26.10.2010

İktidarını Kaybedenin Şiddeti Artar

MEHMET NATIK'IN İZLENİMLERİ
Başlıktaki ifade çok özel bir kavramdır...

Öfkenin de bir sanat olduğu algısından farklıdır...

Mağlubiyetin ayak seslerinin arttığı yer de şuurlu ve kararlı adımların atılması gibi telakki edilse de daha çok şuursuz bir takım durum ve davranışları ifade eder...

Son bir kaç yazımızda statüko ile ilgili bir takım değerlendirmeler ele almıştık...

Konuyu bağlamından koparmadan ülkemiz genelinde bir takım kurum ve kuruluşları temsilen kelam eden şahsiyetlerin sözlerinden yola çıkarak ariflere tarif babında bir şeyler söylemeye çalışmıştık...

Sözler sözlere kapı açar, tavır ve davranışlar da başka tavır ve davranışlara...

Bu minval üzere statüko ile ilgili söylenen bir söz lafın lafı lafında cigara tabakasını açması gibi kurum ve kuruluşların bağrında yer alan bir takım insanların da kalblerindeki gizlediklerini açtı ve niyetler söylemler ortaya döküldü...

Bunlardan başka medya camiasında köşebaşlarını tutan ve kalemlerinden kuzarat fışkıranları saymaya gerek yok biliyorsunuz..

Onlar ki her daim savunma pozisyonlarında görevlerini bihakkın yapmaya devam ediyorlar...

Kalemlerinden son damlayı akıtıncaya kadar da bu hallerini sürdürecekler...

Burada sıkıntı çamur at izi kalsın sıkıntısıdır...

Bunun içinde değirmen taşı gibi aynı şeyi öğütmeye devam edecek olmalarıdır...

İnandırıcılıklarını hitap ettikleri kitlelerde kaybedinceye kadar da bu işe devam edeceklerdir...

Statükonun bundan sonraki izi ise bürokrasi ve siyaset kanadının her alanında sürülmeye devam edilmelidir...

Onlar henüz iktidarlarını kaybetmedikleri için sükunet halini muhafaza ediyorlar...

Her ne kadar açığa düşen sahadan çekilse de bukelemunvari bulundukları ortama uyum sağlayanların tespiti işin en zor olan yanıdır...

Onlar iktidarlarını henüz kaybetmedikleri için şiddet emaresi göstermiyorlar...

21.10.2010

Statükonun Sözcüsü Mü? Yoksa...

MEHMET NATIK'IN İZLENİMLERİ
Akıl ve sağduyu harekete geçmeye başladı...

Başörtüsü meselesinde yasak olmadığını kör gözüm parmağına dillendirmeye başlayanlar piyasa da yavaş yavaş arz-ı endam etmekte...

Yazılı mevkuteler gözden geçirilirse kimlerin bunu dillendirmeye başladığı görülecektir...

Yasaklayıcı bir hüküm olmadığını bunca yıl sonra birden bire görmek de gelişmenin bir alameti...

Şapka çıkartıyoruz...

Bunun üzerinden Ak Partinin tutumunun yanlışlığı üzerine getirilen eleştiriler de yerini bulacak gibi görünüyor...

Dikkatler olmayan yasak üzerinde yoğunlaşmaya başlarsa göreceksiniz kamusal alan tartışmaları bıçak gibi kesilir...

Zira olmayan bir temel üzerine bina edilen bir hususta tartışılan meseleler anlamsızlaşır...

Hal böyle olunca Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı Basın Bürosu kimliği altına gizlenen alakasız bir durum ile ilgili aba altından sopa göstermelerin de gerçek niyeti ortaya çıkar...

Parantez dışı alakasız diyoruz... Çünkü Başörtüsü meselesinin bu vasatta asıl aktörü YÖK Başkanıdır... Ve doğru bir şey söylediği için onu eleştirecek kelimeler de, kapatma türü tehditler de kifayetsizdir...

Hal böyle iken tarifinin bile yapılmasında zorluk çekilen laiklik kılıfı altında başörtüsünü bahane ederek eskiden olduğu gibi "Kulağını çekerim haaa!!!" pozisyonu alarak "Bak partini kapatırım haaa!!!!" vaziyetini durumdan vazife çıkararak alırsan; insana statükonun sözcüsü bu mu? burası mı yoksa sorusunu sordururlar...

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı futbol tabiriyle ofsayda düştü...

Hem de "Kambersiz düğün olmaz" darbı meselini öksüz bırakmadı...

Yazılanlara ve çizilenlere bakılırsa milletin gözü yollarda, kulakları kirişte yazılı veya sözlü açıklama beklermiş meğerse...

Başsavcılık yaptığı açıkamayla çok pozisyonlu frikiklere uygun görüntülerin de kapısını açtı...

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı gıyabında Başsavcı tabir caizse tam bir Gayya Kuyusuna düştü...

Başsavcılığım, başsavcım, statükocum!!!

Şu anda medya ve konu ile ilgili ilgisiz her kesimin dilinde ve lime lime ediliyor...

Ama biz işe başka bir perspektiften bakmaktan yanayız...

Şimdiye kadar başta başsavcılık olmak üzere yüksek yargı çevresinden bir çok kurumda yüksek yargı mensupları Anayasal suç işlediler...

Ve birileri halen bu suçu zorlama yasaklarını devam ettirmek için işlemeye devam ediyorlar...

Geçmişte yargıda yapılan hataları yine yargı mensuplarının düzeltebileceğini zikretmiştik...

Şimdi bu ülkeye gerekli olan kendi içinde anayasal suç işleyen yargı mensuplarının rütbeleri ve makamları ne olursa olsun haklarında soruşturma açabilecek Cumhuriyet Savcılarıdır...

Bu gerçekleştiğinde bu hususun siyasetin siyasetçinin alanı olduğunun ve her meselenin de siyasetin meselesi olmadığının, her kurumun ve makamın da kendi işini yapmaya başlayacağının ilk adımı olduğu görülecektir...

İdeolojiler kördür ve körleştirir...

İdeolojilerin esareti başka esaretlere benzemez...

İdeolojilerin tahakküm ettiği ülke halkları yavaş yavaş ısıtılan bir suda bırakılan ve kaynama noktasına geldiğinde haşlanan kurbağa misali modern kölelere dönüşürler...

Modern köleliğe reddiye düzen halk nezdinde ise artık ideolojiler statüko olurlar...

Statüko deyince aklıma geldi...

Statükonun sözcüsü de deşifre oldu galiba...

Filmin gerisini izlemeye devam....

YÖK Başkanı başörtüsü hususunda yasağın olmadığını ifade etmekle Kral çıplak dedi...

Herkes kralın çıplak olduğunu görmeye başladı...

Statükonun kibirli mensuplarının izini sürenlere bir ip ucu verelim...

Kralın çıplak olduğunu görmeyenlere veya görmek istemeyenlere bakın!!!

20.10.2010

Statükonun Kibirli Mensuplarını Kim Savunmalı???

MEHMET NATIK'IN İZLENİMLERİ
Anayasa Mahkemesi Başkanının statükonun kibirli mensupları sözlerini de içeren konuşması adres belirten bir konuşma olmamasına rağmen karşılık bulmaması gereken bir yerden tepki gördü...

Bu tepki veya yankı demek de uygun olabilir malumun bir kez daha ilamı şeklinde tezahür etti...

CHP Genel Başkanının Meclis Grubunda yaptığı konuşma da Anayasa Mahkemesi Başkanını muhatap alarak ağır eleştiriler yönettiği konuşmasından bahsettiğimiz herhalde anlaşılmıştır...

Bu durumda statükonun kibirli mensuplarının temsilciliği makamında bir siyasi parti mi var yoksa doğal bir refleks olarak gelişen bir cevap verme ihtiyacı mı hasıl oldu orası şüpheli...

CHP Genel Başkanının sözlerinden anlaşıldığı kadarıyla doğal bir refleks ile cevap verme ihtiyacının hasıl olduğu taraf biraz ağır basıyor gibi gibi gibi...

Üsluba bakılacak olursa hukukçuluğu sorgulanan bir makam sahibinin Anayasa Mahkemesi Başkanı olduğunun hiç dikkate alınmadığı anlaşılıyor...

Kerameti kendinden menkul sen de kim oluyorsun? Kurucu babalarının devleti kurma algısı üzerine tezahür eden mantığı sorgulama cüretini kendinde nasıl görebiliyorsun? mantığı ağır basıyor...

Her ne kadar doğru sözler yanlış bir ağızdan bir bürokratın ağzından çıksa da bürokrattaki zihniyet değişimi dahi tahammül edilemez bir hal olarak doğal saldırı hedefi haline gelebiliyor...

Bürokratın kişiliği makamı gözardı edilerek çok rahatlıkla hedef haline getirilebiliyor...

Kendisinin kişisel olarak Dersimli kimliğini gözardı ediyor ve kişilikler üzerinden devlet yöneten zihniyetin yönettiği halkı görmezden gelen ceberrut yanına getirilen eleştiri algısı basan ağır bir konuşma yapan kişiye sen sus haddini bil deniyor...

Bu ülkede haddini bilmeyen o kadar çok kişi var ki...

Eskiden olduğu gibi şimdi de söz konusu devlete müteallik işler oldu mu had bildiricilik ceberrut bir anlayışa ve onun müntesiplerine ait bir hak olarak telakki ediliyor ve gerisi de teferruat oluyor...

CHP Genel Başkanı da doğal reflekslerle partisinin diğer partiler gibi sıradan bir parti ve onun genel başkanı olduğu gerçeğini kabullenemiyor ve tek parti zihniyetinin anlayışı ile siyasi arenada rakipleri ile mücadele etmek yerine bürokratlara cevap verme yarışında ön sırayı kimselere bırakmıyor...

Siyasi partisi böyle olan bir ülkenin bürokratı farklı tavır sergileyebilir mi???

Bir türlü yaşlanmayan genç cumhuriyetimizin temelinde bugün üzerinde çok konuşulan hak ve özgürlükler ve bunları barındıran her kesin bir ucundan çekiştirerek kendine yontmaya çalıştığı demokrasi algısı olmadığı için eski refleksler doğal olarak tezahür ediyor...

Devlet ve devleti yönetme algımızda o kadar çok yanlış giden şey var ki, yanlışlar üzerinde söz söyleyebilecek ortam genişledikçe her kesimden herkes kursağındaki kavurgayı dökmek için adeta can atıyor...

Sesini duyuracak bir makam veya mevki veya bir gazete veya mevkute köşesine sahip ise sesini en üst perdeden duyurubilecek şekilde yükseltiyor ya da kelimelerin en büyülüsünü seçmeye özen göstererek yazıyor ve konuşuyor...

Konuyu bağlamından koparmayalım...

Statükonun kibirli mensupları kim diye soralım!!!

Temsilcilerinin izini de güzide medyamıza yansıyacak olan tepkiler ve eleştiriler üzerinden sürelim...

Adresi belli olmayan konuşmaya bir siyasi parti kendisini adres gösterdi...

Bakalım peşinden kimler gelecek???!!!

19.10.2010

Statükonun Kibirli Mensupları

MEHMET NATIK'IN İZLENİMLERİ
Başlıktaki bu söz bana 19.02.2008 yılında www.cafesiyaset.com'da yazdığım ve sonraları http://mehmetnatik.blogspot.com/2008/04/cumhuriyetin-has-olanlar-kibirli.html kendi bloğuma alıntıladığım Cumhuriyetin Has Oğlanları Kibirli Laikperestler yazımı hatırlattı bana...

Biraz acılı gülümsedim...

Anayasa Mahkemesi Başkanı için o günler bugün söylediği sözler için mayınlı tarla imiş anlaşılan...

Statüko o gün de aynı statüko idi ama dillerin açılması için siyasete halkın desteğinin derecesini görmek gerekiyormuş anlaşılan...

Dişleri sallanan, tırnakları törpülenen statükoyu herkes terbiye etmeye kalkışır...

Bunun için statüko terbiyecisi olmaya soyunmaya gerek yok...

Yargının en tepe noktasına gelip haksızlığın olduğu zamanlarda suskunluğu muhafaza edip bazı şartlar değişti diye konuşmaya başlandığı zaman sorarlar adama Ak Partiye kapatma davası açıldığı zaman kapatmadınız ama odak yapanlar arasında siz de yok muydunuz diye???

Bir çok hususta usulden girip de esas müteallik boyutlara varılmasına sebep olan davalarda dosyaları gündeme siz almadınız mı diye?

İşin aslı bu konuşmalar söylenecekler zamanında söylenemediği için duyguları tatmin etmenin ve bazı gururları okşamanın ötesine gidecek gibi gözükmüyor...

Anayasa Mahkemesi Başkanına düşen bundan sonra hukukun gereğini layıkıyla yapmak ve kendi görev alanının dışında konuşmamaktır...

Eğer konuşmaya devam ederse hiç şüpheniz olmasın TBMM Başkanı iken eşli davetiye çıkartıp da anlaşılmaz(!) biçimde davetiyeyi eşsize dönüştürerek eşli eşsiz davetiye krizlerine ilham kaynağı olan ve o günlerde konuşmayıp da bugünlerde her konuda konuşmaktan geri kalmayan Bülent Arınç gibi inandırıcılığını kaybeder...

Daha yakın zamanda söylenen şu sözler de Anayasa Mahkemesi Başkanına ait:

"Derin devletten bu devlet çok çekti ama derin demokrasiden, derin özgürlüklerden, derin hukuk devletinden hiçbir şey çekmedi. Toplum, daha çok özgürlük, daha çok demokrasi, daha çok hukuk isteğiyle bugün ortaya çıkmıştır. Bunu karşılamayanlar, her zaman kaybetmeye mahkumdur."

Bu ifadeler baştan sona iyi okunduğunda garabet yüklüdür...

Zira bu devlet ve halk ihdas edilen bu derin devlet kavramını kendisine maske yapan ve ben devletim diye devlet adına ahkam kesenlerden çekmiştir...

İşin garip tarafı bu ben devletim diye ortalık yerde gezinenleri de devletin bir çok kademesinde görev yapan herkes biliyor ve bir çokları onlarla işbirliği yapmaktan çekinmiyor, bu durumu madalya gibi göğüslerinde taşıyorlardı...

Bugün hem parlamentoda hem bürokraside hem de akademik çevrelerde bunların işbirlikçileri mevcuttur...

Ergenekon Davası sürdükçe sıranın kendilerine geleceği endişesi ile stresli bir hayat sürmektedirler...

Anayasa Mahkemesi Başkanının bu tip insanlara şahit olduğu Derin devletten bu devlet çok çekti sözlerinde anlaşılmaktadır...

Başkana düşen bu konularda kavramlar üzerinden konuşmaktan ziyade kavramlar üzerinden bu devletin yerine kendisini koyarak devlete ve millete çektirenlerin bir daha çıkmalarına imkan tanımayacak şekilde önlerini kesecek her türlü olumlu çalışmaya icraatları ile katkı sağlamaktır...

Sözler ses getirebilir ama icraatlar kalıcıdır ve etkileri süreklidir...

Sebepleri Değil Sonuçları Tartışmak

MEHMET NATIK'IN İZLENİMLERİ
Ülke meselelerine sebepler üzerinden değil sonuçlar üzerinden bakarsanız tartıştığınız konuları da aynı minval üzerine tartışmak zorunda kalırsınız...

Bugüne kadar sürekli gündem oluşturan konuları biraz geriye yaslanarak tekrar gözden geçirirseniz ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılır...

Bir örnek verecek olursak baş örtüsü meselesi bunun bariz bir örneği olarak karşımızda arzı endam ediverir...

Arkasından yeniden servise sunulan zorunlu din dersi meselesi, çetevari yapılanmanın eşi bulunmaz örneklerini bünyesinde barındıran Ergenekon davası, adaleti sağlamak yerine yaralamayı kendine ilke edinen yargı konusu, kanatılması rejimin ilk yıllarına dayanan ve koca bir yara haline getirilerek kangrene dönüştürülen Kürt meselesi, ülkenin olmazsa olmazı ve prematüre doğan ve bir türlü gelişmesini tamamlayamayan medya olmasına rağmen medya gibi davranamayan Basın meselesi ve en önemlisi terör meselesi ayriyeten daha niceleri...

Saymakla bitecek gibi görünmez...

Bu konuların hepsinde tartışmalar özde değil sözde yapılmakta ve sonu gelmez söz ve laf kalabalığında asıl tartışılması gereken husus kaybolup gitmektedir...

Adına ne derseniz deyin ister sistem ister statüko her daim önce hastalığı icad edip sonra hastayı oluşturmakta; ardında da hekimler(!) hastalığı tartışarak değil hastaya bakmak çare üzerinde bile sağlıklı fikir geliştirememektedir...

Yukarıda kendimize örnek olarak başörtüsünü almıştık...
Kısaca üzerinde duralım isterseniz...

Malumunuz bu mesele zorunlu din dersi gibi 12 Eylül Darbesinin bir ürünüdür...

Darbeciler bir yandan din dersini zorunlu hale getirirken dini bir vecibe olan başörtüsüne yasaklama getirerek insan idrakini zorlamak suretiyle toplumun dimağını dinamitlemişlerdir...

Sonrasında ise başörtüsünü garip bir biçimde türbana dönüştürmüşler ve meseleyi özünden iyice uzağa taşımışlardır...

Biz yaptık oldu mantığı...

Halbuki bu hususla ilgili ne Anayasada ne yasalarda yasaklayıcı tek bir hüküm dahi yoktur...

Adı konulmamış gizli yasalara göre uygulanan bir yasaktır söz konusu olan...

Sonrasında ise kendisi tartışmalı YÖK yasasına ek 17. madde ile ne idüğü belirsiz ifadelerle kılık kıyafet serbestisi getirilse de bu serbestlik(!) soruna çözüm getirmek yerine dallandırıp budaklandırmıştır...

Anayasa mahkemesine taşınan bu ek madde tam olarak iptal edilememiş fakat gerekçeli karara yazılan bir cümle yasak kabilinden uygulanan bu dayatmaya yetmiş ve dahi artmıştır...

Bugün yasak hemşerim diyen herkesin dilinde bu gerekçeli karar vardır ve kimse yahu kardeşim gerekçeli karar yasa hükmünde midir??? Ne oluyor diye sorma cesaretini kendinde bulamamamıştır...

Yetmedi...

Olmayan başörtüsü yasağını ortadan kaldırmak için anayasada değişiklik yapmak gibi garip bir girişim bugünün TBMM Başkanı ve bazı siyasiler tarafından geçmişte sürekli gündeme getirilmiş ve 411 eli kaosa el kaldırtan bir anayasa değişikliğine zemin teşkil etmiş ve bu dahi iktidar partisine düzenlenen bir komplo alarak tarihte yerini almıştır...

Ak Parti organize işler babından bir kapatma davasından kıl payı kurtulmuş ve uzun süre kendine gelmekte güçlük çekmiştir...

Bugün geldiğimiz noktada ise mesele yeniden gündemde arzı endam etmiş ve hararetle tartışılmaya başlanmıştır...

Tartışmanın seyrine iyi bakın geçmişte neyse o...

Bir tek sağlıklı yaklaşım görmek mümkün değil...

Tek sağlıklı görüş YÖK Başkanı tarafından cesaretle dillendirilmiştir...

Onun da mehazında yasağın oluşmasını müteakip YÖK yasasına ilave edilen ek 17. madde üzerinden yasağın olmadığını ifade etmektir...

Zaten öze inilmese de fitili ateşleyen ama bir adım ötesine gidilemeyen bir tavır olarak orta yerde yalnız başına kalakalmıştır...

Şimdilerde iktidar cenahından bazı siyasiler yine akıl almaz bir biçimde meseleye sebep üzerinden değil sonuç üzerinden yaklaşma ve çözüm(!) bulma hususunda ısrarlı bir davranış biçimi sergilemektedirler...

Bu davranışın Davranış Bilimleri ve Psikoloji ilminde yerini ben tespit edemedim...

Anlaşılan akıl tutulması devam ediyor...

Bu kadar karmaşık ve girift konuda bu kadar yanlış adımlar atılmasına ya da adım atılmamasına rağmen bu ülkede bir çok meselede yine de önemli mesafeler alınmasının altında yatan temel saikleri nasıl görmek lazım???

Ya da nasıl yorumlamak lazım???

Tek başına iktidar cenahından Başbakanın samimiyetini ve iyi niyetini ve bunun dışında halkımızın her kesiminden yanlışları görerek düzeltme mücadelesi verenlerin yoğun gayretlerini, çabalarını, söylenemeyenleri söyleyerek Korku İmparatorluğu kuranların ezberlerini bozma girişimlerini söyleyebilir miyiz???

Bence söyleyebiliriz...

1994 yılından beri yapılan hiç bir şeyin artık gizlenemediği, saptırılsa da sonradan gerçeklerin bir bir ortaya çıktığı bir süreci yaşamaya başladık...

Gerçeklerin ne yapılırsa yapılsın gün yüzüne çıkması engellenemiyor...

Eğer bize dayatılan gündemleri sonuçlar üzerinden değil sebepler üzerinden tartışabilirsek işlerimiz daha da kolaylaşacaktır vesselam...