25.03.2010

İttihadi Devlet ve Yargıçlar Terakki Partisi


Bilenler bilir eskiden Anayasa Mahkemesi Başkan ve Başkanvekilleri konuşurlardı…

Bunun en tipik örneği yakın tarihte hem başkanvekilliği ve ardından da başkanlık yapan Yekta Güngör Özden’dir…

O zamanın şartları içinde Yekta Bey güzide basının güzide misafiri olurdu her daim…

Ağzından çıkan her söz günün şartları içinde olay olurdu…

Adalet Mekanizmasında ayrı bir yere sahip Anayasa Mahkemesinin bir üyesi gibi değil de İttihadi Devlet ve Yargıçlar Terakki Partisinin temsilcisi makamında gibi beyanatlar verir, zaman zaman hizaya gelin mesajlarını basın aracılığıyla halka, siyasi partilere ve hükümetlere telkin ederdi…

İhtilalin kudretli albayları gibi ihtilalin ürünü olan mahkemenin kudretli yargıcı olduğunu hissettirirdi…

Kendi başkanlığı ve başkanvekilliği zamanında ülkenin temellerinde hissedilen sarsıntılara sebep olacak parti kapatma davalarına şahit olmasak bile kendisinden sonra gelen takipçileri kudretli yargıç geleneğini çok fazla basın aracılığıyla mesaj vermeden ama icraatta parti kapatma davaları ile taçlandırarak sürdürdüler…

Söz konusu laiklik ise gerisi teferruattı…

Kuruluş amacı malum olan ama özellikle 12 Eylül sonrası sivil yönetimlerin icraat ve uygulamalarının mahkeme kapısından, CHP’nin ve kardeş partilerinin Yüce Mahkemenin kapılarını aşındırması sonucu, geri dönmesi ile TBMM üstü bir görüntüyü netleştirmesi mahkemenin hukuki statüsünü kamuoyunda sorgulanır hale getirmişti…

Anayasa Mahkemesinin kuruluş ve gerekçelerine baktığınızda ilginç bir biçimde hukukta pek geçerli olmayan ihtimaller ve ucu açık yorumlarla dolu ifadelere rastlamak pek şaşırtıcı gelmez…

Bütün bunları göz önünde bulundurduğumuzda mahkeme TBMM’nin çıkardığı yasaları Anayasaya uygunluk açısından denetlerken üyelerin bir kısmı zaman zaman makamlarının da kendilerine kazandırdığı dokunulmazlık zırhının da sağladığı rahatlıkla kendileri de halkı kafalarında ki hayat tarzına uygunluk açısından denetleyebilir gördüler…

Bugünkü yargı siyasallaşıyor söylemlerinin artması Mahkemenin vazifesini icra ederken Mahkeme üst düzey temsilcilerinin her konuda görüş beyan etmelerinin bir sonucu olarak karşımıza çıktı…

Hiçbir görüş durup dururken kamuoyu önünde beni tartışın diye arzı endam etmez… Mutlaka onu tetikleyen hadiseler önceden gelir…

Bugün geldiğimiz noktada yeni bir şeye daha şahit oluyoruz…

Şimdi söz konusu bürokratik vesayet rejimi ise gerisi teferruat oldu…

Bakın hiç laiklik elden gidiyor diyorlar mı???

Anayasa Mahkemesinin açtığı kapıdan bugünlerde çok tartışmalı kararların altına imza atmak suretiyle başka bir yüksek yargı kurumu olan HSYK girdi…

Onun aldığı kararlar her ne kadar Anayasa Mahkemesi kararları gibi geneli ilgilendirmese de yargı mensupları hakkında olması hasebiyle umuma şamil kısımları vardı…

Ortak noktaları ise aldıkları kararların kesin hüküm ifade etmesidir…

Hakim ve savcı kararnameleri ile ilgili çalışmaları rutin bir uygulama olduğu için yılda bir iki sefer adı duyulur ve kararname çalışmaları esnasında ki kulis faaliyetleri arada kaynar giderdi…

Ne zaman ki Şemdinli Davası ile başlayan süreçte davanın savcısını tartışmalı bir karar ile meslekten men etti, o andan itibaren HSYK’nın altına imza attığı kararlar hep tartışıldı…

Ergenekon nam davalar silsilesi tartışmaları iyiden iyiye alevlendirdi…

O koskoca kurum oldubitti kabilinden kararların altına imza atmaya başladı…

Sayelerinde korsan önerge kavramı literatüre girdi…

Onlar da yargı siyasallaşıyor söyleminin arkasına sığınarak siyasi bir parti gibi beyanatlar vermeye başladılar…

Kapı açılmıştı bir kere ve o kapıdan Yargıtay ve Danıştay da girdi…

Şimdi onların Başkanları da aynı ağızla aynı dili konuşuyorlar…

HSYK üyeleri Başkanvekili vasıtasıyla bir ilke daha imza attı ve Adalet Bakanlığı Müsteşarı hakkında suç duyurusunda bulundu…

Nedenini izah etmeye gerek yok kamuoyunun malumu…

Yabancı misyonların verdiği resepsiyonlarda Yüksek Mahkeme Yargıçlarının verdiği beyanatlara şahit olmuştuk…

Şimdi ise aleniyet kazandı beyanatlar ve medya mensupları yüksek yargı kurumlarının kapılarını mesken tuttu…

Orta yerde darbe ürünü bir anayasanın kıyısından köşesinden bir değişiklik taslağı var…

Üstelik şimdiden geniş bir kabul görmeye başladı toplumun tüm kesimlerinden…

Katkıda bulunması gereken Meclis içi muhalefetin ana unsurları malumunuz kapıları çoktan kapattığı için onları saymaz isek geriye muhalefetin ana unsuru olarak Yüksek Yargı çevreleri boy göstermeye başladı…

Anayasa Mahkemesine gelince eskisi gibi değil garip bir biçimde suskunluğunu muhafaza ediyor umarız hayra alamettir…

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı bir ara koroya dahil olmuştu ama o da suskunluğa büründü…

Onu da şu aralar hissedemiyoruz…

Geriye kalanlar ise malumunuz…

HSYK, Yargıtay ve Danıştay çevreleri…

Birbiri ardına yasama ve yürütmenin kararlarına; kadrolu devlet memuru olduklarını, atanmış olduklarını ve milletin seçilmiş temsilcileri olmadıklarını, seçilmişlerse de kendi içlerinde kurulu hiyerarşik düzen içinde dar kapsamlı seçilmişler olduklarını göz ardı ederek, yetkilerini aşarak seçilmişlerin seçilmişlere muhalefetinden daha fazla muhalefet ediyorlar….

Üstelik bunu en üst perdeden sert tepki göstererek yapıyorlar…

Atanmışların seçilmişlere bir siyasi parti temsilcisi gibi muhalefet etmelerinin mer’i yasalara aykırı olduğuna hiç bakmıyorlar…

Yasa yapıcı konumundaki TBMM’ne getirilecek olan yasal ve anayasal düzenlemelerin Anayasaya aykırı olduğu iddiasını dillendirmekten de çekinmiyorlar…

Kendileri gibi atanmış bürokratların kendi alanlarına müdahaleleri karşısında suskunluk maskesi takıyorlar…

Mahkemelerde aynı hususlarda yargılanan şahıslar için birbirinin tam zıttı hukuk skandalı sayılabilecek kararları karşısında sessizlik denizinin derinliklerine dalıyorlar…

Bakması gereken dava dosyaları tozlu raflarda beklerken o tozlu raflarda sonuçlanmasını bekledikleri davaların sonuçlanmaması nedeniyle mağduriyetleri uzayan vatandaşları dertleri ve davalarını bir kenara bırakıp siyasi parti temsilcisi gibi dernek çatısı altında başka işlerle uğraşanlara müdahale etmeyerek zımni destek sağlıyorlar…

Yargının yargıçlar tarafından siyasallaştırıldığına bunlardan daha iyi bir örnek gösterilebilir mi???

Bir de yargının siyasallaştığından dem vuruyorlar…

Aslanlar gibi muhalefet ediyorlar…

Helal olsun…

İttihadi Devlet ve Yargıçlar Terakki Partisinin temsil makamında şimdi HSYK, Yargıtay ve Danıştay çevreleri var…

YARSAV tipi dernek çatısı altında hariçten gazel okumak yerine İttihadi Devlet ve Yargıçlar Terakki Partisini resmi olarak kurmak için adım atsınlar ve içişleri bakanlığına bir dilekçe versinler…

Bu ismin de kıymetini bilsinler bizden onlara hediye…

24.03.2010

Nev'i Şahsına Münhasır Ülke(!)

23 MART 2010 SALI

Ak Parti iktidarı uzun zamandır tartışılagelen Anayasa değişikliği ile ilgili olarak küçük de olsa ciddi bir adım attı ve ve bir mini paketi önce kamuoyunun sonra da tüm siyasi partilerin önüne sundu...


Anayasa değişikliği gelir mi gelmez mi gelirse nasıl gelir içinde ne olsun ne olmasın tartışmalarının olduğu ilk aşamada her kesim gardını aldı ve ortada henüz hiç bir şey yokken bile çoğu kesim fikrini beyan etti...

Bu fikir beyan edenlerin siyasi partiler ve sivil kesim kanadı anlaşılır bir konumda...
Bunu tartışmaya gerek yok...

Lakin bir kesim var ki son zamanlarda dozunu iyice artıran bir biçimde verdiği beyanatlar ve icraatları ile açıktan açığa bir siyasi parti gibi çalışmaya başladığını artık iyice gizlemez hale geldi...

Bu aslında herkesin malumu olanın son 7 yıllık ülke gündemini meşgul eden yürütme faaliyetlerine bir göz atıldığında sergiledikleri tavırda eski deyimle malumu ilamdan başka bir şey değil...

Maaşlı devlet memurları kadrolarının yüksek yargı bürokrasisi kısmını oluşturan yapı garip bir biçimde yasamanın çok ötesinde yürütme erki gibi davranmayı alenileştirdi...

Vermiş oldukları kararlarla gerek TBMM'nin kararlarının gerekse çeşitli kurumların icraatlarının yargıya taşınması nedeniyle edildiği kimsenin gözünden kaçmadı...
Lakin yüksek sesle nedense bu sorgulanamadı...

Sadede gelelim...

Şimdi bir anayasa taslağı hazırlandı...

Ama daha içeriği tam olarak incelenmeden etraflıca bakılmadan kapılar taslağın yüzüne her taraftan kapanmaya başladı...

Siyasi partilerin beyanatları açık ve anlaşılabilir...

Diyorlar ki tamam gelsin ama bu Meclis çatısı altında yapılmasın seçim olsun ondan sonra yapılsın...
Yani yeni Meclise bırakılsın...
Ne anlama geliyorsa bunu MHP özellikle dillendiriyor...

Bir bildikleri mi var acaba???

CHP sadece geçici 15. maddeye destek veririz diyor...

El Hasılı herkes bir şey söylüyor ve dediğimiz gibi anlaşılabilir şeyler bunlar...
İpe un serme kabilinden şeyler olsa da...

Ama gelin görün ki yüksek yargı çevrelerinden gelen beyanatlar akıllara zarar...

Mesela HSYK Başkanvekili Özbek, HSYK'dan çıkışında gazetecilerin soruları üzerine, "Kusura bakmayın, yüksek yargı ile dalga geçiyorlar." ifadesini kullanıyor...

''Birinci hedefin HSYK olduğu da görüldü” diyor.

Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, "Yargıyla ilgili düzenlemeler Anayasa'ya, kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı. Yargıyı kuşatma çabaları var" diyor...

Danıştay Başkanı başka şeyler söylüyor...

Gerekçe ise bizim ülkemizin kendine has bazı şartlarının olması...

Yani nev'i şahsına münhasır bir ülkeyiz...

Aslında bu tespit doğru...

Aslında söyleyemedikleri, açıklayamadıkları şey şu...

Türkiye Cumhuriyetinin üzerine bina edildiği devlet Osmanlı Devletidir...

Bütün mekanizmaları istiskal edilerek yeni yepyeni bir sistem getirilmiştir...

Biz bu sistemi değiştirtmeyiz... diyorlar...

Bunu da açıkça söyleyemiyorlar...

Biz eskiden yüksek yargı diye bir şey bilmezdik...

Bu iktidarla bunu da öğrendik...

Gerçi son 25 yılda zaman zaman kendilerini hissettirmedi değiller ama bu kadar açık bir biçimde biz buradayız dememişlerdi...

Garip olan ne biliyor musunuz?

Darbe ürünü bir yargı yargı bağımsızlığı klişesinin ardına sığınarak seçilmiş ve ülkeyi yönetmek üzere halkın oylarıyla işbaşına gelmiş siyasi iradeye karşı bürokratik vesayeti savunuyor...

Vesayet rejiminin mensupları vazifesini yapıyor...

Çok görmemek lazım....

Anayasa Taslak Metni Anayasaya Aykırıymış


- Kurumlar arasında üstünlük yok. HSYK Anayasa'nın yargı bölümünde 159. maddede düzenlenmiştir. HSYK'nın yapısı Anayasa'ya göre düzenlenmelidir. Mahkemelerimiz aşırı iş yüküyle boğulmuştur. Asıl yapılması gereken iş yükünün azaltılmasıdır. Yargı reformu öncelikle bağımsızlık ve iş yükü alanında yapılmalıdır. Taslak metninde bu konunun gözardı edilmesi yargı reformunun ne olduğu görülüyor.

- Halkımız sabırla gerçek bir yargı reformunu beklemektedir. HSYK'nın idari ve mali özerkliği bulunmamaktadır. HSYK mevcut haliyle bağımsız değildir.

- Kurulda ciddi sorun yaratan konulardan biri de hakim ve savcıların dilenme uygulamalarıyla ilgili kararlardır. Dinleme kararları kurulda ciddi sıkıntılar oluşturmuştur.

- HSYK'nın görevlerinin tamamı yargıyla ilgilidir. Adalet Bakanı'nın kuruldaki varlığı yargının bağımsızlığını zedelemektedir. Buna ek olarak Cumhurbaşkanı'na dört üye seçme hakkı tanımak mevcut durumdan geriye gitme anlamını taşımaktadır. Yapılan düzeleneme yargıyı ele geçirme çabalarının ürünüdür.

- Taslak metin Anayasa'ya aykırıdır. Metin yargı bağımsızlığını tahrip etmeye yöneliktir. Yapılan çalışmalar aceleye getirilmiştir. Ciddiyeti konusunda bazı şüphelerimiz var.

- Taslak metinde yargının bağımsızlığı dikkate alınmamıştır. Yasaların ülkemizin somut gerçeklerine uygun olarak hazırlanması gerekir.


Yukarıdaki metni iyi ve dikkatlice okuyun...

Anayasa değişikliği ile ilgili ön adımı atılan çalışmalara yönelik getirilen eleştirilerden bir demet inci...

İnci dediysek de bakmayın cümleyi güzelleştirmek için kullandık mücevher cinsinden bu kelimeyi...

Alıntı açıklama Yüksek(!) Yargı çevrelerinin taslak metine yönelik eleştirilerini kapsıyor...

Dikkatle okuyanların dikkatlerinden kaçmayan şey sanırım kuru bir eleştirinin dışında hiç bir şeyin olmaması...

Gerçi mevcutla ilgili eleştiriler yok değil ama olması istenen her ne ise o da yok...

Uzun söze gerek de yok...

Ahmet Altan'ın dediği gibi...

http://www.taraf.com.tr/makale/10587.htm

Başka söze gerek de yok...

18.03.2010

Açılım Kapanım


İktidar açılım için var gücüyle çalışıyor…

Başbakanın gayretleri kayda değer…

Siyaseten muhalefetin tutumu da belli…

Ak Parti’ye zaten AKP demek suretiyle tavrını çok önceden koymuş…

Haliyle iktidarın ak dediğine otomatik olarak kara diyor…

Ama bundan başka bir şey daha var…

Silahlı ve silahsız ve de sivil ve dahi elinde terazi ve gözünde bağ olan kızın temsil ettiği çevrelerde kısaca bilumum bürokraside de açılıma zimnen bir direniş var…

Hatta ve hatta iktidar kanadında dahi…

Malumunuz karda yürüyüp de izini belli etmeyerek durumdan vazife çıkaranlar var…

Ergenekon nam dava sürecinde suyu yokuşa sürenlerin izini iyi sürün…

Kralın çıplak durduğu yer orasıdır…

Bir yanda açılım bir yanda kapanım…

Türkiye’de yasal olmayan yollarla ikamet eden yüzbin Ermenistan vatandaşının ülkelerine geri gönderilmesi ifadelerinde kendisini bulan stratejik hata gibi…

Malum açılım şu anda ülke içi boyutları çoktan aştı ve sınır ötesi siyasetle ete ve kemiğe büründü…

Bu ülkede hava uzun zamandır puslu ve puslu havayı seven çok…

Bu ülkeye demokrasi getirmeye kalkışmayın…

Bu ülkeye demokrasi getirmeye kalkışmayın…

Bu ifadeler 2008. 08.30 tarihli o dönemin cafesiyaset’inde yazdığımız son yazının başlığı idi…

Gen.Kur.Bşk. Orgeneral İlker Başbuğ’un devir teslim töreninde yaptığı konuşmadan bir bölüm alarak kanaatimizi bu sözlerle ifade etmiştik…

Sayın Başbuğ yaptığı konuşmada Habermas’tan ve sair felsefe ve sosyoloji ve dahi tarih çevrelerinden alıntılarla süslediği konuşmasında engin bilgileri ile ne kadar derya deniz olduğunu ifade etse de satır aralarında günümüze gelinceye kadar yaptığı gibi aba altından sopa gösterme geleneğinin sıkıya süreceği mesajını taa o zamanlardan vermişti…

Bizi bilen bilir…

Bu ülkede demokrasi var diyenlere muhalifiz…

Neden?

Çünkü onun yerine demokrasimsi bir şey var ne menem bir şeyse…

İp gibi eğilip bükülebilen…

Bu ülke demokratik laik bir hukuk devletidir diyenlere muhalifiz…

Neden?

Çünkü bu bir yanılsamadır…

Bu durum ısrarla söylerinken icraatta tam tersi uygulamaların olduğu akıl sahibi herkesin kabul ettiği bir gerçektir…

Temeli inkara dayanan bir sistemde başka türlü bir anlayışın olması zaten düşünülemez…

Düşünsenize kendi halkını yıllarca aşağılayan ve bu ülkeye komünizm gelecekse onu da biz getiririz anlayışının hakim olduğu bir zihniyetten başka türlü bir şey beklenebilir mi?

İşte böyle bir vasatta Orgeneral İlker Başbuğ yeniden sahne aldı ve Genelkurmay Başkanlığı süresince ilk yaptığı konuşmada satır aralarında gizlediği düşüncelerine zaman içerisinde yaptığı konuşmalarda aleniyet kazandırtan sonra şu son birkaç gün içinde gazetecilikten ziyade generallerin katibi unvanı kendisine daha çok yakışan Fikret Bila’nın kalemi vasıtasıyla şüpheli sıfatı ile hakkında dava açılan bir başka orgenerale arka çıkarak bu ülkenin Demokratik Laik bir Hukuk Devleti olmadığını bir kez daha bu ülkenin askeri bürokrasisinin en üst düzey memuru olarak ispat etti…

Fermandır herkese duyurula…


17.03.2010

Durak Duracak mı?

Durak dur durak bilmiyordu ama galiba duracak…

Kimden bahsettiğimizi ifade etmemize gerek yok…

5 dönem üst üste belediye başkanı olmak Büyükşehirlerde her babayiğidin harcı değildir…
Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanını saymazsak…
En önemli ortak özelliklerinin 12 Eylül ürünü ANAP’lı siyasiler olduklarını söyleyelim ve geçelim…

Bu ülkenin gündeminden, güç ve iktidarla gelen, yolsuzluk, rüşvet ve namı diğer her türlü pislik hiçbir zaman düşmedi…

Eskiden de vardı…
Yani 12 Eylül öncesi…
Ama 12 Eylül sonrası bu işler daha bir farklılaştı…
Deyim yerindeyse profesyonellik kazandı…
Organize bir hal aldı…
İletişim ve teknoloji imkanları ve başdöndürücü gelişmeler yatırım alanlarını geliştirince ihtiyaçlar arttı…

Arz ve talep meselesi efendim…

Büyümeyi sağlamak için her türlü imkandan faydalanacaksınız…
Değerlendirilecek şey çoğalınca değerlendirecekler de çoğalır..
Taş toprak altın oluverir…
Yeter ki siz altına çevirecek mekanizmaları kullanmayı bilin…
Rüşvet ve yolsuzluk ve dahi iltimas kamuda üst düzey görev almakla eş anlamlı olarak zikredilir…

Neden???

Çünkü rüşvetin, yolsuzluğun ve iltimasın anlam kazandığı alan devlet kapısı ile bağlantılıdır da ondan…
Kamu menfaatini kollasın diye getirenlerin ve kamu menfaatine hizmet edeceğim diye hizmete talip olanların arasından çıkar hep bu pis işleri organize edenler…

Bu hal garip bir biçimde bal tutan parmağını yalar darbı meseliyle ete ve kemiğe büründürülür…
Malumunuz ayının en sevdiği yiyecek baldır…

Teşbihte hata olmasın ama ayının sevgisi içgüdüsel bir tavırdır ve ihtiyacına binaendir…
Adı rüşvet, yolsuzluk ve iltimas ile zikredilen kamu görevlisi öyle mi???
Onun ki ihtiyaçtan değil hırstır…

Gücün her türlü yolla elinde bulunmasını sağlama arzusudur…
Ölümsüzlük şerbeti içer gibi sonsuz iktidar ve zirvede kalma arzusudur…

O sebepledir ki halka hizmet için geline makamlar istisnalar devre dışı şahsi arzulara hizmete dönüşür…
Yolsuzluk halkın imkanlarından devlet eliyle çıkar sağlamanın tek kelimeyle ifade edilişin tarifidir…

Bu yolu tutturan kamu görevlileri gücün, paranın tadı ve şehveti bedenlerine bulaşınca pervasız bir biçimde her türlü mekanizmayı doğru ve yanlış demeden kullanırlar…
Gözleri kararır…
Her şeyi unuturlar…
Sanırlar ki kervan hep böyle yürür…

Ama kervanın hep böyle yürümediği zaman içinde belli olur…

Adrenalin seviyesinin hiç düşmediği ülkemiz siyasi gündemine BALYOZ gibi yeni bir gündem daha oturdu…

Adana Büyükşehir Belediye Başkanına atfedilen yolsuzluk iddiaları…
Her şey bir rüşvet in hikayesini anlatan bir kasetin ortaya çıkmasıyla dallandı ve budaklandı…
Belediye Meclisinde kadim dostluklar ebedi düşmanlığa dönüştü…
Buzdağının dibine bakılmaya başlandı..

Tartışmalar evlere şenlik bir hal aldı ve olay Adana’nın sınırlarını aşarak ülkeye mal oldu…
Başkan kendini savunmak için Adana’nın sınırlarını yeterli görmedi ve daha büyük bir şehre kapağı attı…

Orada sesini daha gür duyuracağını hesap ediyordu her halde ve sesini duyurdu da…
2 milyar dolarlık bir servetin haksız kazanca sahibi olduğu suçlamasını tv kameraları önünde zımnen 40 milyon doların üzerinde serveti olduğu cevabıyla açıklık getirdi…
Zira 40 milyon doların biraz üzerinin ucu açıktır…
Hadi ayıkla pirincin taşını…

Şimdi gelelim işin siyasi partiler ve iktidar açısından bakış açılarına…

Hatırlanacağı gibi Belediye Başkanı bir önceki dönemde Ak Parti saflarında seçime girmiş ve geçen dönem bu kimlikle Belediye Başkanı olmuştu…
Ak Parti hangi saikle kendisini aday göstermişti bilinmez…
Ama Adana gibi önemli bir ilin belediye başkanlığının kendisinde olması iktidar için önemli bir husustur ve tartışılmaz…

O nedenle gücü belli olan mevcut belediye başkanını kendi saflarına katması olağan sayılabilir…
Lakin son yerel seçimlerde Ak Parti’nin Adana Büyükşehir Belediye Başkanı adayının Aytaç Durak olmayacağı Başbakanın bizzat kendisi tarafından üstelik belediye başkanının önceki seçimlerde bir sonraki dönem için aday olmayacağı şeklindeki ifadesi de dillendirilerek deklare edilince dananın kuyruğu koptu…

Sonrası???
Aytaç bey belediye başkanlığı serüvenine MHP’nin hüsnü kabulüyle bu parti saflarında devam kararı aldı…
Ak Parti seçimi kaybetme pahasına kendisini aday göstermedi…
Sonuç olarak oldukça tartışmalı bir sürecin sonunda Aytaç Durak bu sefer MHP’li bir belediye başkanı olarak Adana Büyükşehir Belediye Başkanlığı mazbatasını eline aldı…

Tırnak içinde… Şimdi acaba nedir bu başıma gelen bu mazbatayı almaz olaydım diyor mudur acaba???
Bizim ki de kuru bir merak işte!!!

Şimdi bütün bu gelişmelerden sonra MHP Lideri başkanın istifasını istedi istemesine ama siyaseten bir darbe yedikleri açık…

Neden çünkü Ak Parti’nin seçim kaybetme pahasına saflarına almadığı bir isim kendi parti saflarında ciddi suçlamalara maruz kaldı…
CHP tartışma kervanına Aytaç Durak’ın adının yanına Zahit Akman’ın da soruşturulması gerekir gibi tuhaf bir açıklamayla dahil oldu…

Güya iktidara aba altından sopa gösteriyor…
Neden çünkü tartışmalara şu ana kadar görüldüğü kadarıyla Ak Parti cenahından bir katılma olmadı…
Sessizliklerini muhafaza ediyorlar…
Sanki onları da tartışmanın içine çekmek istiyorlar gibi…

Kazanç sağlamanın yolu olarak iktidar partisinin istemediği bir belediye başkanının üzerinden Ak Parti’ye vurmaya çalışmaları anlaşılır bir şey değil demek her halde abesle iştigal olur…
Ve yine sonuç olarak…

Mevcut yaşananlardan Ak Parti’nin kazançlı çıktığı bir gerçek olarak orta yerde duruyor…

Düşünsenize…

Böyle bir tartışma belediye başkanlığı onların uhdesinde iken çıkmış olsaydı ortalık toz duman olurdu…

Siyasetin sıcak gündeminde Adana’nın ve Akdeniz’in sıcak havası çok bunaltıcı olurdu…
Berat Özipek bir yazısında; “Bu uşak bazen taşi yanliş yere atiyi, ama Allah onun taşini yukarida düzeltiyi”.
Karadenizli yaşlı bir amcanın Erdoğan için yaptığı bu değerlendirme, belki de en çok1 Mart Tezkeresi için geçerli.”
Diye bir benzetme yapmıştı Başbakan için…

Ama Başbakan burada galiba taşı doğru yere atmış…
Hem de tam tam isabet ettirmiş…

4.03.2010

Bizi Diyanet Vaizlerinden Kim Kurtarsın???


Bizi Diyanet Vaizlerinden Kim Kurtarsın???


MEHMET NATIK'IN İZLENİMLERİ
mehmetnatik1@gmail.com


Malumunuz Diyanet İşleri Başkanlığının resmi söylemle kuruluşunun 82. yıldönümünü idrak ediyoruz...

Vatana millete hayırlı olsun...

Bu vesileyle bir de 2010 yılı Kur'an Yılı ilan edilmiş...

Bu da insanlık alemine hayırlı olsun...

Sayın Başbakan bu tören vesilesiyle etkinlik çerçevesinde yaptığı konuşma da Diyanet camiasına bir çağrıda bulunarak

"Gerçek bilim adamlarının, gerçek aydınların, münevverlerin boş bıraktığı alanların, 'medya vaizleri' tarafından doldurulduğunu ve soru işaretlerinin hızla çoğaldığını da müşahede ediyoruz. Ben onun için siz değerli kardeşlerimden, lütfen bizi medya vaizlerinden kurtarın. Bunu istirham ediyorum." demiş...

İyi güzel hoş da bizi Diyanet vaizlerinden kim kurtaracak???

Maaşlar devletten...

Diyanet İşleri Başkanlığı binasını belki genel bütçeden sağlamışlardır ama camiler dahil her türlü ülke çapında yapılan binaların parası cemaatten...

Camilerin ve Kur'an Kurslarının her türlü masrafı cemaatten...

Özerk desen değil...

Devlet desen değil...

Biz anlamadık ki bu işten!!!

Ama bildiğimiz bir şey idare Diyanet İşleri Başkanlığında...

Neyin idaresi dinin yani kahir ekseriyet halkın dini olan İslam Dininin...

Sorsanız din hizmetlerinin düzenli yapılması diye bir cevap alırsınız...

Biz de soralım hizmet mi kontrol mü diye???

Laik temeller üzerine bina edilen bir yapıda din işlerini düzenleyen bir idare ve adına hizmet deniyor...

Valla bana pek öyle gelmiyor...

Cumhuriyetin bütün kurumlarının temelinde yatan halka güvenmeme güdüsü burada da kendini gösteriyor ve inançlarını da kontrol altında tutma güdüsüne dönüyor...

Bunlar yazılması gerekenler arasında buzdağının zerre ile ifade edilen kısmı...

Soru işareti çok...

Ne diyelim???

2.03.2010

Kurucu Babaların Mirasçıları

Biraz ara verdik yazılara...
Sebebine gelince gelişmelere ve ortaya saçılan pisliklere ve çözüm önerilerine sağlanan katkılara bakınca insanın midesi bulanıyor...
Yazası gelmiyor...
Birileri garip bir biçimde meselelerin etrafında tur atıyor...
Birileri sulandırmaya devam ediyor...
Birileri de çırpınıyor...
Meselenin özüne inerek gerçekleri yazmaya devam ediyor...

Bütün bunların karşısında;
Koca koca kurumları temsilen makam ve mevki dolduran eşhasın tavırları ve söylemlerine bakınca hali pür melal vaziyetleri...

Daha önce hiç karşılaşmadıkları bir durum söz konusu...

Nasıl tavır alacaklarını kestiremiyorlar diyeceğim ama aldıkları eğitime ve işgal ettikleri makamlara bakınca bunu diyesim de gelmiyor...


Bir zamanlar karşısında hazırol vaziyeti alınan halaskaran'dan bir güruh darbe senaryoları ile deşifre olunca -darbe değil Mehmet Amca düzelt bu ifadeyi bu iddialara mesnet teşkil eden çalışmalar Harp Oyunu Semineri'dir.- yanlış anlaşıldık demeye varıyorlar...
Böyle şeylerin kendilerine yakıştırılması haliyle kanlarına dokunuyor tabii.

Hiç böyle şey olur mu?

Bir kısım yargı ve emniyet mensupları bühtanda bulunuyor...
Yahu almayın günahlarını...
30 yıl 40 yıl devlet-i aliyeye hizmet etmişlikleri var...
Kurucu Babaların mirasçılarını suçladığınız şeye bakın???!!!
Darbe yapacaklarmış!!!
Neden önce ki darbe yapanlarla şimdikileri karıştırıyorsunuz...
Onlar hazırlandılar ve darbe yaptılar...
Ülkeyi de dizayn ettiler...
Kaldı ki bu ülkenin kaderine bu darbe dediğiniz şeylerle hükmettiler...
Darbe yapmanın suç teşkil ettiğini de nereden çıkarıyorsunuz???
Anayasada falan bir yerlerde darbenin suç olduğunu yazılabilir...
Ne var bunda???
Kaldı ki Bunlar darbe falan yapmamışlar...
Seminer çalışmaları yapmışlar nasıl suçlarsınız ki???
Hem üzerinden bir kaç yıl geçmiş Denizim Baykalım'ın dediğine göre!!!
Ayrıca fiil fiiliyata geçmemiş...

Bakın 28 Şubat nam postmodern şeyin yıl dönümünü kutluyoruz alayı vala ile...
İnsanları üzmeyin...
Aileleri var çocukları var...
Onurları var...
Şerefleri var...
Haysiyetleri var...
Oynamayın bunlarla...

Hem asıl mücadele bundan sonra başlıyormuş...
Bunu da mı duymadınız???
Duymadızsa duyun...

İşinize bakın...

Kast sistemini zedeliyorsunuz...
Cürmünüze bakmadan...

Önünüze atılan küçük yemlerle idare edin....

Konuyu kapatın demeye getiriyorlar...

Ergenekoncular...