

Dönemin şartları içerisinde, dini duyguların güçlü olduğu bir iklimde, komünizm gibi ideolojilerin dine savaş açan yaklaşımının kabul görmeyeceği kabul edilirse, dini yaşamayı vicdanlara ve bireysel daireye hapsetmenin yolu elbetteki doğrudan bir ideoloji olmayan bir akıma tutunmaktır...

Osmanlı bakiyesi topraklar üzerine bina edilen genç cumhuriyeti kuran Osmanlı Paşaları da temeli pozitivizm olan ama din dışı her türlü ideolojiden biraz biraz alarak oluşturdukları anlayışla bugün sisteme temel teşkil eden ideolojiyi oluşturmuşlardır...

Mevcut ideoloji sistem yapıcıları tarafından ustalıkla şekillendirilmiş la dini her rengi bünyesinde barındırabilmiştir...

Bunu yapan kurucu babalar dini ritüelleri ve kavramları ve dini olan her şeyi aynı ustalıkla ve rahatlıkla kullanmıştır...

Dini hayat ve bu hayata müteallik her husus müessese olarak bir başkanlık bünyesinde kontrol altına alınırken sufi hareketler tarikatların kapatılması suretiyle yeraltına girmeye zorlanmış ve legal yapılar illegalite haline getirilmiştir...

Bir yandan din ve dine dair her şey kişilerin vicdanına vatandaş nezdinde hapsedilirken bir yandan devlet bürokrasisinde görev alanların vicdanına müdahale edilmiş ve dini hassasiyetlere sahip olma asgariye indirilmiş hatta bu yapıda görev alanların dini hassasiyetlere sahip olmaları engellenmiştir...

Bundan başka başkanlık vasıtasıyla camilere tayin edilen imamlar devletin memuru haline getirilmiş ve cuma hutbelerinde ne okuyacakları kendilerine dikte edilmiştir...

Bugün de bu böyledir...

İşin garip tarafı din manen kontrol edilmeye çalışılır ve maaşları devlet tarafından karşılanırken geriye kalan maddi her şey halk tarafından karşılanmaya cebredilmiştir...

Bugün de hal böyledir...

Toplumda ki çok kültürlülük, azınlıklar meselesi daha önce müslim gayri müslim kavramları ile karşılanırken etnik isimlendirmeler ön plana çıkmaya başlamış ve tek bir ulus bilinci yaklaşımı farklı etnik yapılara sahip ülkemiz insanı üzerinde bir baskı unsuru gibi rüzgar estirmeye başlamıştır...

Bir yandan müslim teba vatandaş olmaya zorlanırken bir kısmına tek bir etnik yapı dayatılmış ve dağa taşa yazılan yazılarla hem etnik kimlikleri hatırlatılmış hem de bundan vazgeçmeleri dayatılmıştır...

Bu dayatma birlik yerine ayrıştırmanın sembolü olmuştur...

Millet kavramındaki dini algı yerini ulus algısına bırakmış, görünürde herkes tek millet kavramını dillendirirken içten içe etnik dayanışma ve azınlık psikolojisi baskın çıkmış ve kan bağı ve ırki dayanışma zaman içinde toplumun her kesiminde ve devlet idaresinde dahi kendini göstermeye başlamıştır...

Bugün en basit şekliyle hemşehricilik şemsiyesi altında tezahür eden yapılanmalar özellikle devletin bürokrasi kesiminde çok rahat gözlemlenebilir...

En basiti hemşehricilik olan bu yaklaşım duruma ve konunun, mevkinin hassasiyetine göre daha dar ve geniş kapsamlı yaklaşımlara kendini bırakır...

Dolayısıyla bugün toplumun her kesiminde dokunsan patlayacak bir yapının temelleri böyle oluşmuştur...

Bu hususta liste uzayıp gider...

Bugün sorun olarak karşımıza çıkan ve çıkarılan her mesele bu anlayış neticesinde büyüyüp serpilmiş ve geliştirilmiştir...

Toplumu bir arada tutan sac ayakları bir bir kırılırken sadra şifa bir yapının oluşturulması için gerekli adımlar atılması yönünde bir gayret bu yapıyı oluşturanlar cenahında pek görülmez...

Sınıfsız bir toplum yaratmak için yola çıkanlar oluşturdukları elitist bürokratik bir yapıya sahip oligarklarla yollarına devam etmektedirler...

Bu oligarklar ekonomiye müdahale eden bir burjuvaziye benzer bir yapı oluşturmayı da başarmışlar ve medya camiasından kurdukları bir yapıyı sistemlerine entegre ederek kendi yapılarının sac ayaklarını meydana getirmişlerdir...

Siyaset dünyasındaki temsilciler ile yargı ve akademik camia ise bu yapının lojistik ve müdahaleci kanadını oluşturmaktadır...

Oluşan bu yapı sürekli olarak dönüşüme müsait halk kanadından gelen katılımcılarla sağlamlaştırılmaya çalışılmakta ve buna devam edilmektedir...

Bugün tartışılan Beyaz Türkler meselesinin özünde bu yapı vardır...

İlk zamanlarda pek sorun yaşanmayan mevcut yapının sürekliliğinde son zamanlarda katılımcıların geldikleri mahallelerden dolayı zaman zaman sorun yaşansa da, bu alan medya dünyası ile göze çarpan kesim olarak tebarüz etse de vaziyet idare edilmeye çalışılmaktadır...

Halkı asimile edenler kendi içlerine kabul ettiklerini de asimile etmeye devam etmektedirler...

Dönüşüm ve değişimin zor hale geldiği bir ortamı yaşasalar da iktidar alanlarında muktedir olmak için ellerinde her türlü argüman mevcuttur...

Zira sırtlarını dayadıkları ve güçlerini aldıkları yegane kesim yine halk ve onların alın teridir...

Siyasete ve siyasilere çok iş düşüyor ve işleri çok zor...

Sürekli istim üstünde olan ve gündemi en ufak bir sarsıntıyla dahi allak bullak olan bir ortamda yaşadığımızdan belli olmuyor mu bu???

Bilim ve teknoloji dünyasının duvarlarını aşarak güvenliği sarsan hackerlar gibi sürekli bir ya da iki adım önde gitmeye devam ediyorlar...

Bunu da tartışılan konuları sürekli kendileri belirleyerek yapıyorlar...

Mahalle Baskısı gibi nice meseleyi ortaya atarak tartışma konusu yapmaları ve son olarak servise sundukları Beyaz Türkler meselesinde olduğu gibi gündemi oluşturmalarından belli olmuyor mu???

Söz konusu olan sistemin sahibi bizleriz anlayışına sahip olanlar olunca gerisi onlara göre teferruattır...

Tekrar etmekte fayda var hükümet edenlerin işi çok zor...

Gergef gibi işlemeleri lazım...

Yapı halen çok kırılgan...

Hiç yorum yok: