MEHMET NATIK'IN İZLENİMLERİ
Dünyada eşi ve benzeri az rastlanan olaylara şahit olmak artık bizim için kanıksanacak bir durum olmadığı için gözaltına alındığında gayet sağlıklı olan Sevgili dünyaca ünlü doktorumuz alanı dışında organize işlere adı karıştığı için savcılara tarafından tutuklama talebiyle mahkemeye sevkedilince hastalanıvermiş ve o gün bugündür günlerini kendi deyimiyle hiç çıkmadan bir hastane odasında geçirmeye başlamıştı.
Polislerin arasında gözaltına alındığı ilk gün kameralara bakıp el sallayışını hatırlıyorum da ne sağlıklı günlerdi o günler...
Üniversite çalışanlarının etrafında kurduğu sevgi halesi arasında güle oynaya gitmişti sorguya...
Ne oldu ise işte ondan sonra oldu ve geldik bugünlere...
İddianame hazırlandı mahkeme safahatı başladı, yargılama başladı sanık sıfatıyla adı geçenler mahkeme sürecinde hakim karşısında savunmalarını yapmaya başladı ama bir türlü kendisine yöneltilen suçlamalara yönelik olarak Sayın Haberal'ın savunması alınamadı...
Sonunda yöntem bulundu ve video konferans yoluyla şu anda çapraz sorguda savunmasını yapıyor...
Mevkutelere ve İnternet ortamına düşen haberlere göre kendisine hakim tarafından yöneltilen sorulara zaman zaman sinirlenerek tepki gösteriyormuş...
Ben, Hipokrat yemini etmiş biriyim
Müteveffa Başbakan Bülent Ecevit'in sağlığı ile ilgili sorulan soruya kızmış mesela...
“Karın ağrısı ve birkaç şikâyeti vardı ama bunları anlatamam. cevabını vermiş.
Hamsi Kokteylinde buluşurduk.
Tutuksuz sanıklardan Erdal Şener’i tanıyıp tanımadığı sorulduğunda da, Şener’i Genelkurmay Başkanlığı Hukuk Müşaviri olduğu dönemden tanıdığını anlatarak, “Erdal bey çeşitli yemeklerde karşılaştığım biridir. Ben Rizeliyim çocukluğumdan beri hamsiyi çok severim ve hamsiyi iyi bilirim. Gölbaşı’ndaki Patalya Oteli’nde her sene hamsi kokteyli düzenlerdim. Bu toplantıya bütün dostlarım katılırdı. Şener’le de o vesileyle karşılaştım” demiş.
http://www.beyazgazete.com/haber/2010/04/07/haberal-kursun-yesem-daha-az-etkili-olurdu.html
Üstteki linkte hakimin sorduğu sorulara verdiği cevapların çoğu mevcut...
Buradan ne dediği hakkında bir bilgi sahibi olunabilir...
İlginç ayrıntıları ihtiva eden o kadar çok ilginç bağlantılar var ki çarşaf çarşaf... İstemediğin kadar...
Üstelik her sorunun bir cevabı da var... Evlere şenlik...
Bu sorular ülkeme yakışmıyor
Hakim'in, "Milli Egemenlik Hareketi"nden sonra oluşturulan "Eşgüdüm Komitesi"nin amacına yönelik sorusu üzerine Haberal, şöyle demiş:
"Bu sorular çok enteresan. Bunlar bana sorulurken düşünüyorum, ülkem demokratik hukuk devleti mi yoksa başka bir şey mi... Bu, Anayasa'da hakkımız olan bir şeydir. Ben burada terör örgütü kurmak, hükümeti yıkmakla suçlanıyorum. Bu suçlamalar yerine bana kurşun atılsa daha az etki yapar. Bu bahsettiğiniz şey bir organizasyondur. Buradaki amaç, ülkemize hizmettir, bir siyasi oluşum kurabilmektir. Burada bir yönetim bir de komite kurulmuştur 18 Ocak 2008'de. Bir siyasi oluşum kurmak Anayasa'ya aykırı mı? O zaman bugünkü Hükümet de Patalya Oteli'ndeki toplantılarla aynı suçu işledi. Bu sorular ülkeme yakışmıyor. Haberal, organ naklini Türkiye'de başlatıyor, dünyayı Türkiye'nin ayağına getiriyor, hastane açıyor, ünivesite kuruyor. Benim suçum bunlar mı?"
Verilen cevaplar gerçekten enteresan ve garip bir biçimde "Bu sorular ülkeme yakışmıyor" derken sanki ülke suçlanıyor...
Üstelik Hakim'in "Amacımız, anayasal haklarını sorgulamak değil, iddialara açıklık getirmektir"demesine rağmen "Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak bu sorulardan rahatsız oluyorum" diye teyiden verdiği cevap bunu açığa çıkarıyor...
Bu sorgulama esnasında benim dikkatimi celbeden en ilginç cevap şu Diyalog Grubu toplantılarında yaptıkları faaliyet ve çalışmalar hakkında verdiği cevap oldu...
Diyalog Grubu
Sayın Haberal, Kâmran İnan’ı, politikaya atıldıktan sonra ismen bildiğini ancak kendisiyle daha sonra ‘Diyalog Grubu’nu kurmaya çalışırken tanıştığını, toplantılarda Türkiye’ye daha iyi hizmet etmenin yollarını tartıştıklarını ifade etmiş...
Şimdi doğruya doğru...
Bizim ülkede sıradan insanların dahi bir araya geldiklerinde ülkeye nasıl daha iyi hizmet edilmesi hususunda bir kaç kelam etmediğini kimse iddia edemez...
Bizim halkımız evine ekmek götürmekte zorlansa dahi etrafında olan bitenlere baktığında hele hele bir kaç kişiyle bir kahve köşesinde, ya da bir evde misafirlikte veya aklınıza neresi gelirse dernek, vakıf kısaca çatısı olan ya da olmayan her yer de sohbette laf söz dönüp dolaşıp ülke ve Türkiye meselelerine gelince derin derin iç çekip "Ne olacak bu memleketin hali" deyip ülke meselelerini tartışmaya başlarlar...
Kimileri de biraz titr biraz makam biraz sahiplenme ve sair başka başka saiklerle her meslekten dayanışma ruhu ile bir araya gelirler ve ne olacak memleketin halinden bir adım öteye gider ve memleketi kurtarmaya kalkışırlar...
Millet memleketi kurtarmaya kalkışanlardan bizar oldu ama milletten onlara ne???
Önemli olan memleket...
Dedik ya ilklerin ülkesiyiz diye...
Yeni bir ilk olarak Darbe ve sair meseleler çetecilik meseleleri mahkeme salonlarına ciddi ciddi taşınmaya başlayınca hal başka bir hal oldu...
Eskiden kulp takılıp sürünenler vardı... Ama bu Ergenekon nam Dava süreci işin rengini değiştirdi...
Kulp takanların sanki oyunları açık veriyor...
Evet o değilmiş gibi davranmayıp da neden böyle bir mahkeme safahatında bulunduğunu sorgulasa Sayın Haberal ve kendisi gibi ülkeyi kurtarmaya kalkışanlar daha iyi olmaz mıydı???
Ülkem demokratik hukuk devleti mi yoksa başka bir şey mi?
Sayın Haberal hakime böyle sormuş!!!
Bize anlı şanlı çevreler hep derler Demokratik Hukuk Devletiyiz diye...
Üstelik Anayasada da yazar bu ifade...
Ülkem Demokratik Hukuk Devleti değil mi yoksa?
Şunun için soruyorum...
Bu ülke hukuk dışına kaymalara çok şahit olmuştur...
Devlet bazen rutinin dışına kayar sözünün en üst düzey makamlardan şahidiyiz...
Binlerce faili meçhul madalya gibi boyunlarda asılıdır...
Mehmet Barlas'ın aşağıda alıntıladığımız yazısının bir bölümü ile ironi yaptığı ülkeyiz biz...
Adalet ve mülk
"Tarihten bugüne "Adalet mülkün temelidir" söylemi benimsenmiştir böyle toplumlarda.
Ama sadece devlet-birey ihtilaflarında değil, mülkiyet hakkını delen kamulaştırma davalarında da insanlar "Nasıl olsa sonunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne gidebileceğiz" diyerek yola çıkarlar.
Gelişmekte olan ülkenin siyasetçileri de idarecileri de "Ancak" kelimesini hemen her söylemlerine yerleştirirler.
Örneğin "Bu ülkede azınlıklar da çoğunlukla aynı haklara sahiptir" dedikten sonra "Ancak mütekabiliyet meselesi unutulmamalı" eklemesini seslendirmeyi hiç unutmazlar.
Gelişmiş ülkelerde siyasetin temel nedeni ülke gündemindeki sorunlara çözüm üretmektir.
Gelişmekte olan ülkelerde ise, sorunlar çözülmez ve kriz konuları halinde gelecek kuşakların gündemlerine aktarılır.
Böylece toplumlar yüzyıllık, yarım yüzyıllık, çeyrek yüzyıllık çözümsüz sorunlar üzerinde tartışarak kamplaşır.
19'uncu yüzyılın sonundaki siyasetin polemik konuları 21'inci yüzyılın ilk 10 yılını da sürükler.
Bu biz miyiz?
2'nci Dünya Savaşı öncesinin yurt ve dünya sorunlarına bakış açısı, 21'inci yüzyılın bakış açılarına aktarılır.
Bu söylediklerimizin tabii ki bizimle ilgisi yok.
Eski Demirperde'nin, komünistken şimdi AB üyesi olmuş bir ülkesi değiliz ki biz...
Çözümsüz bırakıp gelecek kuşaklara aktardığımız bir sorunumuz var mı ki?
Bu ülkede azınlık olmak, herhangi bir ayrımcılığa konu kılar mı insanları ve toplulukları? "Zorunlu göç, zorunlu mübadele, yirmi kura askerlik, Varlık Vergisi, 6/7 Eylül olayları, 1964 ihraçları, 'Vatandaş Türkçe konuş' kampanyaları, vakıfların yağmalanması" benzeri olaylara rastlandı mı sanki burada?
Yargı yürütmenin yerine geçti mi hiç?"
Yoksa biz biz değil miyiz???
Biz demokratik hukuk devletiyiz...
Sözü nerden aldık nereye getirdik...
Bizimkisi de iş değil ama!!!
Bir basın Savcısının deyimiyle canına okunan mevkutelerin sayfalarına taşınan Ergenekon nam soruşturma çerçevesinde gözaltına alınarak tutuklanan ama tutukluluk halini hastane odalarında bir yıla yakın süredir geçirmeyi başaran Prof. Mehmet Haberal'ın mahkeme tarafından en nihayet sorgusuna başlandı...
Dünyada eşi ve benzeri az rastlanan olaylara şahit olmak artık bizim için kanıksanacak bir durum olmadığı için gözaltına alındığında gayet sağlıklı olan Sevgili dünyaca ünlü doktorumuz alanı dışında organize işlere adı karıştığı için savcılara tarafından tutuklama talebiyle mahkemeye sevkedilince hastalanıvermiş ve o gün bugündür günlerini kendi deyimiyle hiç çıkmadan bir hastane odasında geçirmeye başlamıştı.
Polislerin arasında gözaltına alındığı ilk gün kameralara bakıp el sallayışını hatırlıyorum da ne sağlıklı günlerdi o günler...
Üniversite çalışanlarının etrafında kurduğu sevgi halesi arasında güle oynaya gitmişti sorguya...
Ne oldu ise işte ondan sonra oldu ve geldik bugünlere...
İddianame hazırlandı mahkeme safahatı başladı, yargılama başladı sanık sıfatıyla adı geçenler mahkeme sürecinde hakim karşısında savunmalarını yapmaya başladı ama bir türlü kendisine yöneltilen suçlamalara yönelik olarak Sayın Haberal'ın savunması alınamadı...
Sonunda yöntem bulundu ve video konferans yoluyla şu anda çapraz sorguda savunmasını yapıyor...
Mevkutelere ve İnternet ortamına düşen haberlere göre kendisine hakim tarafından yöneltilen sorulara zaman zaman sinirlenerek tepki gösteriyormuş...
Ben, Hipokrat yemini etmiş biriyim
Müteveffa Başbakan Bülent Ecevit'in sağlığı ile ilgili sorulan soruya kızmış mesela...
“Karın ağrısı ve birkaç şikâyeti vardı ama bunları anlatamam. cevabını vermiş.
Hamsi Kokteylinde buluşurduk.
Tutuksuz sanıklardan Erdal Şener’i tanıyıp tanımadığı sorulduğunda da, Şener’i Genelkurmay Başkanlığı Hukuk Müşaviri olduğu dönemden tanıdığını anlatarak, “Erdal bey çeşitli yemeklerde karşılaştığım biridir. Ben Rizeliyim çocukluğumdan beri hamsiyi çok severim ve hamsiyi iyi bilirim. Gölbaşı’ndaki Patalya Oteli’nde her sene hamsi kokteyli düzenlerdim. Bu toplantıya bütün dostlarım katılırdı. Şener’le de o vesileyle karşılaştım” demiş.
http://www.beyazgazete.com/haber/2010/04/07/haberal-kursun-yesem-daha-az-etkili-olurdu.html
Üstteki linkte hakimin sorduğu sorulara verdiği cevapların çoğu mevcut...
Buradan ne dediği hakkında bir bilgi sahibi olunabilir...
İlginç ayrıntıları ihtiva eden o kadar çok ilginç bağlantılar var ki çarşaf çarşaf... İstemediğin kadar...
Üstelik her sorunun bir cevabı da var... Evlere şenlik...
Bu sorular ülkeme yakışmıyor
Hakim'in, "Milli Egemenlik Hareketi"nden sonra oluşturulan "Eşgüdüm Komitesi"nin amacına yönelik sorusu üzerine Haberal, şöyle demiş:
"Bu sorular çok enteresan. Bunlar bana sorulurken düşünüyorum, ülkem demokratik hukuk devleti mi yoksa başka bir şey mi... Bu, Anayasa'da hakkımız olan bir şeydir. Ben burada terör örgütü kurmak, hükümeti yıkmakla suçlanıyorum. Bu suçlamalar yerine bana kurşun atılsa daha az etki yapar. Bu bahsettiğiniz şey bir organizasyondur. Buradaki amaç, ülkemize hizmettir, bir siyasi oluşum kurabilmektir. Burada bir yönetim bir de komite kurulmuştur 18 Ocak 2008'de. Bir siyasi oluşum kurmak Anayasa'ya aykırı mı? O zaman bugünkü Hükümet de Patalya Oteli'ndeki toplantılarla aynı suçu işledi. Bu sorular ülkeme yakışmıyor. Haberal, organ naklini Türkiye'de başlatıyor, dünyayı Türkiye'nin ayağına getiriyor, hastane açıyor, ünivesite kuruyor. Benim suçum bunlar mı?"
Verilen cevaplar gerçekten enteresan ve garip bir biçimde "Bu sorular ülkeme yakışmıyor" derken sanki ülke suçlanıyor...
Üstelik Hakim'in "Amacımız, anayasal haklarını sorgulamak değil, iddialara açıklık getirmektir"demesine rağmen "Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak bu sorulardan rahatsız oluyorum" diye teyiden verdiği cevap bunu açığa çıkarıyor...
Bu sorgulama esnasında benim dikkatimi celbeden en ilginç cevap şu Diyalog Grubu toplantılarında yaptıkları faaliyet ve çalışmalar hakkında verdiği cevap oldu...
Diyalog Grubu
Sayın Haberal, Kâmran İnan’ı, politikaya atıldıktan sonra ismen bildiğini ancak kendisiyle daha sonra ‘Diyalog Grubu’nu kurmaya çalışırken tanıştığını, toplantılarda Türkiye’ye daha iyi hizmet etmenin yollarını tartıştıklarını ifade etmiş...
Şimdi doğruya doğru...
Bizim ülkede sıradan insanların dahi bir araya geldiklerinde ülkeye nasıl daha iyi hizmet edilmesi hususunda bir kaç kelam etmediğini kimse iddia edemez...
Bizim halkımız evine ekmek götürmekte zorlansa dahi etrafında olan bitenlere baktığında hele hele bir kaç kişiyle bir kahve köşesinde, ya da bir evde misafirlikte veya aklınıza neresi gelirse dernek, vakıf kısaca çatısı olan ya da olmayan her yer de sohbette laf söz dönüp dolaşıp ülke ve Türkiye meselelerine gelince derin derin iç çekip "Ne olacak bu memleketin hali" deyip ülke meselelerini tartışmaya başlarlar...
Kimileri de biraz titr biraz makam biraz sahiplenme ve sair başka başka saiklerle her meslekten dayanışma ruhu ile bir araya gelirler ve ne olacak memleketin halinden bir adım öteye gider ve memleketi kurtarmaya kalkışırlar...
Millet memleketi kurtarmaya kalkışanlardan bizar oldu ama milletten onlara ne???
Önemli olan memleket...
Dedik ya ilklerin ülkesiyiz diye...
Yeni bir ilk olarak Darbe ve sair meseleler çetecilik meseleleri mahkeme salonlarına ciddi ciddi taşınmaya başlayınca hal başka bir hal oldu...
Eskiden kulp takılıp sürünenler vardı... Ama bu Ergenekon nam Dava süreci işin rengini değiştirdi...
Kulp takanların sanki oyunları açık veriyor...
Evet o değilmiş gibi davranmayıp da neden böyle bir mahkeme safahatında bulunduğunu sorgulasa Sayın Haberal ve kendisi gibi ülkeyi kurtarmaya kalkışanlar daha iyi olmaz mıydı???
Ülkem demokratik hukuk devleti mi yoksa başka bir şey mi?
Sayın Haberal hakime böyle sormuş!!!
Bize anlı şanlı çevreler hep derler Demokratik Hukuk Devletiyiz diye...
Üstelik Anayasada da yazar bu ifade...
Ülkem Demokratik Hukuk Devleti değil mi yoksa?
Şunun için soruyorum...
Bu ülke hukuk dışına kaymalara çok şahit olmuştur...
Devlet bazen rutinin dışına kayar sözünün en üst düzey makamlardan şahidiyiz...
Binlerce faili meçhul madalya gibi boyunlarda asılıdır...
Mehmet Barlas'ın aşağıda alıntıladığımız yazısının bir bölümü ile ironi yaptığı ülkeyiz biz...
Adalet ve mülk
"Tarihten bugüne "Adalet mülkün temelidir" söylemi benimsenmiştir böyle toplumlarda.
Ama sadece devlet-birey ihtilaflarında değil, mülkiyet hakkını delen kamulaştırma davalarında da insanlar "Nasıl olsa sonunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne gidebileceğiz" diyerek yola çıkarlar.
Gelişmekte olan ülkenin siyasetçileri de idarecileri de "Ancak" kelimesini hemen her söylemlerine yerleştirirler.
Örneğin "Bu ülkede azınlıklar da çoğunlukla aynı haklara sahiptir" dedikten sonra "Ancak mütekabiliyet meselesi unutulmamalı" eklemesini seslendirmeyi hiç unutmazlar.
Gelişmiş ülkelerde siyasetin temel nedeni ülke gündemindeki sorunlara çözüm üretmektir.
Gelişmekte olan ülkelerde ise, sorunlar çözülmez ve kriz konuları halinde gelecek kuşakların gündemlerine aktarılır.
Böylece toplumlar yüzyıllık, yarım yüzyıllık, çeyrek yüzyıllık çözümsüz sorunlar üzerinde tartışarak kamplaşır.
19'uncu yüzyılın sonundaki siyasetin polemik konuları 21'inci yüzyılın ilk 10 yılını da sürükler.
Bu biz miyiz?
2'nci Dünya Savaşı öncesinin yurt ve dünya sorunlarına bakış açısı, 21'inci yüzyılın bakış açılarına aktarılır.
Bu söylediklerimizin tabii ki bizimle ilgisi yok.
Eski Demirperde'nin, komünistken şimdi AB üyesi olmuş bir ülkesi değiliz ki biz...
Çözümsüz bırakıp gelecek kuşaklara aktardığımız bir sorunumuz var mı ki?
Bu ülkede azınlık olmak, herhangi bir ayrımcılığa konu kılar mı insanları ve toplulukları? "Zorunlu göç, zorunlu mübadele, yirmi kura askerlik, Varlık Vergisi, 6/7 Eylül olayları, 1964 ihraçları, 'Vatandaş Türkçe konuş' kampanyaları, vakıfların yağmalanması" benzeri olaylara rastlandı mı sanki burada?
Yargı yürütmenin yerine geçti mi hiç?"
Yoksa biz biz değil miyiz???
Biz demokratik hukuk devletiyiz...
Sözü nerden aldık nereye getirdik...
Bizimkisi de iş değil ama!!!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder