20.02.2009

Bu ülkeye demokrasiyi getirmeye kalkışmayın!!

MEHMET NATIK'ın izlenimleri
Bu ülkeye demokrasiyi getirmeye kalkışmayın!!
Zira hem milleti hem de kendinizi kandırırsınız…
Kandırmakla kalmaz kendinizi buna zorlarsınız…
Siz zorlamasanız bile sizi buna zorlayacak zinde güçler varlığını hala sürdürmektedirler…
Demokrasi getirmek istediğiniz zaman demokrasiden ne anladığınız çok önemlidir…
Bu bağlamda konuyu ele alacak olursak…
Demokrasi kelimesini dilllerine dolayanlar iki kategoride değerlendirirlirler ve iki şeyi yapmaktan hali değiller…
Birincisi kategoriye dahil olanlar iki yüzlü davranmaktan kurtulamazlar…
İkinci kategoridekiler ise ne idüğü belirsiz ülke bütünlüğünü tehdit eden tehlikeler yüzünü göstermediği sürece demokrasiye iyi çocuk muamelesi yaparlar…
Hem demokrasiyi getirmesi gerekenler getirirler…
Dolayısıyla güzide ülkemizin güzide halkının beklentileri her zaman başka baharların yollarını gözler…
Bir kavram karmaşası gerçeği ile karşı karşıya olduğumuz çok açık…
Bu karmaşadır yönetici elitini iki yüzlü davranmaya zorlayan…
Şeytana papucunu ters giydiren derler ama aslında öyle değil şeytanın papucu ters giydirdiği bir anlayışın ürünü bir anlayışın hakim olduğu bir vasatın hayat sahasında nefes alıp vermeye zorlanıyoruz…
Bizde yönetici çok…
Atanmışından seçilmişine…
Bunları anladık ama bir de adına yıllarca derin dedikleri sığ bir yapılanma hem atanmışa hem seçilmişe hem de toplumun hayat damarlarını oluşturan bir çok kesimine sirayet ederek başka bir zaviyeden duruma vaziyet etmişler varmış…
Ortaya çıkan manzara-i umumiye şu…
Durumdan vazife çıkaranlar…
Duruma vaziyet edenler…
Durumuna vaziyet edilenler…
Bunlar orta yerde dururken durumuna vaziyet edilenlerin içinden çıkarak duruma biz vaziyet edebiliriz diyenler…
Yani davul ellerinde olup da tokmağa sahip olması engellenenler…
Ne ilginç bir kombinasyon değil mi???
Başka baharlar demiştik halkımızın beklentileri için…

Bundan sonrası için cevabımız olsun diye alıntı yapalım yeni Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un devir-teslim törenindeki konuşmasından…

Bir ucundan tutarak bir örnekleme ve bir tespit…

'Türkiye, tarihin bütün dönemlerinde dünyanın odaklandığı kriz bölgelerinin tam ortasında yer almıştır. Durum değişmeyecektir. Anadolu coğrafyasına ve bu coğrafya üzerinde yaşanan tarihe bakarsanız, bu coğrafya üzerinde ancak güçlü devletlerin varlıklarını sürdürebildiklerini, güçsüzlerin ise kısa sürede tarih sahnesinden silindiklerini görebilirsiniz.
Bu tespit, bize 'Tarih ilerisini göremeyenler için acımasızdır' sözünü hatırlatmalıdır.'

Acaba Tarih tarihi geçmiş ve gelecekle birlıkte değerlendiremeyenlere karşı nasıldır diye sormamızın bir sakıncası varmıdır???

Bundan sonrası yorumsuz…

Alıntıya devam…
'Sayın Cumhurbaşkanım;
Küreselleşme çağında, bireyin ve özgürlüklerin daha çok öne çıkışı doğaldır. Ancak 'Devlet', 'Birey' ve 'Özgürlük' kavramları var olabilmek için birbirlerine ihtiyaç duyarlar. Birinin diğerinin aleyhine genişlemesi her üçünü birden tehlikeye sokar. Dolayısıyla, bu hassas dengenin korunması demokrasiler için özel bir önem taşır. Bu dengeyi sağlamak ve korumak ise siyaset adamlarına düşen önemli bir görevdir. Bu noktada kitle iletişim araçlarına, medyaya da sorumluluk düşmektedir. Bugünün ulusal ve uluslararası politik ortamında, medyanın sağladığı olanaklarla insanların zihinleri gerçek anlamda bir mücadele alanıdır. Dolayısıyla insanların zihinleri yeni savaş alanlarıdır. Bu saptamadan hareketle hem medyanın hem de kurumların sorumlulukla ve titizlikle davranması çok önemlidir.
Cumhuriyet ve ulus devlet rejiminin temel ilkesi erdemdir. Burada kastedilen erdem siyasal bir erdemdir. Bu ise demokrasi içinde yasalara saygı ve bireyin topluluğa bağlılığının ifadesidir. Bireyin topluluğa nasıl bağlı olacağı ise işin özünü oluşturmaktadır. Bu sorunun cevabı 'Ortak Bilinç', 'Ortak Vicdan' kavramlarında bulunabilir. ATATÜRK de, her toplumun bir ortak vicdana sahip olmasının önemine her zaman dikkat çekmiştir.
Bireyci toplumda sorun, asgari ortak bilinci korumaktır. Gerektiğinde kişisel çıkarlarını aşabilen, toplumun genelini ilgilendiren konularda kamuoyu oluşturabilen Vatandaşlardan oluşan 'kamu çıkarını gözeten sivil toplum' oluşumuna sahip olan ülkelerin bu sorunu büyük ölçüde aştığı görülmektedir. Bu nedenle kendi çıkarları yerine, ülke çıkarlarını gözetebilen sivil toplum örgütlerine sahip olunması demokrasinin vazgeçilmez bir unsurudur.
Bizim ortak bilincimiz ve ortak vicdanımız ise genel anlamda ülkenin ulusal menfaatlerinin korunması ve geliştirilmesidir. Ulusal menfaatlerimiz ise Cumhuriyetin temel niteliklerine sıkı sıkıya bağlı kalarak, devletin varlığının, bekasının korunması ve ulusun refah seviyesinin artırılmasıdır.
Beka tedbirleri ile refah seviyesini artırıcı tedbirler arasında hassas dengenin bulunması, ilgili kurumların düşünce ve görüşlerini de dikkate alarak yine demokratik yaşam içerisinde, siyasi makamlara düşen bir görevdir.
Sayın Cumhurbaşkanım;
Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. Bu nitelikler, Cumhuriyetin değiştirilemez temel niteliklerini oluşturmaktadır.
Laiklik ilkesi Türkiye Cumhuriyeti kuruluş felsefesinin temel direklerinden biri olup, Türkiye Cumhuriyeti'ni oluşturan tüm değerlerin de temel taşıdır. Laikliğin işlevsel tanımı; Anayasanın başlangıç ile 24'üncü ve 174'üncü maddelerinde yer almaktadır.
Anayasa Mahkemesinin, Anayasayı resmen yorumlamaya yetkili tek organ olarak, laikliğe ilişkin yapmış olduğu yorumlar, laikliğin anlamının ortaya konulmasında vazgeçilmez kaynaktır.
Laikliğin ne anlama geldiğini ifade ederken çokça yapılan hata, laikliğin ne anlama geldiğine ilişkin düşüncelere bir bütün olarak bakılmamasıdır.'
Demokrasi dedik laiklikle ilgili konu dışı bir alıntı ile bitirdik…

Ne alaka???
mehmetnatik1@gmail.com
www.cafesiyaset.com
Kaynak: Cafe Siyaset
Tarih: 15:30:26 30.08.2008

İç Siyasette Monşer Etkisi

19 Haziran 2008

Siyasette monşer havası
İlginç ilişki ve görüşmelerde hep onların adıyla karşılaştık. Diplomasinin "monşer" tabir edilen ekolünden geliyorlar. Ak Parti'ye karşı oldukça "faal" oluşlarıyla dikkat çekiyorlar.
İşte Mehmet Natık'ın kaleminden siyasetin "monşer" atlıları...

Mehmet Natık/cafesiyaset.com
Bilenler bilir Monşer Türk Siyasi Literatüründe Dış İşleri mensupları için kullanılan bir terimdir. Hariciyenin yapısındaki yabancılaşmayı ortak akıl bir kelimeyle ifade edip işin içinden çıkmıştır.
Bu monşer vasıflandırmasından son zamanlarda bir iki emekli hariciye mensubu duydukları rahatsızlığı kendileriyle yapılan röportajlarda dile getirmiş olsalar da bu tanımlama kalıcıdır…
Bizim Hariciye diplomatları ilk defa 80’li yıllarda dikkatimi çekmeye başlamıştı.
12 Eylül Bülent Ulusu Hükümetinin Dışişleri Bakanlığı koltuğunda oturan zatı muhterem bakanlığın kendi bünyesinden İlter Türkmen’di. Şimdilerde Hürriyet Gazetesinde köşeyazar…
Nüzhet Kandemir, Büyükelçi Şükrü Elekdağ, şimdi ki Washington Büyükelçisi Nabi Şensoy ve daha niceleri o günlerin kalburüstü önde gelen isimleriydi.
Nüzhet Kandemir’in Dış İşleri Müsteşarı iken düzenlediği bir basın toplantısında hafızama kazınan görüntüsü ise benim için unutulmazların arasındadır…
Sonraları askeri vesayetten normale dönüş zamanlarında ağırlıkları ve etkileri belirgin bir biçimde hissedilecekti.
Bizim hariciye mensuplarının çizdiği portre her zaman bir ülkeyi temsil eden diplomatın üzerinde olmuştur…
Diplomat değil diplomat ötesi…
Rahmetli Turgut Özal’ın bu durumdan müşteki olduğu bilinirdi…
Yurtdışında yaşayan özellikle işçi olarak ülke dışına gidip de oralarda yaşamak zorunda kalanlar kendileri ile bizim büyükelçilik mensuplarının arasında kalın bir duvarın örülü olduğuna inanırlardı. Şimdilerde nasıl bilmem…
Bu kadar nostalji yeter diyelim ve mevzuya geçelim…
Malumunuz Ak Parti kapatma davası ve Başörtüsü ile ilgili Anayasa değişikliğinin Anayasa Mahkemesine taşınması meselesinde siyasi arenadan bir isim suların durulmasıyla birlikte ön plana çıktı…
Davada kumpas kuşkusunu doğuran ve özel sohbetlerde dile getirilen söylemlerle MHP Milletvekili Deniz Bölükbaşı…
Birdenbire ülke gündemine oturan meselelerin aslında arka planının olduğu şüphelerini doğrulayan iddialara kaynaklık teşkil eden söylemler tartışmalara neden oldu…
Yalanlama dolanlama derken sürekli bir sıcak gündeme sahip olan ülke yeni polemiklere ve maceralara doğru yelken açarken Deniz Bölükbaşı gündemden çekildi…
Derken Anayasa Mahkemesi üyelerinden Başkanvekili Osman Paksüt bugünlerde gündem oluşturmaya başladı…
Eşi Ferda Paksüt Hanımefendi ise çizdiği dominant tavırlarla olaylara daha ilginç bir boyut kazandırıyor.
Sayın Osman Paksüt ilginç görüşmelere imza atan bir görüntü veriyor…
Her görüşmesinin gerekçesini kendine göre gayet makul izah ediyor…
Rahat ve sorgulanamaz bir tavır…
Kendinden emin…
Yüksek Yargı organı mensubu değilmiş gibi bir tavır çiziyor…
Biz de bu işler böyle olur çelebi!!!…
Aynı rahat tavırlar Deniz Bölükbaşı’nda da var…
Tavırlardan en ilginç olanı ise ortaya atılan iddiaları önce yalanlama ve sonrasında kabullenme ile beraber hiçbir şey olmamış gibi davranabilmeleri…
Deniz Bölükbaşı siyasi bir figür ve bizim siyaset dünyamızda en rahatsız edici ve güven unsurunu yok edici unsur olan yalan meselesi sıradanlaşmış olduğu için orada mış gibi davranabiliyorsunuz…
Ama ülkenin kaderine damga vuran bir yüksek yargı organının mensubu iseniz işin rengi değişiyor…
Yargı mensupları sözlerine dikkat etmeli, ilişkilerine de…
Bir şeyi yalanlayan gerçek ortaya çıktığında kabulleniyorsa güven kaybeder…
Hele hele ülkenin geleceğini etkileyen bir kurumun bir üyesi iseniz altına imza attığınız kararları tartışmalı hale getirirsiniz…
Nitekim bugün tartışılan konulardan birisi de bu husustur…
Ama alışkanlıklar farklı bir şey demek ki?
Aynı sorgulanamaz tavırın etkisi olsa gerek…
Bütün bunlar bir yana biri siyasi, diğeri yargı mensubu bu iki siyasi figürün ortak özellikleri her ikisinin de eski diplomat olmaları yani diplomat ötesi hariciye mensupları olmaları…
Bütün bunlar yaşanırken bir de sabık Washington büyükelçisi Faruk Loğoğlu sahne almasın mı?
Kendileri emekli olduktan sonra kısa adı ASAM olan Araştırma Vakfının başkanlığına geldi…
Efendim eski cumhurbaşkanı dahil bir sürü eski bürokrat, diplomat, siyasetçi ve yargı mensubuyla evinde aile toplantısı düzenlemiş…
Zamanlama ilginç…
Kabul günü gibi…
Hani cinsi latifler evlerde gün düzenler ya…
Onun gibi bir şey herhalde???!!!
Şimdi birisi siyaset arenasından, diğeri yüksek yargı mensubu ve bir diğeri stratejik araştırmalar yapan bir vakfın başkanı şahsiyetler var…
Bugün her ne kadar farklı kulvarlarda temsil makamlarında olsalar da ortak özellikleri tekraren dediğimiz gibi geçmişlerinde hariciyeci olmaları…
Üçü de Monşer tabir edilen diplomatlarımızdan…
Tam da iktidar partisinin sıkıntılı günler geçirdiği günlerde etkiye ve tepkiye açık enteresan ilişkilerin ve görüşmelerin odağında sahne alıyorlar…
Size de enteresan gelmiyor mu?
Siyasi arenada boy gösterenleri anladık diyeceğim…
Bunlar az mı geldi, farklı kulvarlarda müdahaleler daha da gözle görülür hale geldi…
Hariciyeciler neden içişlerine müdahale ederler ki?
Hariciye mensupları satranç oynamayı severlermiş lakin bu bir satranç değil ki?