27.07.2010

TSK İşlevsiz Hale Gelebilir!!!

MEHMET NATIK'IN İZLENİMLERİ

Başlıktaki cümle "dikkat edin" uyarısı ile beraber DSP isimli siyasi parti genel başkanlığı ile TÜRMOB isimli yeminli mali müşavirleri ve muhasebe meslek mensuplarını çatısı altında toplayan odanın başkanlığını birarada yürüten Masum TÜRKER'e ait...

Haber Akşam Gazetesinde aşağıdaki gibi aktarılmış...

DSP Genel Başkanı Masum Türker, askeri darbeye dayanak oluşturduğu gerekçesiyle eleştirilen TSK İç Hizmet Yasası'nın 35. maddesinin değiştirilmesi için teklif hazırlayan CHP'yi uyardı. 35. maddenin kaldırılmamasını, fıkra eklenmesini isteyen Türker, 'Bu maddenin kaldırılması ileride TSK'nın birçok alanda işlevsiz haline gelmesine neden olacaktır. Bu da bir çok ihtilaflara neden olacaktır' dedi.
Üç askeri darbenin her birinin gerekçesinin ayrı maddelere dayandırıldığına işaret eden Türker, 'Darbe girişimi yapanlar kendilerine başka bir girişim bulacaktır' dedi.

Zihinlerde bir kurum nasıl algılanıyorsa düşünce tarzının da öyle şekillendiğinin bundan daha güzel bir örneği gösterilemezdi...

Cuk diye oturuyor... Zihinsel travma tarifine...

Nasıl bir algı bu???

Ordu'nun vatan savunmasının dışında her şeyi müdahil olduğunun; vazifesi olduğu algısı bu zihinlere taşa kazınır gibi kazınmış...

Bu hal öyle içselleştirilmiş ki ordu mensuplarının ülke yönetimine doğrudan bir siyasi parti gibi müdahil olması olmazsa olmazlar arasına girmiş...

Haliyle ordu mensubu maaşlı ve dahi silahlı ve üniformalı bürokratların yıllarca siyasi parti mensubu gibi davranmaları hiç anormal ve sıradışı diye sorgulanmamış...

Generallerin siyasi parti genel başkanları gibi konuşmaları, medya mensuplarına demeç vermeleri, emeklilerinin siyasi parti basın sözcüsü gibi konuşmaları hiç garip karşılanmamış...

Onların devlet memuru oldukları ve halkın menfaatlerini ve canlarını mallarını sınır ötesi tehlikelere karşı korumak olgusu hep ikinci planda bırakılmış...

Halkın ve onun siyasi temsilcilerinin tepesinde BALYOZ gibi durmaları ve ordunun yapması gereken asli görevinin dışında her konuda ahkam kesmeleri normal hayatın rutin bir işlevi gibi görülmüş...

Bu ordu bu ve daha nice sayamadığımız sebeplerle güç gösterisini hep içinden çıktığı halka ve onun siyasi temsilcilerine karşı yapmış...

Uçaklarını devletin ve halkın yegane temsilcisi TBMM semalarında uçurmuş...

Yetmemiş Başbakanın ikamet ettiği mahalle üzerinde alçaktan uçuş dahi yaptırmış...

Yüreklere korku salacak adreste hep kolayı seçmiş...

Tabir caizse dışarıda normal görüntülü evin içinde şiddet timsali bir baba rolü oynama kolaycılığını tercih etmiş...

Bunu da gerekçelendirmek için kanun maddeleri düzenlemiş...

Semt sokaklarında tank yürüterek balans ayarı yaptıklarını iftihar meselesi yapmaktan geri durmamış...

Şimdi işlevsiz hale gelebilir diye bir takım yerlere gönderme yapılan aynı ordunun diğer yüzüne bakalım...

Bu ordu NATO bünyesinde ve kendi içinde yaptığı tatbikatlarla dışarıya ve olası düşman unsurlara karşı güç gösterisi yapıyor ve asıl işlevini sergiliyor...

Dost ve düşman unsurlara gücünü gösteriyor....

Balkanlar, açık denizlerde, Lübnan'da, Afganistan'da konuşlandırılan birlikleri ve savaş gemileri ile saygın bir konumda olduğunu gösteriyor...

Türk Ordusunun ülkemiz sınırları haricinde görev yaptığı her yerde huzur bozucu tek bir olaya rastlanmıyor...

Dışarıda bu kadar başarılı bir performans sergileyen ordu ülkemizin yıllardır başına bir çorap gibi örülen terör meselesinde aynı performansı sergileyemediği görülüyor...

Bu ikisi aynı ordu mu sizce???

İç hizmet yasası içine derc edilen kerameti kendinden menkul bir cümlenin kaldırılması hangi açıdan TSK'ni işlevsiz hale getirecek???...

Kaldı ki böyle bir teklif aslında çok anlamsız ve gündem saptırmaktan öte bir şey de değil...

Anlamsız tartışmalara eklenen bir yeni anlamsız tartışma...

Siz asıl şu soruların cevabını arayın...

Emir alan bir ordu mu???

Emir veren bir ordu mu???

Asli vazifesini icra eden bir ordu mu???

Yoksa asli vazifesinin dışında kendine durumdan vazife çıkararak her şeye müdahil olan bir ordu mu???

Barışa hizmet eden bir ordu mu???

Huzuru bozan bir takım mihrakların oyununa gelen bir ordu mu???

Sizce TSK işlevselliğini nasıl kaybetmez???(!)

Ya da kaybeder???

Nasıl ki yargıyı yargı mensupları güvenilir hale getirecekse orduyu da yine ordu mensupları kendisini yıpratanları kendi içinden ayıklamak suretiyle işlevsel hale getirecektir...

Her taş kendi yerinde ağır olmalı ve öyle kalmalı...

İktidar iktidar olduğunu bilecek...

Ordu ordu olduğunu bilecek, durumdan vazife çıkarmayacak...

Bürokrat bürokrat olacak...

Siyaseti siyasiler yapacak ve küçük hesaplara halkın menfaatlerini kurban etmek için bir yerlere mesaj göndermeyecek...

Herkes vazifesini yapmazsa bu teknenin hamuru daha çok su kaldırır...

Anlayacağınız mücadele çok çetin...

At izini it izinden ayırın....

Küçük olsun benim olsun diyenlere ve onların her yere sızmış uzantılarına fırsat vermeyin...

Kağıttan kaplan olduklarını görün...

22.07.2010

12 Eylül Unutulur mu?

MEHMET NATIK'IN İZLENİMLERİ
Kaderin garip cilvesi 12 Eylül darbesi ile insanımızı yeniden yüzleştiriyor...
Bize toplum olarak yeniden bir travma yaşamak kalıyor...
Ama bunlar yaşanmazsa olmuyor...
Şu an içinde yaşadığımız toplumda işkence edenler ile işkence görenler bir çatı altında hayatını sürdürüyor...
Darbeciler halen darbe yapma fırsatı kolluyor...
27 Mayıs'ı ve 12 Eylül'ü gerçekleştiren güzide ordumuzun genç ve orta yaş subayları şimdinin geç muvazzaf ve emekli generalleri olarak bu halk ile farklı dünyalarda olsa da yaşamaya devam ediyorlar...

Kendilerini her fırsatta destekleyen ilmiye ve kalemiye ve dahi siyasiye sınıfının hatırı sayılır bir kesimi ile iktisat ve esnaf cenahının ağa babaları yanlarında durmaya devam ediyorlar...

Bazen kısık sesle bazen biraz yüksek sesle itiraz ve red cephesinde yerlerini muhafaza ediyorlar...

Koç gibi duruyorlar...

Ortada bir tuhaflık var...
Bir çok kesim bir çok şeyi eleştirirken meselelerin özüne gelindiğinde ya suspus oluyor ya da eleştirdiği şeyleri savunma pozisyonuna geçiyor...

Tecavüz mağdurunun tecavüzcüsüne aşık olması gibi bir şey bu...

Bu nasıl bir duygu ki nefret ettiğini her fırsatta tekrarladığın halde yaptığı şeyin cezasını çekmesi için eline fırsat verildiği zaman, yaşadıklarınız, yaşadıklarımız unutulur cinsten değil ama en azından gelecek kuşaklara ibret-i alem olsun cinsinden bile olsa geç gelen adalete neden karşı çıkarlar ki???

Yüzleşmek ve hesaplaşmak ve dahi nefis muhasebesi tam da böyle olayların ve zamanların işi...
O günleri fiilen yaşayanların yaşadıklarını ve şahit olduklarını, hayatlarının nasıl etkilendiklerini unutmaları mümkün değildir...
12 Eylül'ün öncesinin ve sonrasının gadrine uğrayanlarda mutlaka ve mutlaka kalıcı bir travma veya etkilendiği unutamadığı zihninden bir türlü söküp atamadığı bir şeyler vardır...

Ne oluyor Beyler Neyi kime karşı savunuyorsunuz???
Neden suyu mecrasından saptırmaya kalkışıyorsunuz???
Bir başka iktidar getirmeye kalksaydı destekleyecek ve değişikliğe evet diyecek miydiniz???
Derdiniz ne sizin açık açık söylesenize..
Karnınızda gizlemeyin, asıl korkunuz her ne ise açık açık söyleyin...
Sizin mirasını devraldığınız babalarınız bu konuda daha açık fikirliydi...

Unutmadan Boykotçuları saymıyoruz... Onların neyin mirasını devraldıkları tartışılır...

Ben o dönemde işkence görmedim...
Hapis yatmadım...
Gözaltına alınmadım...
Ama tanıdık bir polisin uyarısı ile Jandarma Karakoluna kendiliğimden gittim...
İçeriye girdiğimde kapısını çaldığım büroda beni önce güleryüzle karşılayan jandarma astsubayın neden geldiğimi söylediğimde ve ismimi sorup da önündeki defterden ismimin önünü bir çarpı işareti koyduktan sonra yüzünün şeklinin nasıl değiştiğini ve öldürecek gibi baktığını hiç unutmam...
Zira kendiliğimden gitmez isem onlar alıyorlarmış, bunun da ne anlama geldiği açıktı...
Sorgusuz sualsiz ver elini Toplama Kampı...
Böyle girip de hadi çık diye 90 gün sonra bırakılanları biliyoruz...
İnsanlıktan çıkıyorlardı...
Varın gerisini siz düşünün...
Silahlı saldırıya uğradık üç kişi idik, bir silah sesi duyduk gecenin karanlığında boğuk ve tok bir ses... Yanımızdaki arkadaşı arkamızdan ateş etmek suretiyle vurdular....
Karanlığa saklanmış bir iki silulet...
Arkadaş vurulunca koşmaya, kaçmaya başladık, kaçarken, koşarken aynı sesi yine işittim ve ayağım takıldı yere kapaklandım...
Kurşunun ben yere düşerken başımın üzerinden geçtiğini hissettim...
18 Yaşımdaydım... Bu anı hiç unutmam...
Ölüm hiç bu kadar yakın olmamıştı...
Bizi öldürmeyi başaramayan cellatlar gecenin karanlığına karışınca geri döndük vurulanın yanına...
Hareketsiz vurulduğu yerde yatıyor...
Yardım istedik kimse korkusundan dışarıya çıkmıyor...
Gecenin karanlığı insanlığı yutmuş sanki...
Bedeni kontrol ettik neresinden vurulmuş diye...
Vucüdunda yara izi göremedik...
Yerde yatanı taşımak için diğer arkadaşım ayaklarından tuttu ben ise kollarının altından kavradım...
Koltuk altından kavramamla beraber başından boynuma ve vücuduma akan ve bulaşan o sıcak kanın kokusunu hiç unutmam...
Bizi olayın nasıl gerçekleştiğine dair sorgulama ihtiyacı dahi hissetmeyen bir güvenlik anlayışı vardı...
Olay sonrası annemin bana şefkatle sarılıp şekerli su içirdiği anı da hiç unutmam...
O gece ayak üstü bir kaç soru bile sorulmadı...
Olayın üstüne sadesuyatirit niyetine bile gidilmedi..
Lisede öğrenciydim...
Son sınıfta ikmale kalan dersleri vermek için imtihanlara giremeyişimi hiç unutmam...
Ben Orta Anadoludanım...
Köylerimizde Darbenin küçük krallarının köylüleri köy meydanlarında toplayarak kadınlarının ve çocuklarının gözleri önünde anadan üryan hale getirilerek nasıl dayaktan geçirildiklerini anlatan olayı yaşayanların anlattıklarını hiç unutmam...
Anlayacağınız işkence dört duvar arasında yapılmıyor, köy meydanlarına taşıyordu...
Sebep mi arıyorsunuz???
Aramayın... Sebep çok...
Sonra okulun bahçesinde karşıt görüşlü olan ve kendisine silah doğrultan bir öğrenciyi vurup kaçan bir arkadaşımın haftalar sonra memlekete cenazesinin getirilişini ve toprağa verdiğimiz günü hiç unutmam...
Yaşadığım orta Anadolu'nun küçük ama ağırlığı büyük ilçesine öğrenci kisvesi ile dışarıdan devşirilen ne idüğü belirsiz birilerinin getirilmesi ile dengelerin nasıl değiştiğini ve bunlardan birisinin yaşanan bir gerginlik sonrası şehir meydanında silahı belinden çıkarıp şehir halkından birisinin alnına nasıl dayadığını ve bu olay karşısında halkın ve emniyet güçlerinin derin suskunluğunu hiç unutmam...
Ben sol gelenekten geldim...
Karakolda kamplara ayrılmış olan emniyet mensuplarının karşı cenahından bir polis memuru tarafından imalı bir şekilde nasıl tehdit edildiğimi hiç unutmam...
Babamın esnaf olması ve ilçenin tanınmış ailelerinden birisine mensup olduğum için gergin ortamın henüz oluşmadığı zamanlarda beni tehdit eden polis memuru da dahil devlet memurları ile aramızdan su sızmazdı...
Ama sonra tehdit unsuru oldum ve tehdit edildim...
Bu yaşadıklarımdan iki yıl sonra üniversite okumak için Ankara'ya geldim...
Baskı azalmış ve darbenin silindiri tüm toplumun üzerinden ağır bir biçimde geçmişti...
İzleri sürüyordu...
Burada yeni tanıştığım bir ağabeyim, arkadaşım...
Mamak Cezaevinden yeni çıkmıştı... Yargılanıyordu...
Onun zaman içerisinde Mamak öncesi ve sonrası yaşadıklarını anlattığında, işkenceyi birebir yaşamış birisinin yaşadıklarını ve gördüklerini ve insanların ruhlarında nasıl bir travma oluşturduğunu gözlemleyerek beni nasıl etkisi altına aldığını hiç unutmam...
Raci Tetik ismini hiç unutmam
Bu arkadaşımın Mamak'ın Hoş geldiniz bölümü hücre ve kafesten sonra koğuşa geçtiğinde aynaya baktığımda kendimden korkmuş ve kendimi tanıyamamıştım demesini hiç unutmam...
Uzun bir süre cop darbeleri sonucu oluşan yaralardan dolayı ellerini kullanamadığı için yemek yemek ve tuvalet ihtiyacını gidermek dahil aklınıza ne gelirse her şeyi ile içeride bir arkadaşının ilgilendiğini anlattığında zaman zaman utanarak bunu anlattığı anı hiç unutmam...
Amca oğlum o dönemde jandarma komando olarak Mamak Askeri Cezaevinde askerlik yaptı...
İçi kan ağlayarak yaşadıklarını anlattı, yaptıklarını ve kendisine yaptırılanları...
Hasta ruhlu psikopat kişiliğe sahip işkencecileri anlattı...
Erinden rütbelisine...
Kendisi amatör boksördü...
Bir gün koğuştan çıkarıp çıkarıp mahkum döven hasta ruhlu bir askeri dayanamayarak nasıl yumruklayarak ayağını yerden kesmek suretiyle duvara yapıştırdığını da anlattı...
Sonrasında kendisini o kısımdan uzaklaştırarak tel boyu nöbete verdiklerini de...
Bunları da unutmam...
Fişlenmiş bir hayatı yıllar boyu yaşamak zorunda kaldım...
Küçük kardeşlerimden birisi yıllar sonra hiç bir suçu olmadığı halde soyadından dolayı zor bir askerlik geçirdi...
Ve bir başka amcaoğlum aynı sebeple yine yıllar sonra işe girerken çok büyük sıkıntılarla karşılaştı...
Bunları da hiç unutmam...
12 Eylül'ün üzerinden 16 yıl geçtikten sonra Zaman Gazetesinde çalışıyordum...
Bir gün bir mahkumdan bir mektup geldi...
Mektubun üzerinde cellat namzedimin ismini gördüm...
Bize silah sıkan ellerden birisinin sahibini...
Gazetenin kendisine gönderilmesini talep ediyordu ve benim de gazete çalışanı olduğumu öğrenmişti..
Gazetenin kendisine sürekli gönderilmesini sağladık...
İkinci mektubunu ve ruh halini hiç unutmam...
Cezaevinden çıktıktan sonra karşılaştık 20 yıl sonra...
O değişmişti ben de...
Akraba idik ama düşman saflara sürüklenmiştik...
Yaşanan büyük oyunun küçük birer parçaları olmuştuk...
Birbirimize sarıldık ve o günleri hiç anmadık...
Yakalandıktan sonra gördüğü işkenceler ve uzun cezaevi hayatı kalbini iflas ettirmişti...
Zaman zaman görüşürdük...
45 yaşını göremedi... Ölüm zaten iflas eden kalbinin bir kriz geçirmesi ile onu buldu...
Bunu da hiç unutmam...
Yine Mamak...
Bu sefer başka bir blokta başka bir koğuşta yatan bir arkadaş...
Kendisini gıyaben tanıdığım şahsen yıllar sonra tanıştığım bir arkadaş..
Onun için Mamak günleri aynı idi ama yaşadıklarından sadece mizaha konu olabilecek türden olanları anlatırdı...
Güler misin ağlar mısın bilemezdin...
Rahmetli Akıncılar Derneği Başkanı Tevfik Rıza Çavuş ile aynı koğuşta kalmışlar...
Reis bir tane idi derdi...
Sağcısı ile solcusu ile herkesle arkadaş olabilen bir yapı...
Hem bu arkadaşımın hem de diğer Mamak zorunlu meskununun ilginç gözlemleri vardı...
O günlerde herkes hatırat yazıyordu...
Sol cenahta savunmalar kitap haline getirilmiş, yaşananlar kitaplaştırılmış, ülkücü camiada ise hatıralar vitrinleri yıllar sonra süslemeye başlamıştı...
Her ikisine de sordum neden siz de hatıralarınızı yazmıyorsunuz diye???
Birisi biz yaşarız başkaları yazar dedi...
Diğeri ise sessizce yüzüme baktı ve geçiştirdi...
Hep öyle yapar zaten ve halen de öyledir..
Bu yazma konusu ne zaman gündeme gelse konuyu değiştirir...
Şimdi kalıcı bir rahatsızlığı var ömür boyu kendisini bırakmayacak...
Mamak zindanının onda bıraktığı sonradan ortaya çıkan bir hastalık...
Bunları da hiç unutmam...

Darbe sonrası ortalık yerdeki toz duman dağılınca, dağınık gibi görünen parçaları bir araya getirip de resmi daha netleştirince, koskoca ülkenin nasıl kavgaya dahil edildiğini gördüm...

Aynı filmi aynı aktörlere oynatmak isteyen reji ekibinin ısrarlı çabalarına ne demeli???

Aktörlerin bir kısmı gerçeğin farkına varıyor artık...

Sizi gidi darbeseverler sizi!!!

Bir Anayasa değişikliği, bir referandum bizi aldı nerelere götürdü görüyor musunuz???
Geçmişiniz sizi bırakmıyor...
12 Eylül Darbesi mağdurlarının, muhataplarının, alkışlayanlarının, yıllarca eleştirip kahraman edalarla eleştirenlerin haline bir bakın...
30 yıldır Darbe ürünü anayasasının gölgesinde yaşayıp erkeksen çık meydana havasıyla eleştirip, hep şikayet edip, en hassas noktalarına dokunmayanların, beğenmeyip, darbe ürünü deyip yeni anayasaya ihtiyacı her fırsatta vurgulayanların söyledikleri karanlığa kurşun atmak imiş...

Meğerse bedenlerin zindanda olması önemli değil, fikirlerin iktidarda olması önemli imiş...
Meğerse işkencecilerine gizli aşk ve sevgi beslerlermiş...
Meğerse bir kısmı özde değil sözde 12 Eylül karşıtı imiş...

Ak Parti iktidarı bu Anayasanın Geçici 15. Maddesini üstelik muhalefetin en devletçi ve en 12 Eylül Darbesi karşıtı(!) partisinin yıllardır dillendirerek getirdiği talep üzerine kaldırmaya kalkışınca aynanın sırlarını ortaya döküverdi...

Şimdi değişiklik olmasın diye var güçleri ile darbe anayasasını savunuyorlar...

Evet evet evet... Mesele anlaşıldı...

Bu aşk başka aşk, nefretin adresi belli oldu...

Unutmadan söyleyelim...
Anayasa değişikleri çalışmalarının mutfağında ve siyasal kanadında bu değişikliklere katkı sağlayan TBMM'ye gelmesini ve geçmesini sağlayan, yüreklere cesaret verenler ileride -Allah daha iyi bilir- hep medyun-u şükran ile hatırlanacaktır...

16.07.2010

İktidar ve Mikrofonun Cazibesi

MEHMET NATIK'IN İZLENİMLERİ

Çok laf yalansız olmaz derler ya el hak atalarımız doğru söylemiş....
Çok lafın yalansız olmamasının yanı sıra arsız ettiği de söylenir ki bu da doğrudur...
Hele hele o lafları ve sözleri iğneleyici bir biçimde söylüyorsanız ortada yıkılmadık köprü kalmaz...
Onun içindir ki söz gümüşse sükut altındır demiş yine atalarımız...
Çok lafı ve sözü anladık...
Bir de başka vechesi var bunun...
Çok laf ve söz edenler...
Adres mi gösterelim???
Güzide ülkemizin iktidar cenahı...
O kadar çok konuşanı var ki...
Mikrofonu gören hemen her konuda iki çift laf etmeyi meziyet sanıyor...
Ya da mikrofonu görünce konuşma iştahası kabarıyor, ağzı sulanıyor...
Sanki konuşmazlarsa çatlayacaklar...
Efendim gündeme dair o an ne varsa hiç düşünmeden düşüncelerini açıklayıveriyorlar...

Başbakan Yardımcılarından tutun da Genel Başkan Yardımcılarına oradan da Grup Başkan Vekillerine varıncaya kadar herkes sözün şehvetine kapılıyor...
Biri duruyor biri konuşuyor...
Kendi alanları olsa anlarız...
Vara da yoğa da söz söylemek nasıl bir şey ki her kafadan bir ses çıkar...

Bunları gören bir kısım Belediye Başkanları durur mu???
Onlar da gündeme dair kendilerince çözüm üretiyorlar...
Alın size bir adet Rize Belediye Başkanı!!!
Teklif ettiği çözümü Karadeniz kadınları için başkaları söylese ortalık kan gölüne döner...
Gel de anlat...
Ondan sonra da efendim yanlış anlaşıldım de...
Diline, sözün şehvetine kusur bulma başkalarını suçla...
Atı ver Üsküdar geçilsin sonra da sözünü ye...
Afiyet olsun...
Bu partinin yetkili kurumları yok mu??? Vaar!!!
Aslında kimin hangi şartlarda konuşması gerektiği belli değil mi???
Muhtemelen belli!!!
Parti disiplini diye bir şey yok mu???
Muhtemelen o da var!!!
Ama gelin görün ki dilin kemiği yok...
Konuşmaya ve çözüm üretmeye hevesli idareci çok!!!
Sözün şehvetine kapılan çok...
Kaş yapayım derken göz çıkaran çok...
Mikrofon severler çok...
Her konuda fikri gelen çok...
Bu konuda mutlaka bir şey söylemeliyim diye kendi fikirlerini bulunmaz hint kumaşı sayan çok...
Alın size bir örnek...
Teröre karşı bir çözüm...
Özel kuvvet meselesi...
Ama gelin görün ki bir genel başkan yardımcısının konuyu sarkık bıyık düzleminde ele alması ortada ciddiyet bırakmadığı gibi rencide edici bir hale kapı açıyor ve farklı bir cepheden kin ve nefret duygularını körüklüyor...
Şimdi bu sarfedilen söz bir gerçeğe mi vurgu???
Bilinç altının dışa vurumu mu???
Söylemiş olmak için sarf edilen bir söz mü???
Kime ne katkı sağladı???
Sözü söyleyen yetkili kendini tatmin mi etti yoksa Ak Partinin böyle durumlarda uyguladığı farklı bir strateji mi???
Böyle ise hedeflenen ne???
Sarkık bıyıkmış!!!
Badem bıyık da karşılığı oldu herhalde!!!
Geçmişte bu tipoloji tanımlamalarından çok çekmedik de yeniden isıtıp önümüze getiriyorlar...
İşgüzarlık bu hali tarif eder mi???
Ne dersiniz???
Örnek çoğaltılabilir...
Ama iktidar olunca ağır bir sorumluluk altında olduğunu bilen yok...
Sözlerin ağızdan çıkan bir ok gibi geri dönmeyeceğini bilen yok...
Her konuda fikir beyan etmenin bir fayda sağlamayacağını ve sadece kendini tatmine katkı sağladığını fark eden yok...

Söz ola kestire başı sözünü geçmişte telaffuz eden zatı muhterem bunu sizin her birinize tek tek mi söylesin sözün şehvetine kapılanlar???

10.07.2010

Bu itiraf gibi ifşaat size neyi çağrıştırıyor???

MEHMET NATIK'IN İZLENİMLERİ


Satır aralarını iyi okuyun...

Kimin eli kimin cebinde, kim kiminle aşık atmış göreceksiniz...

İlişkiler ağı inkar edilirken itiraflar geçmişte yaşananların kaynağına ışık tutuyor...

Bir pencereden yansıtılan ilişkiler son zamanlarda artan terör olayları çözüme kavuşacak olur ve Ergenekon nam çete davası ve süregelen yargılamalar netice alırsa bu pencereden de ışığa katkı sağlayacaktır...

Bunun için Türkiye Cumhuriyeti diye muhatap gösterilen devlet nezdinde itibarı ayağa düşürenlerin itiraf gibi ifşaatlarına da ihtiyaç var...

Sadece itiraf gibi ifşaat yetmez...

Böyle bir ifşaat gelecek olursa bunu cesurca sorgulayacak bir iktidar iradesine de ihtiyaç var...

İktidar her şeye rağmen şimdiye kadar devlet içinde devlet adına hareket ederek bu ülkeyi kendi topuğundan vuranlardan veya kirli oyunlara şahit olan, içinde olanlardan çıkacak olan itirafçılara cesaret vermeli...

Şu ana kadar bir kaç cılız ses çıktı...

Bu sesler çoğaltılmalı...

Bırakın son 30 yılı son 50 yılda ülkemizde işlenen cinayetlerin, faili meçhullerin ve suçların faillerinin çoğu hayatta...

Çağrımız onlara...

Unutmadan bu topraklarda hayatını sürdüren halk balık hafızalı değildir...

Şimdiye kadar yaşanan kirli oyunlara alet olanların vicdanlarına seslenecek bir çağrıya ihtiyaç var...

Can yakanların bile huzura ihtiyacının var olduğunu kimse unutmasın...

Bu ülkeye huzur getireceğiz diye huzurunu bozanlar ömürlerinde bir kez olsun doğru bir iş yaparak çocuklarına ve torunlarına güzel bir miras bırakabilirler...

9.07.2010

Referandumda Slogan Belli Oldu

MEHMET NATIK'IN İZLENİMLERİ
Evet...

Anayasa Mahkemesi Anayasayı ihlal suçunu açıkça işleyerek -üstelik bunu Mahkeme Başkanının ağzından ifşa etti. Esasa girildiğini ifade ederek- henüz resmi gazetede yayınlanmamış bir metni gündeme alarak ve kısmi iptal ile kendince rötuş yaparak halk oyuna sunulması yönünde verdiği karar ile 12 Eylül günü 12 Eylül rejimi Anayasasının oylanmasının sloganını da belirlemiş oldu...

Yetmez ama EVET...

Daha önce pervasızca aldıkları kararların yanında bu karar her ne kadar etkisi kendinden menkul bir vesayet etkisi hissettirse de karar öncesi Anayasa Mahkemesinin Anayasayı çiğneyerek aldığı kararlardan sonra oluşan kamuoyu baskısının da bu sonuç üzerinde etkisi olduğu gözlerden kaçmıyor...

Malumunuz daha önce yargının Yüksek Yargı ile imtihanını dile getirmiş ve bu hukuk dışılığın yine yargı eli ile düzeltileceğini dile getirmiştik...

Kastımız yargı mensuplarının hatalı kararlardan kaçınması ve adaleti gözetenlerin yasal çerçeve dışına taşmayan kararlarla sürece katkı da bulunmaları idi...

Düşündüğümüz şey farklı tezahür etti...

Mahkeme salonlarında adil kararlara vurgu yapsak da ironik bir şekilde mahkeme salonlarında alınacak kararları kamuoyu önünde tartışan yargı mensuplarının dile getirdiği doğrular yolu ile maksat hasıl oldu...

Başta Anayasa Mahkemesi Raportörü Doç. Dr. Osman Can olmak üzere yargı camiasının emekli ve muvazzaf bir çok erbabı ezber bozan açıklamalarla hukuk çerçevesinde olmasa da vesayeti budayan sürece katkı sağladı...

Böylece Anayasa Mahkemesinin millet ve onun temsilcisi TBMM üzerinde irade koymaya çalışan ve bu iradeyi yok sayan tavırlarından az da olsa geri adım atılması sağlandı...

Anayasa Mahkemesi yetkisini aşarak aldığı karar ile referandumda kullanılacak sloganı da belirledi...

Yetmez ama EVET...

Yanlışların en önemli özelliklerinden birisi doğrulara ışık tutmasıdır...